1. HABERLER

  2. KÜLTÜR & SANAT

  3. Farazi bir çağda farazi bir Kıbrıs Krallığı varmış...
Farazi bir çağda farazi bir Kıbrıs Krallığı varmış...

Farazi bir çağda farazi bir Kıbrıs Krallığı varmış...

Kabare türündeki oyun bir yönetim şekli olarak demokrasiyi hicvediyor...

A+A-

Murat OBENLER

Girne Belediyesi’nin düzenlediği Kıbrıs mitolojisi/Kıbrısı anlatan müzikal veya müzikli oyun yazma yarışmasının birincisi olan oyunun yazarı Burçhan Göze ve oyunu sahneye koyan yönetmenlerden birisi olan Derman Atik ile “Pygmalion Bir Demokrasi Müzikali” adlı oyun üzerine konuştuk. Oyun yazarı Göze’nin deyimiyle 2 bin yıl öncesinin sorunları ile günümüz sorunlarının ortaklığını gösteren oyunu konuşurken mitolojiden dönemin sosyal sınıflarına, dönemin saray kavgalarından aşklarına, felsefe tartışmalarından demokrasinin sancılı keşif sürecine ve günümüzün bencil,çıkarcı ilişkiler sisteminden siyasetin çirkinliklerine, ülkemizin güzel kalabilmiş geleneklerinden demokrasinin 2022’de vardığı safhaya kadar birçok konuyu da Büyük Han’da kurduğumuz kültür-sanat sofrasına yatırdık...

 

Göze: “Yazar olmak niyetim yoktu ama küçüklükten beri kafamda birşeyler yazıyordum.”

Kıbrısta bilmeyenler için sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Burçhan Göze: Ben oyunculuk ve oyun yazarlığı yapıyorum. Eşim Özge Günay Göze ve ben Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi oyunculuk mezunuyuz ve aynı zamanda ikimiz de 2010 yılından itibaren DT oyuncusuyuz.  İstanbulda eşimle birlikte Altı Üstü Kabare adlı tiyatromuz var ve orada oyunlar oynuyoruz. Konservatuarda okurken yazarlıkla ilgili bir fikrim yoktu ve yazar olmak niyetim de yoktu ama küçüklüğümden beri kafamda birşeyler yazıyordum. Eşim ilişkimizin ilk zamanları beni bu durumdan dolayı psikoloğa bile götürdü. Mezun olunca oyun oynamak için arkadaşlardan çok oyun yazmalarını istedim ama arzu ettiğim şey gelmeyince ben bir oyun yazayım diye yola çıktım ve yazdığım oyun çok beğenildi ve onu sahneledik.“Sahte Gerçekler” adlı ilk oyunumu bar tiyatrosu şeklinde sahneledik. Daha sonra bu oyunum DT’nda fuayede alternatif sahne olarak oynandı. Sonrasında Bursada bir oyun yazma yarışmasına girdim ve 4 oyunda birden oynadığım dönemde yazdığım oyun orada 3.oldu. 3 ay sonra yapılan bir başka yarışma için de bir oyun yazarak yine derece aldım. Yazabileceğim konusunda kendim ikna olduktan sonra günceli anlatan kabare tiyatrosu oyunları yazmaya başladım.
 

1650615669391.jpg

Göze: “Yazar özgün ve özgür olmalıdır. Yönergelerin dışına çıkılmış bir oyun olarak Pygmalion mitolojisi hikayesiyle yarışmaya başvurdum.”
 

Kıbrısta Girne Belediyesi’nin yarışmasına katılım sürecini biraz dinleyebilirmiyiz...
Göze: Pandemi döneminde tüm tiyatrolar kapatıldığı için sahneye çıkmadık. O dönemde Girne Belediyesi, Kıbrıs mitolojisi/Kıbrısı anlatan müzikal veya müzikli oyun yazma yarışması açtı ve ben de eşimin de çok istemesiyle birlikte bu yarışmaya katıldım. Neden katıldım çünkü bir yazar özgün ve özgür olmalıdır. Böyle yarışmalardaki yönergeler her zaman yazarı kısıtlar ama ben yönergelerin dışına çıkılmış bir oyun olarak bu Pygmalion mitolojisi hikayesi ile yarışmaya başvurdum.
 

