
Gazeteciler için dünyanın en büyük cezaevi
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) yayımladığı 2012 bilançosunda; Türkiye'nin, hapishanelerindeki 42 gazeteci ve 4 medya çalışanıyla “dünyanın en büyük cezaevi” haline geldiği belirtildi.
Dünyada basın özgürlüğü
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) yayımladığı 2012 bilançosunda; Türkiye'nin, hapishanelerindeki 42 gazeteci ve 4 medya çalışanıyla “dünyanın en büyük cezaevi” haline geldiği belirtildi.
Dünyada basın özgürlüğü için mücadele veren örgüt, Türkiye’de tutuklu bulunan gzetecilerden 42’sinin gazetecilik faaliyetiyle bağlantılı olarak tutuklandığı kanaatine varıldığını açıkladı. “Bu durum, demokrasi açısından kendisini bölgesel bir model olarak gösteren bir ülke açısından acı bir tezattır” denilen rapordan alıntılar:
→ “Askeri rejimlerin sona ermesinden bu yana görülmeyen bu durum, Türkiye yargısının yapısal sorunları dikkate alınırsa hiç şaşırtıcı değil. Birinci nedeni, belirsiz ve geniş düzenlemelerle aşırılıklara yol açan ve halen çok baskıcı olan yasal çerçeve iken ikinci neden, bilgi özgürlüğünü savunanlar aleyhine tesis edilen güvenlikçi hedeflerden hareketle gönüllü olarak paranoyak tavır gösteren adli kültürdür.”
→ “Tutuklu gazetecilerin çoğunun Kürt medyasının temsilcileri olması, haberleşme özgürlüğü ile Kürt
Sorunu’nda barışçıl çözüm arayışının birbirinden ayrıştırılamaz niteliği bulunduğunu bir kez daha
gösteriyor.”
→ “Sınırlı yasal reformlar, medya profesyonellerine yönelik ‘Terörle Mücadele’ adına girişilen tutuklama,
baskın ve kovuşturmaların ritmini dizginleyemedi. Baskıcı yasalar üstüne temellenen güvenlik merkezli
yargı pratiğiyse, bilgi özgürlüğü ve adil yargılanma haklarına pek saygı göstermiyor. Bu olgu, şimdilik
halen canlı ve çoğulcu görünen medyatik manzara bakımından yeni bir yıldırıcı iklimin yayılmasına
neden oluyor.”
→ “Geniş ve çeşitli medya ortamına karşın eleştirel gazetecilik ve araştırmacı gazetecilik Türkiye’de
sıklıkla suçlama konusu yapılıyor. Kürt Sorunu’nda tansiyonun yeniden yükselmesi bu eğilimi daha da
kamçıladı.”
MASUMİYET KARİNESİ
Köksal Ergüden isimli Yenidüzen okuru, geçen hafta Çarşamba günü (19 Aralık) bazı gazetelerde yer alan bir cinsel istismar haberiyle ilgili olarak aşağıdaki notu gönderdi:
“Yine bir yargılanmadan suçlu ilan edilme durumu ve özellikle çocuklarımızı olumsuz etkileyecek bir haber yayımlandı. Bir babanın öz oğluna cinsel istismar iddiası. İlginçtir, bu haberleri her zaman abartan KIBRIS gazetesi olayı ön sayfada en altta bir bantla duyurdu. Havadis gazetesi tam sayfa verdi, ‘Böyle Baba Olmaz Olsun’ başlığını kullandı. Star Kıbrıs gazetesi, ‘Kıyamet alameti’ başlığıyla verdi. Kıbrıslı, ‘Lanet olsun’ başlığını kullandı. YENİDÜZEN haberi hiç yayımlamadı. YENİDÜZEN’in habere hiç yer vermemesini ve diğer gazetelerin bu meseleyi ele alış tarzını yorumlamanızı istiyorum.”
Yenidüzen okur temsilcisi olarak, diğer gazetelerin haberleri veriş biçimlerine ilişkin değerlendirme ve eleştiri yapmam, takdir edersiniz ki görev sınırlarımı aşar, doğru da değildir. Sadece şunu diyebilirim: Yargıya intikal etmiş konularda, masumiyet karinesi zaman zaman görmezlikten geliniyor. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, ortada bir iddia var. Suçlanan kişi, mahkûmiyet kararı verilene kadar zanlı konumundadır. Haber yapılırken bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Not: Masumiyet karinesi, suçu yargı tarafından kesinleşene kadar kimsenin suçluymuş gibi değerlendirilemeyeceğini belirten bir evrensel hukuk ilkesidir.
YILIN ASPARAGASI: ŞİRİNCE
Maya takvimine göre 21 Aralık’ta kıyametin kopacağı ve İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyünde bulunanların kurtulacağı söylentisi üzerine kurulu asparagas habere medyadan başka inanan olmamış gibi görünüyor. Tom Cruise’un Şirince’de yer ayırttığı haberini Türkiye’nin anlı şanlı gazetleri (Habertürk, Milliyet, Sabah) bile haber yapmıştı oysa. Angelina Jolie, Bradd Pitt, Jennifer Lopez ve daha nice ünlünün adı geçmişti haberlerde. 100 bin kişi bekleniyordu Şirince isimli köye gidecek.
