1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. Hedef: Diyalog
Hedef: Diyalog

Hedef: Diyalog

YENİDÜZEN’e konuşan DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, gayri resmi yemeğe katılma konusunda, Türkiye’nin Tatar’a telkinde bulunduğunu düşündüğünü vurguladı...

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, üçlü gayri resmi yemeğe katılma konusunda Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Tatar’a telkinde bulunduğunu düşündüğünü ifade ederek, BM’nin resmi müzakerelerden önce, bir diyalog ortamının başlamasını hedefleyeceğini söyledi.

Prof. Dr. Sözen, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in kişisel temsilcisi Maria Holguin’in bir süre daha göreve devam etmesi konusunu da üçlü yemekte masaya koyabileceğini kaydederek, “tarafların buna hayır diyebileceğini düşünmüyorum” dedi.

“Ocak ortasından önce buralarda ciddi bir şey olacağını düşünmüyorum. BM, ufak ufak ısınma turları yapmak niyetinde” diyen Prof. Dr. Sözen, Kıbrıs’taki liderler seviyesindeki dinamiklerden ümidi olmadığını vurguladı.

Prof. Dr. Sözen, “Mevcut iki liderlik olduğu müddetçe, kanımca, Kıbrıslıların yürüteceği bir süreçten herhangi bir sonuç çıkmaz. O yüzden bölgesel dinamiklerin ancak burada kolaylaştırıcı olması lazım” diye konuştu.

Bölgede yaşanan gelişmeleri de değerlendiren Prof. Dr. Sözen, küresel düzlemdeki güç dengelerinin değişiminden dolayı belirsiz zamanlardan geçildiğini kaydetti.

“Belirsiz zamanlardan geçiyoruz”

Soru: Bölgede bir süredir gerginlik artarak devam ediyor. Geçen hafta Kıbrıs’tan da görünen füzeler aslında bunun bize savaşa ne kadar yakın olduğunu hissettirdi. Bölgedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kıbrıs’ta üslerin varlığını da dikkate aldığımızda, bu gelişmelerin Kıbrıs’a yansıması ne olur?

Prof. Dr. Sözen: Bir süredir, küresel bazda, soğuk savaş sonrası belirginleşen tek kutuplu dünyadan başka bir yöne doğru evriliyoruz. Tam ismini koyamayacağımız bir yere doğru giderken bir geçiş dönemindeyiz. Tahminen çok kutuplu sayılabilecek bir yere doğru gidiyoruz. Ancak, kutuplar arasındaki güç dağılımı çok fazla eşit veya eşdeğer değil. Bu kutuplar kimler? Birincisi Amerika. Bir süredir ABD’nin gücü nispeten azalıyor, fakat diğer kutupların, yani Çin’in artıyor, ve Rusya’nın da gücü izafi olarak yükseliyor vs. Bu kutupların da kendi aralarında yeni konfigürasyonlara giriştiklerini görüyoruz; örneğin BRICS diye bir yeni oluşum var, daha çok G7’nin karşısında. Velhasıl, buralarda güç dengesi değişimini görüyoruz. Güç değişiminden dolayı boşluklar oluşuyor ve bölgesel güçler, bu boşlukları kendi egemenliğini ve kendi etki alanını genişletme fırsatı olarak görüyor. Bütün bu küresel bazdaki güç dengelerinin değişiminden dolayıdır ki, uluslararası sistemin, örneğin tek kutuplu sistemin eski kuralları çok geçerli gibi görülmüyor ve işte bu bağlamda Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline teşebbüsünü görüyoruz. Diğer taraftan İsrail’in, hiç kural tanımadan, bütün bölgeyi kendine göre şekillendirmeye çalıştığını görüyoruz ve bunu yaparken de çok ciddi bir askeri güç kullanıyor. İşte az önce bahsettiğim küresel düzlemdeki güç dengelerinin değişiminden dolayı belirsiz zamanlardan geçiyoruz.