Neden Pygmailon mitolojisini tercih ettin?
Göze: Pygmalion çoğu yerde köylü olarak geçiyor.Yine birkaç yerde prens olarak geçiyor oluşu beni cezbetti ve ben onu güzel bir şekilde yorumlamayı istedim. Oyunumuz kabare değil ama kabareden de beslenen bir oyun.

Göze: “Sahneyi önce kafamda 20 kez oynarım ve sonrasında yazarım”

Nasıl bir yazım süreci geçirdin? Hazırlık,araştırma, yazım ne kadar sürdü?
Göze: Bir araştırma dönemi ve sonrasında da kurgu dönemi olur.Sahneyi önce kafamda 20 kez oynarım ve sonrasında yazarım. Ben oyunu kafamda defalarca kurar,bozarken evde eşimle iletişimde de zor bir dönem geçer.İnanmaycaksın rüyamda bile görerek bilinçaltı ile yazdığım sahneler vardır. 10-15 günde yazmayı bitiririm. Elimle yazmaya başladığımda silgi bile kullanmadan metni bitiririm.
Benim oyunlarda genelde “Ah şunu da ekleseydim” değil de “Yine ne çok yazmışım.Yeter ya.” oluyor. Kabarede de eşim yine beni “çok uzun yazıyorum,yazdığım metinden 2 oyun çıkar” diye uyarıyor. Ben yazdıktan sonra artık ben ölüyüm ve yönetmenin yorumuna kalıyor metin.

1650615669537.jpg

Buradan yönetmene dönmek ve “Neden yarışmada seçilen oyunlar arasından bu oyunu ilk olarak sahneye koymayı seçtiniz?” diye sormak isterim.
Derman Atik: Yarışmada seçilen eserlerin 3 yıl içinde oynanacağı ibaresi vardı ama biz daha bir yıl dolmadan karar verdik ve oynadık. Ben, Hülya Nutku, İzel Seylani ,Nazif Uslu,Türkey Öztigin,Aliye Ummanel,Metin Güler, Oskay Hoca “1.Müzikli ve Müzikal Oyun Yazma” yarışması jürisindeydik. Ben o süreçte oyunu yapmaya karar vermiştim ve Gibetsu ile Tiyatro Su’nun ortak oyunu olarak çalışmaya başladık.

 

Atik: “Sahnelenme öncekindeki son 15 günde oyunu finalize ettik. Ancak süreç bir yıl geriye gider.”

Çalışma süreci nasıl gelişti? Dönem oyunu olduğu için dekor,müzik, ses,dramaturji, oyuncu seçimi gibi konular nasıl ilerledi?
Atik: Oyunun sahnelenmesinden önceki son 15 gün oyunu finalize ettik. Ancak süreç bir yıl geriye gider. Ben oyuna karar verince metni Cenk Gürçağ’a verdim o da okudu ve oyunu birlikte yönetmeye karar verdik. Ben bireysel olarak 3 ay oyunun üstünde çalıştım(Son bir ayı Cenk ile). Sahnede şöyle yükseltiler olacak ve oyunu şöyle kurgulayacağız kararını da verdikten sonra dekor işine geçtik. Dekor için eski oyunlarda kullandığımız bazı malzemeleri kullandık(şanslıyız ki dekorlar depolarda yerli yerindeydi ve maliyet düştü).Kostümlerde ise Antik Yunan dönemi kostümlerini hazırladık.
Müzik kısmında ise Burçhan hocanın yazdığı şarkı sözleri oyundan çıkarılacak gibi değildi. Müzisyen Kamil Atik’e Kıbrıslı Rum müzisyen Adamos Katsandonis ile yaptığı müzikler üstüne bu sözleri yerleştirmesini istedim ve o parçalardaki rumca sözleri çıkararak bu sözleri ekledi. Zor bir süreç oldu ama çok güzel oldu.
Koronun söyleyeceği şarkılara halk danslarını da ekledim ve Kıbrısın kostümlerini giyen arkadaşlarımız bu dansları yaptı. İşin kolayına kaçıp bir folklor ekibini çıkarmak yerine dans işini tiyatro kadrosundan yarattım. Ortaya çıkan işten çok memnunum(küçük bir sahne arkası hareketi sıkıntımız var ama onu da çözeceğiz)

Göze: “Bu oyunu Türk-Yunan meselesi olarak değil çok fazla medeniyetin geçtiği ve izler bıraktığı bir medeniyetler kültürü üzerine yazdım.”

