
Gaile 522: Editörün Notu
Bu küçük coğrafyada verilen mücadelenin, yalnızca bir ada halkına ait değil, dünyada ve yanı başımızda insanlığın demokrasiyle bağını diri tutma çabalarına örnek olmasını temenni ediyoruz.
Kıbrıs’ın kuzeyi, 19 Ekim seçimlerinin ardından, uzun bir aradan sonra ilk kez derin bir nefes aldı. Tufan Erhürman’ın seçim zaferi, yalnızca bir partinin ya da ideolojinin iktidara gelişi değil; toplumun kendi kaderini yeniden eline alma iradesinin dışavurumu olarak görülebilir. Uzun yıllar boyunca “yönetilen” olmanın edilgenliğine sıkışmış bir toplum, bu kez değişim gücünü ve söz söyleme cesaretini ortaya koyabilmiştir. Bu cesaret, demokratik kültürün en kırılgan olduğu bir dönemde umudun filizlenebileceğine işarettir.
Ancak adanın kuzeyinde siyasette esen rüzgâr, güneyde ya da Türkiye’de aynı heyecanla karşılanmamıştır. Türkiye’deki milliyetçi-muhafazakâr çevreler, halkın demokratik iradesini görmezden gelerek yeniden ilhak söylemini ısıtıp önümüze koymuştur. Bu söylem, bir yandan kendi ülkesinde çöken demokratik değerleri meşrulaştırmanın, öte yandan Kıbrıslı Türklerin varoluşunu değersizleştirmenin aracına dönüşmüştür. Oysa burada ortaya çıkan irade, bir rastlantı değil; Kıbrıslı Türklerin kendi kimliğini, kültürünü ve siyasal özne oluşunu tanımlama çabasıdır. Kıbrıs’ın kuzeyi artık Ankara’nın iç politik hesaplarının pasif nesnesi olmayı reddetmektedir.
Güneyde ise, kuzeydeki bu demokratik uyanış temkinli bir mesafeyle izlenmiştir. Ada’nın iki yarısında yıllardır süren güvensizlik adeta bir duvar olmuş ve halen siyasetin temel reflekslerini belirleyip gerçek bir yüzleşmenin önünü tıkamaktadır. Oysa kuzeydeki değişim, Kıbrıs’ın güneyinde de barış dilini yeniden kurmak için bir fırsat sunmaktadır. İki toplum arasındaki diyalog, karşılıklı korkuların değil, ortak geleceğe duyulan inancın diliyle yeniden inşa edilebilir.
Bu dönüm noktasında Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin yaklaşan kurultayı, yalnızca parti içi bir demokratik yarış değil, aynı zamanda toplumsal muhalefetin yönünü belirleyecek bir süreçtir. CTP, tarihsel kökleriyle güncel sorumluluklarını dengeleyebilirse, “yönetmeye mecbur” bir halkın önünü açabilir. Kurultayın, geçmişteki dogmaların değil, geleceğe dönük ortak aklın zemini olması bu nedenle yaşamsal önemdedir.
Öte yandan, Ulusal Birlik Partisi’nde süregelen iç çekişmeler, statükonun kendi içinden çözülüşünü gözler önüne sermektedir. Güç ilişkilerinin dağılması, ideolojik bir dönüşümden değil, iktidar paylaşımındaki krizden kaynaklanmaktadır. Bu durum, Kıbrıs Türk siyasetinin uzun süredir kurtulamadığı “kişisel iktidar” döngüsünün bir yansımasıdır. Oysa siyaset, kişisel çıkarların değil, toplumsal sorumlulukların alanıdır.
Dünyada otoriter eğilimlerin giderek güçlendiği, savaş ve milliyetçilik söylemlerinin yeniden yükseldiği bir dönemde, Kıbrıs’ın kuzeyinde atılan bu demokratik adımın yalnızca yerel değil, evrensel bir anlam taşımasını umuyoruz. Bu küçük coğrafyada verilen mücadelenin, yalnızca bir ada halkına ait değil, dünyada ve yanı başımızda insanlığın demokrasiyle bağını diri tutma çabalarına örnek olmasını temenni ediyoruz.
Bu ay Gaile’nin sorusu şöyle belirlenmiştir: “İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma karşı giderek artan uluslararası tepki var. Dünyanın her yerinde on binler sokaklara dökülüyor, aktivistler eylemler yapıyor, uluslararası bir ‘dayanışma ruhu’ sergileniyor. Sizce Gazze insanlığın geleceği adına yeni bir milad olabilir mi?” Soruyu yönelttiğimiz kişiler; Doğuş Derya, İlksoy Aslım ve Gizem Caner olmuştur.
Gaile 522'deki diğer yazılarda ise, dünyanın, insanın ve kültürün iç içe geçmiş acılarına, kimliğine ve direncine dair güçlü bir yankı duyuluyor. Marie Louise Winbladh, Gazze’deki kültürel mirasın yok edilişini sömürgeci arkeolojinin tarihsel mirasıyla ilişkilendirirken; Mehmet Burhan, Kıbrıs Türk toplumunun dönüşüm arayışını Tufan Erhürman’ın olası liderliği üzerinden sorguluyor. Münevver Özgür Özersay, “Sade Günce”sinde savaş ve yıkım karşısında içsel bir yüzleşme yaşıyor; Sinan Evcan adalet ve duyarsızlık arasındaki ince çizgiyi, foie gras’tan Gazze’ye uzanan çarpıcı benzetmelerle gözler önüne seriyor. Yılmaz Akgünlü ise insanın başkalarının acısı karşısındaki durumunu felsefi bir derinlikte tartışıyor. ‘Dava’ romanın 100. yılı ve roman yazarı Kafka’dan yola çıkan Hakkı Yücel ise, edebi çözümleme yanında, bugünün dünyasının temel karakteristiklerinden ‘görünürlük/görsellik’e karşı, varoluşsal bir duruş olarak ‘varolmadan görünmek’e dair notlar düşüyor.
Dilek Kadıoğlu teknolojik gelişmelerin sanat üzerindeki etkisini tarihsel bir perspektiften ele alarak fotoğrafın icadından günümüzde yapay zekâya kadar uzanan sanatsal tartışmaları incelemiş, Ecrin Bulut ise Kıbrıs’taki dil, kimlik ve kültür ilişkisini sosyolojik bir bakışla değerlendirerek dilin birleştirici değil, bazen ayrıştırıcı bir toplumsal unsur haline gelişini sorgulamıştır.
Keyifli okumalar…
Gaile Yayın Kurulu
Ahmet Güneyli
Emel Kaya
Hakan Karahasan
Hakkı Yücel
Münevver Özgür Özersay
Yılmaz Akgünlü
Ağ Editörü ve Kapak Tasarımı: Hüseyin Özbarışcı
Yayıncı: yeniduzen.com
