“Çok endişe duymuyorum ama riskleri de tamamen göz ardı etmiyorum”

“Kıbrıs’ta da hiçbir şey olmaz. Burası donmuş bir uyuşmazlıktır vs” diyemeyiz. Çünkü geçen yaz Pile’de gerginlik yaşandı, yayılabilirdi. Her zaman için bir risk var. Nasrallah zaten Kıbrıs’ı tehdit etmişti. Bu arada Nasrallah’ı öldürdüler. Hizbullah, şimdi eski gücünde olsaydı, komuta kademesi ortadan silinmeseydi, askeri gücü bu kadar zayıflatılmasaydı, buradaki İngiliz egemen üslerinden kalkan uçaklara bir misilleme yapmayı belki deneyebilirdi. Geriye kalan Hizbullah böyle bir şey yapabilir mi? Bilemiyorum ama o risk her zaman için vardır, bunu tamamen gözden çıkaramayız. Medyaya düşen bir dolu hikaye var ki, bu üsleri Amerika ve dolayısıyla İsrail kullanıyor ve bölgeye operasyonlar yapılıyor, bu da ister istemez Kıbrıs’ı da bu denklemin içine çekiyor. Rasyonel baktığım zaman, çok endişe duymuyorum ama dedim ya belirsiz zamanlardan geçiyoruz ve bundan dolayı riskleri de tamamen göz ardı etmiyorum.

Soru: Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail gözünü Türkiye’ye dikecek” şekilde bir açıklaması vardı...

Prof. Dr. Sözen: Ben bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç kamuoyuna dönüp kullandığını düşünüyorum. Yani İsrail’in, hangi coğrafik denklemde Türkiye’ye saldıracağını veya hangi meşru sebeplerle Türkiye’ye saldırabileceğini göremiyorum.

“Geçitkale’yi İngiliz egemen üslerinin muadili şeklinde mi kullanacaklar?”

Soru: Başbakan Ünal Üstel, hükümet ortaklarıyla Türkiye’ye gitti. Dönüşte, “bölgede yaşanan gelişmelerle ilgili önlemleri de ele aldık” dedi. Ne gibi önlemler alınabilir?

Prof. Dr. Sözen: Bilmiyorum, onu Ünal Bey’e sormak lazım. Geçitkale’yi İngiliz egemen üslerinin muadili şeklinde mi kullanacaklar? Ama o zaman, Türkiye’nin de başını belaya sokarlar. Bilemiyorum.

“Ocak ortasından önce ciddi bir şey olacağını düşünmüyorum”

Okuduğum kadarıyla Türkiye’deki görüşmeler 6 saat sürdü. Bu görüşmelerde iç politika dışında, Kıbrıs meselesiyle alakalı veya önümüzdeki dönemde olası müzakerelerle alakalı konuşmalar oldu mu? Bunu bilmiyoruz. Benim gördüğüm, Türkiye birçok başka ülke gibi, şu anda Amerika’daki seçimlere kilitlenmiştir. 5 Kasım ABD seçimlerinde kazanacak olan başkanın göreve gelmesi Ocak ortasını bulur; Ocak ortasından önce buralarda ciddi bir şey olacağını düşünmüyorum. BM, ufak ufak ısınma turları yapmak niyetinde. 15 Ekim’deki iki liderin BM Genel Sekreteri ile yiyeceği yemeğin ön hazırlığını yavaş yavaş yapmaya başladılar. Buradan, bu malzemelerle bir “yemek” çıkar mı, çıkmaz mı? Bilmiyorum.

