1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Fİ: "Bu Hikayenin Sadece İnanılmaz Tarafları Gerçektir"
Fİ: "Bu Hikayenin Sadece İnanılmaz Tarafları Gerçektir"

Fİ: "Bu Hikayenin Sadece İnanılmaz Tarafları Gerçektir"

Ancak yabancı dizilerde izleyebildiğimiz rahat tavırları Türk dizilerinde görmek bize acaba bir şeyler değişebilir mi diye düşündürür oldu.

A+A-

 

Ceyda Alçıcıoğlu
calcicioglu@gmail.com

 

                Fi uzun zamandır “çok satanlar” standında turuncu kapağıyla dikkatimi çeken fakat; çok satanlar önyargım yüzünden uzunca bir süre varlığını reddettiğim bir popüler kültür romanıydı. Daha sonra romanın bir internet dizisine uyarlanmasıyla birlikte beni ve birçok kişiyi kendine çekmeyi başardı. Dizide Berrak Tüzünataç, Mehmet Günsür, Ozan Güven ve Serenay Sarıkaya gibi yetenekli oyuncular yer alınca ne olduğu hakkında merak uyandırdı. Etrafta isminin sıklıkla dolaşmasıyla da birlikte ilk sezonu yayınlanan diziyi takip etmeye başladım ve daha sonra da Fi isimli kitabı okudum. Akilah mahlaslı Azra Kohen Sarızeybek’in Fi, Çi, Pi isimli üçleme kitabı var. Bir psikolog olan yazar her ne kadar kendisini yazar olarak tanımlamasa da toplamda 9 kitap yazmak istediğini söylüyor. Yazarın Aeden adında ütopik bir romanı daha var. Bunun dışında Gör Beni ve Dinle Beni adlı romanlarının da yakın zamanda yayımlanacağını söylüyor.

Evlerin salonlarında en güzel köşeyi kapan televizyon birçok kişinin hayatında yer almakta.  Kıbrıs kanallarında 'Kıbrıs sorunu nasıl çözülür, bu hafta birinci ligde kim oynayacak ya da sağlığımız için doktorunuz ne tarz yiyecekler tüketmeniz gerektiğini açıklıyor' başlıklı konular dışında bir alternatif olmadığı için, kafayı boşaltmak adına Türkiye televizyonlarında yayınlanan diziler, yarışma programları izlenmek için tercih ediliyor. Benim çocukluğuma denk gelen İkinci Bahar, Çemberimde Gül Oya, Gül Beyaz gibi dizilerin yerini şu an için realiteden uzak zengin-fakir ilişkisi, gelin kaynana kavgası gibiacı, dram kokar diziler yer almış durumda. Benim için Türk dizileri aşağı yukarı iki saat süresince yayınlanan, oyuncuların çalışmaktan bezmiş hallerinin hissedilir olduğu, konularının genellikle aşk, ihtiras, aldatma olan ve en az yarım saat reklam izlemek zorunda kalınan, gece otururken vakit öldürelim diye yaratılmış kocaman bir sektörün ürünüdürler. Tabi bu dönemde de başarılı olan alternatif, zekasıyla, esprileriyle ya da gerçekliğiyle bizi etkileyen Leyla ile Mecnun, Behzat Ç., Kayıp Şehir, Kardeş Payı ve İşler Güçler gibi diziler de yok değil ama onların da ömrünün çok uzun olamayacağını yaşayıp öğrenmiş olduk.Örneğin Kayıp Şehir adlı dizide trans bir bireyin görünürlüğü, arka sokak klişesinden uzak gerçek bir şehir hayatı gösteren bu dizi belli ki rahatsızlık uyandırmıştı ki hemen yayından kaldırıldı. Veyahut diziden bağımsız olarak, Leyla ile Mecnun ekibinin Gezi olaylarına destek vermeleri tahammül edilir değildi ki televizyon patronlarını kızdırmış ve dizi yayından kaldırılmıştı.  Türk dizileri bir nesli halen daha ekranlara mahkûm etse de haberleri bile internetten okuyan, gelişmeleri sosyal medyadan takip eden nesil dizileri de internetten takip etmeye başladı. Televizyonlardaki reklamların sahteliğine karşılık Youtube bloggerlarını takip etmek daha eğlenceli ve bize daha samimi geliyor ya da internetten yabancı dizileri hiç reklamsız izlemek daha keyifli.