500 kadar Türk ve yabancı gazeteci gitmiş Şirince’ye, kalabalığı ve kıyameti haber yapmak için. Ama onlardan başka gelen olmamış pek. Medya bir yalan atmış, kendisinden başka inanan olmamış. Esnaf da dertliymiş, beklenen turist akını olmayınca, hayal kırıklığına uğramışlar. Yılmaz Özdil, Hürriyet’te yayımlanan yazısında (22 Aralık) bu durumu gayet veciz biçimde ifade etmiş: “Bu durum… Türk basınının yalan haberlerle nasıl kandırıldığının… Ve kendisinin inandığı yalana, milleti de inandırmak için nasıl yalan söylediğinin kanıtıdır.”
Cinsiyetçi dil eleştirisi
Yenidüzen okuru Aysun Eyrek, Cenk Mutluyakalı’nın 17 Aralık tarihli, “Hangi iktidar için?” başlıklı yazısında kullanılan dille ilgili olarak aşağıdaki eleştiriyi gönderdi:
“Öncelikle gazetede üstlendiğiniz okur temsilciğini oldukça önemsediğimi belirtmek isterim. Gazeteyi yaklaşık bir seneden beri internet üzerinden takip eden biri olarak, bazı haber ve köşe yazılarında kullanılan dilin kadınlar açısından sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bunlardan bir örneğini de 17 Aralık 2012 tarihinde yayınlanan, gazetenin genel yayın müdürü Cenk Mutluyakalı imzalı “Hangi İktidar İçin?” başlıklı yazısında görüyorum. Yazar, yazısında Türkiye çıkışlı Kıbrıs’ta uygulanacak olan ekonomik paket ile ilgili eleştirilerini sunarak, Kıbrıs hükümetinin güçsüz olduğuna ve dışarıdan sağlanan bir iktidar tarafından yürütüldüğüne işaret ediyor. Ancak, yazar eleştirisini yaparken eril ve cinsiyetçi bir dil kullanıyor. Yazıda geçen, “Acaba diyorum şimdi, polisin bulduğu kutu kutu hap ve jel, transferlerle sağlanan ‘iktidar’ için mi?” cümlesinde Kıbrıs’ın iktidarsız olduğu ve iktidarını uyarıcı hap ve jel gibi dışarıdan takviyeler ile özdeşleştirdiği Türkiye tarafından sağlayabildiğini ifade ediyor. Yani yazar Kıbrıs’ı erkek olarak tanımlayarak, aslında hükümetin ‘adam’ olmadığını belirtiyor. Yazıda hükümet güç sahibi erkek olarak tarifleniyor. Medyada kullanılan eril dil ve ataerkil ideoloji, köşe yazılarına ve haber içeriklerine sızarak her gün vuku buluyor. Yazılı ve görsel medyada kullanılan haber dili, medyadaki cinsiyetçi temsillerin yeniden üretilmesini sağlar. Genel olarak eril ve egemen dilden toplumu arındırabilmek için, medya güçlü bir araç. Bu nedenle haberin, köşe yazılarının her yönüyle eril, egemen, cinsiyetçi dilden özellikle kurtarılması gerekir. Bence barış ve hak haberciliği yapmak, sadece editöryal olmamalı. Bir gazeteci, özellikle yönetim kadrosunda yer alıyorsa, gazetecilik sorumluluğunun yanında bireysel olarak da bunu sergilemeli.”
CENK MUTLUYAKALI’NIN YANITI
Köşe yazımın üzerine yapılan bu uzun değerlendirmede, ‘yani yazar’ denilerek ardından sıralanan ifadeler, sevgili okurumuzun kendisine aittir, yazıda böylesi ifadeler zaten yoktur. İlgili yazımda, (Kuzey) Kıbrıs'taki 'yönetim'in 'iktidarsız' olduğu ve bunu 'dışarıdan' takviye ile sağlamaya çalıştığı, bir ironi ve farklı güncel siyasi gelişmelerle anlatılmak istenmiştir. Ayrıca, ‘hükümetin milletvekili transferlerini sağlamak için kullandığı maddi kaynak’ iddialarına gönderme yapılmıştır. Benim açımdan, hepsi budur... Ayrıca düşüncem odur ki, köşe yazım üzerine yapılan bu yorumdaki ‘eril’ dil çok daha baskın ve dikkat çekici boyuttadır ve böylesini hiç aklına getirmeyenlerde dahi ‘cinsiyetçi temsillerin üremesi’ne katkı sağlamaktadır... Sanırım yazı ‘cinsiyetçi’ bir bakışla okunmuştur. Okurumuza hassasiyeti için teşekkür ederim; bu yönde, çok daha dikkatli olmamız gerektiğini bize yeniden anımsatmıştır.”
OKUR TEMSİLCİSİNİN YORUMU
Öncelikle, gazetecilerin, yazdıkları yazılarda cinsiyetçi göndermeler yapmaktan kaçınmalarının gerekli olduğuna inanıyorum. Aysun Eyrek’in eleştirisi, yazı yazanların “daha dikkatli olması” için bir uyarı niteliğinde.

