“Türkiye ile Yunanistan arasında iyiye giden ilişkiler, Kıbrıs’a da pozitif yönde etki edebilir”

Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs’ın aralarındaki ilişkilerine zarar vermemesi prensibinde anlaştılar. Türkiye ile Yunanistan arasında iyiye giden ilişkiler, Kıbrıs’a da pozitif yönde etki edebilir diye düşünüyorum. Bunu Ocak ayından sonra göreceğiz. Bu kadar dinamik ve değişken uluslararası konjektör içerisinde, bir ay sonra veya bir ay içinde İsrail Suriye’yi de vurabilir; bu arada İsrail’in İran’a yönelik hareketi ne olacak? İran’la İsrail doğrudan çatışacaksa, ABD ile İran arasında bir çatışma ve tam bir alev içinde bir bölge olacak.

Diğer taraftan, Rusya’nın Ukrayna işgali devam ediyor. O bölgede, Batı ittifakı yavaş yavaş

kendi arasındaki dayanışmayı güçlendiriyor. Benim anladığım NATO, “Ukrayna hiçbir zaman üye olmayacak ya da nötr kalacak” noktasında değil, tam tersine “Ukrayna’nın bir kısmı Rusya’ya gitse de, NATO’ya üye yapılacak” noktasındadır. Hatta bu iş Kıbrıs’a kadar da gidebilir. Belki de NATO üyeliği, Kıbrıs’ta da bazı şeyleri çözebilir, güvenlik konusunda mesela. İşler oraya doğru bile evrilebilir. Dediğim gibi, belirsiz zamanlarda yaşıyoruz…

“Türkiye tarafı Tatar’a bu yemeğe katılması yönünde telkinde bulunmuştur”

Soru: Kıbrıs konusunda uzun zamandır durgunluk varken, Cumhurbaşkanı Tatar “eşit egemenlik, eşit uluslararası statü” derken, New York ziyaretinde gayri resmi üçlü yemeğe gitmeyi kabul etti. Bu bir değişim midir?

Prof. Dr. Sözen: Göreceğiz. Burada, Cumhurbaşkanı Tatar’a bazı çevrelerin karşı çıkması bunun bir yere gidebileceği mesajını veriyor.

Ben, böyle bir kararın sadece Tatar tarafından verildiğini zannetmiyorum. Böyle bir karar, ancak Türkiye ile koordinasyon içinde yapılan bir şeydir ve Türkiye tarafı Tatar’a bu yemeğe katılması yönünde telkinde bulunmuştur diye düşünüyorum. Ben buradan resmi müzakerelerin başlamasını beklemiyorum. BM Genel Sekreteri test edecek, resmi müzakereler dışında güven yaratıcı önlemler veya bazı işbirlikleri olabilir mi diye. BM, resmi müzakerelerden önce, bir diyalog ortamının başlamasını hedefleyecektir, “İki lider arasında, gayri resmi dahi olsa, bir diyalog süreci başlasın. Bunun daha sonra resmi müzakerelere gidip gitmeyeceği daha sonraki konu...”

Tahmin ederim Genel Sekreter kişisel temsilcisi Maria Holguin’in bir süre daha devam etmesini de üçlü yemekte masaya koyacaktır ve tarafların buna hayır diyebileceğini düşünmüyorum.

“Tepki verenlerin şu anda çok da etkili elemanlar olduğunu düşünüyorum”