                Türkiye senaristlerinin “Yerli Dizi Yersiz Uzun” adıyla başlattığı kampanyayla birlikte, televizyon dizilerine alternatif olarak internet üzerinden takip edilebilen yeni bir dizi türü doğdu. Hayatımıza giren internet dizisi kavramına ne kadar da alışık olmasak da adapte olmak bizim için çok zor değil. Hal böyle olunca internette izlenebilecek olan dizilerin içerisine yedirilmiş reklamlar pek de gözümüze batmıyor, öpüşme, sevişme sahneleri daha uzun sürebiliyor, dizilerde içki sigara içilebiliyor oldu, yani RTÜK aradan çekilmiş oldu. Ancak yabancı dizilerde izleyebildiğimiz rahat tavırları Türk dizilerinde görmek bize acaba bir şeyler değişebilir mi diye düşündürür oldu.

                Fi hem çekim hem ses kalitesi hem de ışık kullanımı açısından etkileyen bir dizi. Aynı zamanda müziklerini de Cem Öget’in yaptığı dizi tadından yenmeyecek cinsten. Oyuncuların ışıltısı, yeni bir platformda yeni ve cesur bir iş yapıyor olmanın heyecanı özellikle ilk bölümlerde gözümüze çarpmakta. Bu hem dizideki korkusuz sahnelerde hem de boş diyaloglar yerine daha akıl üretimi olan sohbetlerden anlaşılıyor. Kişisel gelişim kitaplarındaki cümleleri sıklıkla duyup bizi biraz kendinden soğutsa da dizinin izlenilesi pek çok yanı var. Kitapta bahsettiği olayların birçoğu dizide yer almasa da kitaptaki aksiyonu aratmayacak şekilde senaryosu şekillendirilmiş. Karakterler dizide tarif edildiğinden pek de farksız değil. Kitabı dil açısından çok yetkin bulmasam da hikâye anlatımı açısından çok da başarısız değil. Çeşitli anlatım bozuklukları ve dildeki acemilik göze çarpıyor. Bunun yanında konuşma dilinin kitap içesindeki diyaloglarda yer alması benim için rahatsız ediciydi. “Gelicekti, bişey, yapcaz” gibi günlük dildeki kullanımların bir roman içerisinde yer alması profesyonellikten uzak geliyor. Anlaşılmaz, dil birliğini bozan durum oluşturuyor.İşlediği konuların varoluşu sorgulatması, satır aralarında okuduğumuz iktidar eleştirisi, dünyevi dertlerin küçüklüğü açısından okuması zevk veriyorsa da yazarın didaktik dili göze batıyor. Sanki yazar aklına gelenleri yazmak istemiş de bunun için bir roman kurgulamış hissi yaratıyor, bu da edebi dili köreltiyor haliyle.