Soru: Eski Özel Temsilci Ergün Olgun, Cumhurbaşkanı’nın telkin altında yemeğe evet dediğini ve kendisinin endişeli olduğunu, sürecin müzakerelere gitmemesini umduğunu söylüyor. Ayrıca “Gayri resmi yemekle başlar, ondan sonra süreci başlatacak adımlar atılır, bu tuzağa düşmemek gerekir” diyor. Tatar’la beraber çalışmış ve tezlerine destek veren biri olarak onu uyarıyor. Volkan Gazetesi, “Tatar, New York’ta geri adım attı, Lefkoşa’da aslan, New York’ta fare” diye yazdı. YDP Başkanı Arıklı, “iki devletli politikadan vazgeçerse, çok sert tepki veririz” dedi. Tatar’ı destekleyen bu kesimlerin tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: Bu saydığınız insanların, tahmin ediyorum, Türkiye’de bazı aktörlerle diyaloğu vardır. Türkiye’ye yekpare olarak bakmayalım. Eskiden iki tane Türkiye var derdik ya, şimdi de birden fazla Türkiye var. Eskiye göre farklı olan, bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin çok daha güçlü bir tarafını kontrol ediyor. Eski derin devlet mi dersiniz, Türkiye milli nizamı mı dersiniz, onun parçalarıyla, bu saydığınız kesimlerin söylemleri devam ediyor. Çok fazla etkili olduklarını düşünmüyorum. Her zaman, eskiden de, herhangi bir güç paylaşımına dayalı çözümü istemeyen kesimler vardı. Doğru ya da yanlış, Kıbrıs’ta ayrı bir devlete inanmış insanlar vardır. Kimisinin yemini vardır, yemini TAKSİM’dir. Ayrı devletin de ötesinde, Türkiye’nin bir parçası olmak isteyenler de vardır. Bu tepkileri verenlerin şu anda çok da etkili elemanlar olduğunu düşünüyorum.

“Kısa zamanda resmi müzakere sürecinin başlayacağını düşünmüyorum”

Soru: Günün sonunda Tatar federasyon görüşmelerine oturur mu?

Prof. Dr. Sözen: Türkiye dış politikasını bu yöne doğru kırarsa, Tatar da oturabilir, ama kısa zamanda resmi müzakere sürecinin başlayacağını düşünmüyorum. Belki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra lider değişimi olur. Bu, ondan sonra olabilir.

“Kıbrıs’ta, liderler seviyesindeki dinamiklerden bir ümidim yok”

Soru: Bu süreçte Rum tarafındaki durumu, Rum lider Hristodulidis’in tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Sözen: Hristodulidis’in en büyük sıkıntısı, karnesi çok temiz değil. Karnesi çok temiz değil derken kastettiğim, cumhurbaşkanlığı kampanyasında, “Crans Montana’yı önleyen” vs gibi bir övünmesi vardı. Türk tarafının iki devletli yeni siyaseti ona bir nefes alma olanağı sağladı, ona bir can simidi attı, o da rahatladı. Şimdi çıkıp “ben Crans Montana’da kaldığı yerden müzakerelere hazırım” diyor. Bunu duyan uluslararası toplumun üyeleri, Amerika, Avrupa, bizim bildiğimiz detayları bilmiyorlar. Onlar şimdiki beyanatlarına bakıyorlar ve “Bu adam müzakere istiyor, hazır. Siz neredesiniz?” diyor.

Uluslararası hukukun çok önemli bir prensibi olan, neredeyse kutsal prensibi olan devletlerin toprak bütünlüğüne aykırı bir şekilde bölünmeden bahsettiğiniz zaman, bırakın 5 daimi ülke veya AB ülkelerini, Türkiye’nin dostu diye sayılan ülkeler bile yeni politikanızı desteklemiyor. Bununla nereye kadar gideceksiniz? Türkiye bunu bir müddet daha sürdürebilir, o lüksü vardır. Belki bir sene, belki iki sene, belki beş sene daha, bilemiyorum. Türkiye’nin bu lüksü var, en azından son 4 yıldır bunu çok net bir şekilde sürdürüyor. Nereye kadar gideceğini göreceğiz. Özetle, şu anda Kıbrıs’taki iç dinamiklerden, yani liderler seviyesindeki dinamiklerden, benim bir ümidim yok. Bölgesel dinamikler, yani Türkiye’nin Doğu Akdeniz denklemine entegre edilmesiyle alakalı gelişmeler belki Kıbrıs’ta bir şeyler tetikleyebilir. Hatırlayın, bir süre önce bölgede Türkiye’nin karşısına bir blok dikilmişti, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İsrail üçlüsünün işbirliği anlaşmalarıyla başlayıp, sonrasında buna BAE, Suudi Arabistan vs’nin de dahil olması yaşandı. Bunu gören Türkiye, “değerli yalnızlık” diye adlandırdığı bir siyaseti en azından bir müddet götürmüştü. Sonra, bunun o kadar da değerli olmadığını fark etmiş ve tüm nerdeyse tüm bu ülkelerle bir normalleşmeye girmişti. Hamas saldırısıyla, İsrail’le normalleşme süreci durdu. Ama geçen sene bu zamanda hatırlayın, Netanyahu ile Erdoğan BM Genel Kurulu’nda görüşmüştü. O yüzden, İsrail’de olacak gelişmeler önemlidir. İşler, ancak bölgesel dinamiklerle belki bir tarafa evrilebilir ama onun da garantisi yok. Hiç beklenmedik gelişmeler olabilir.

1-474.jpg

“4+1 toplantı sürece yardımcı olacaksa, neden olmasın?”

Soru: Tatar, 4+1 görüşme önerdi...

Prof. Dr. Sözen: Enteresan. Bana hiç abes gelmiyor açıkçası. Eğer böyle bir toplantı sürece yardımcı olacaksa, neden olmasın? Rum tarafı kabul edecek mi bilemiyorum, daha doğrusu hiç zannetmiyorum.

Annan Planı döneminde Burgenstock’ta “anavatanlar” vardı, İngiltere yoktu. Eğer Türk-Yunan yakınlaşmasını da arkalarına alıp yürümek isterlerse, bu formülü Rum tarafı kabul ettiği müddetçe, iyi bir etkisi olabilir.

“Mevcut iki liderlikle, Kıbrıslıların yürüteceği bir süreçten herhangi bir sonuç çıkmaz”

 

Mevcut iki liderlik olduğu müddetçe, kanımca, Kıbrıslıların yürüteceği bir süreçten herhangi bir sonuç çıkmaz. O yüzden bölgesel dinamiklerin ancak burada kolaylaştırıcı olması lazım. Ben hatta, Maria Holguin gibi, müzakere süreçlerini, ülkesi olan Kolombia’daki müzakere ve barış süreçlerini, eski bir diplomat ve dışişleri bakanı olarak bölgesel dinamikleri çok iyi bilen birinin, sadece kişisel temsilci değil, buradaki iyi niyet misyonunun, müzakereleri yürüten grubun başında olmasının çok faydalı olabileceğini düşünüyorum.

“Federasyon konusunda bilgilendirici kampanyalar yapabilir”

Soru: Yaşanan hayal kırıklıklarından sonra, bu süreçte sivil toplum nasıl hareketlenebilir?

Prof. Dr. Sözen: 2000-2004 döneminde sokaklara dökülen bir sivil toplum yok artık. Var da yok. Niye yok? Çünkü o dönemde, 2002’nin Kasım ayından itibaren, elimizde Annan Planı’nın birinci, ikinci ve üçüncü versiyonu vardı. Yani elle tutulur bir çözüm modeli vardı ve insanlar bunu saatlerce televizyonlarda konuşuyordu. Şimdi o yok, sadece Guterres çerçevesinden bahsedebiliriz. Elle tutulur bir şey yok ki, sivil toplum bunu alıp, organize olup sokağa dökülsün. Ama farklı farklı sivil toplum örgütleri, örneğin federasyon konusunda hem Kıbrıslı Türklerin, hem de özellikle Kıbrıslı Rumların daha çok bilgilendirileceği kampanyalar yapabilir. Buna ihtiyaç vardır. Mesela Belçika’nın federal yapısı, İsviçre’nin federal yapısı anlatılabilir. Finansal konularda işbirliklerinin birleşik Kıbrıs’ta bizi nereye götüreceği anlatılabilir. Sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin bu yönde çalışmalar yapması gerekir diye düşünüyorum.

Bu haber toplam 1421 defa okunmuştur