Bir psikolog olan yazarın karakterler üzerinde yaptığı psikolojik çözümlemeler ilginç. Hikâye obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan Can Manay’ın etrafında gelişiyor. Kendisi bir psikiyatr olan Can Manay bir televizyon programında canlı terapi yapıyor. Yazar hem kitapta hem de dizide psikolojik rahatsızlıkların utanılmaması gereken problemler olduğunu ve bunu ekranlara taşıyarak topluma fayda sağlayacağını savunuyor. Tabi ki genellikle özel seanslarda tartışılan bu konuların, neden milyonlar önünde tartışılmak istensin konusu da ayrı bir mesele olarak akıllarda soru işareti yaratıyor. Fi sayısı bu karakterin güzellik ve mükemmellik takıntısıyla karşımıza çıkıyor. Antik Yunan ve Mısır’da kusursuz sayı olarak kabul edilen bu geometrik ve sayısal oran mimarlık ve sanatta kullanılmış, Fi’de ise Can Manay tarafından takıntı haline getirilmiş. Yani aslında derin felsefe içeren bu oranın dizide tarihi geçmişine pek de değinilmemekte. Can Manay, kendisinin kullanma kılavuzu olan narsistik bir kişilik. Büyük bir sırrı olan, bunun peşine düşene ağzının payını veren, iyi mi kötü mü olduğuna pek de karar veremediğimiz bir karakter. Can Manay altın oran takıntısı Duru isimli bir dansçıda hayat buluyor. Duru’nun mükemmel dans edişi ve güzelliği karşısında kendisine hâkim olamayan Can Manay’ın Duru’yu elde etme çabası aslında genel olarak tüm hikâye. Kısacası yine dizide aşk, ihtiras, aldatma hikayesi izliyoruz. Yine kadının adeta bir meta halinde elde edilebilecek bir şey olduğu, kandırılacak kişi olduğunu görüyoruz. Duru ise kendi güzelliğinin fazlasıyla farkında, hırslarıyla başa çıkmaya çalışan bir dansçı olarak karşımıza çıkıyor. Kendini sahnede var edebilen bu kadının sevgilisi, Deniz karakteri ise yetenekli, ilkeleriyle yaşayan, düşünceleriyle kendine hayran bırakan bir müzisyen. Özel bir üniversitede müzik hocalığı yapıyor. Tek derdi akademiden mezun olacak öğrencilerle iyi işler yapmak ve onlara iyi bir gelecek hazırlamak. Kitapta Deniz karşımıza, yeteneği ile başa çıkamayan, aklındaki müthiş fikirleri hayata geçiremediği için adeta acı çeken ve bu düşünceleri bastırmak adına kendini esrara veren bir karakter olarak gösteriliyor. Dizide ise esrar içtiğine pek de rastlamıyoruz. İçinde bulunduğumuz acımasız dünya düzenin farkında, kendi hayatında ve etrafında olup bitenleri iyi çözümleyebilen biri olarak gördüğümüz Deniz, dizide de pek farklı lanse edilmemekle birlikte, dizide Duru’ya popüler olmak adına kendini ön plana atmaması adına yaptığı baskı göze çarpmakta.

Dizide görsel malzeme olarak yine zenginlerin hayatındaki şaşaa kullanılmaktan çekinilmemiş. Zira Can Manay isimli karakter ülkenin en zengin isimlerinden biri. Bunun yanında Duru ve Deniz de aslında çok kazanmamalarına rağmen mirasları sebebiyle hali vakti yerinde insanlar. Diğer Türk dizilerinde bizi izlemeye davet eden güzel kadın ve erkekler, cicilibicili giysiler, güzel arabalar burada da bizi kendine çekiyor açıkçası. Normal dizilerden farklı olarak ise, bu arabaları, telefonları, elektronik cihazları dizinin içerisinde yedirilmiş olarak görmekteyiz. Buna uygun olarak ise senaryo kitaba göre değiştirilmiş. Örneğin Özge karakterinin çıkarmak istediği dergi, kitapta matbaa dergisi olarak sunulmakta, dizide ise bir internet gazetesi olarak kurgulanmaktadır. Bu sayede Özge’nin evine getirilen bilgisayarlarla hem reklam yapılmış hem de günümüze göre düzenleme yapılmış.

Kitapta yer yer yazarın kendi kendine konuştuğu fikrine kapılıyoruz. Hayat hakkında edindiği fikirleri karakterleri konuşturarak bize anlatmaya çalışması bir yandan samimi bir his bıraksa da bir roman mı yoksa kişisel gelişim kitabı mı okuduğunuzu anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Aynı durum format gereği dizide de yer almakta. Aynı fikirler dizide olaylar daha seri bir şekilde aktığı için ara ara yedirilmekte fakat o kadar da göze batmamakta.

Kısacası, Fi hem kitap olarak hem de dizi olarak fazlaca karşımıza çıkıyor. Doğuş Grubu’na ait olan Puhuu TV’de yayınlanan Fi dizisi ilk günden 4 buçuk milyon izlenmiş yani internet üzerinden de dizi yapıldığında tutuyor olduğunu bize gösterdi. Klasik bir Türk dizisinden farklı olarak, iyi oyuncuların oynadığı, kaliteli müziğin yer aldığı, arada sırada “kendini gerçekleştirmek”, “istersen her şeyi başarırsın” cümlelerini bol bol duyacağınız bir dizi izlemek isterseniz Fi sizin için biçilmiş kaftan. Bunun yanında Azra Kohen’in kendi hastalarından ilham alarak yazdığı, fakat kurgu ve yazımda sıkıntıları olan kişisel gelişim kitabından hallice bir roman okumak isterseniz de Fi alevli kapağıyla sizi beklemekte.

 

Bu haber toplam 7743 defa okunmuştur
Gaile 430. Sayısı

Gaile 430. Sayısı