Oyun bu topraklarda ve Kibris ülkesinde geçer. Geçmiş ile bugünü birbirine bağlayan,farklı sınıfların hayatını yansıtan bir hikaye kurgusu ile hazırlanmıştır ve bol karakterli bir yapıya sahiptir. Siz yazar olarak karakterler arası,sınıflar arası,zamanlar arası ilişkileri ve geçişleri nasıl kurguladınız?

Göze: Evet oyunda çeşitli sosyal sınıfları görüyoruz.İşçisinden köylüsüne, tüccarından çiftçisine, işsizinden kölesine,öğrencisinden öğretmenine, zanaatkarından/sanatkarından bilimadamına,filozofundan kralına neredeyse dönemin her karakteri ve yapısı var. Kerhanezyum bile mevcut. Derman abi yurtdışından bir yazar olduğum için “Kıbrıs’ı bizden daha iyi anlamış” diyordu ya oyunu izlediğimde anladım ki Derman abi “Beni benden daha iyi anlamış”. Ben zaten bu oyunu Türk-Yunan meselesi olarak değil çok fazla medeniyetin geçtiği ve izler bıraktığı bir medeniyetler kültürü(Lidyalılar,Hititler, Rumlar, Osmanlılar, Mısırlılar, Fenikeliler vs.) üzerine yazdım. Yani sözü olan oyun değil de röntgen çekilen bir oyun yazdığımı söyleyebilirim. Bu tür oyunlarda durumun tümünü göstermelisin. İşçiler neler yapıyor,halk neler yapıyor, sarayda neler oluyoru gösterirsen (aynayı herkese tutarsan) seyirci kendini de bulur oyunda. Farklı meslekleri de(eskiden (MÖ.3.yy)ve bugün de olanları özellikle tercih ettim) herkese dağıtarak farklı izleyici kitlelerinin de kendini görmesini istedim. Üniversitede olan akademisyenler,öğretmenler vs. oyundaki Stoa okulu(Stoacılık)-Diyojen(Kinik felsefe)tartışmasını izlediğinde kendinden bir şey buluyordur. Tarımda çalışan birisi güncel “İthal tohum ekiyorum ama bana para kalmıyor” tartışmasını aklına getiriyordur. 2 bin yıl öncesinin sorunları ile günümüz sorunlarının ortaklığını da gösteriyor bu oyun.

 

“Bugün gördüğüm demokrasinin 500 yıl önceki monarşiden bir farkı yok. Demokraside de herkes kendi kralını seçiyor.”

Kral karakteri beni ayrıca cezbetti, oyun boyunca seyircide kendisini takip etme hissini yaratıyor. Gerek oyun metni gerek doğaçlama gerekse günümüz kabare anlayışını sahneye yaratmakta oldukça başarılı.
Göze: Cenk Gürçağ oldukça başarılı bir oyunculuk ortaya koyuyor. Kral ülkenin tek hakimi. Tarihten farklı krallıklar geldi geçti ama krallık dünya tarihinde hala daha yaşıyor. Biz onlara cumhurbaşkanı, başkan, başbakan, şansölye, prens vs. gibi isimler takıyoruz. Bize en yakın Osmanlı İmparatorluğu’nda padişah vardı,vezir ve bir meclis vardı. Meclis birşeylerin kararını alıyor ve en son sözü de pahişah söylüyormuş. Bugün de en son padişahın söylediği oluyor. Demokraside de herkes kendi kralını seçiyor. Bugün gördüğüm demokrasinin 500 yıl önceki monarşiden bir farkı yok. Eskiden babadan oğula geçerdi şimdi şahıstan yakın zümreye, tanıdığa geçiyor.

Atik: “Demokrasinin hayata geçirilmesi toplumların gelişmişlik düzeyi ile ilgilidir”

Sanki de oyun Kıbrıs medeniyet tarihinden bir yaprağı bizlere gösteriyor. İçinde Saray entrikaları, demokrasi tartışmaları, yaşam kavgaları, günlük siyasi tartışmalar,aşk vs. her şey var.
Atik: Toplumu temsil eden insancıklar zaten demokrasiyi bilmiyor, sancılı geçiş dönemleri yaşanıyor. Biz güncele geldiğimizde kendi ülkemizde demokrasi ile yönetildiğimiz söylemi var. Demokrasi bu mudur yani? Oyunda tek adamcılık ve monarşiden kurtulunmaya çalışılıyor. Bizim ülkemizde de geçmişte tek adamcılıktan kurtularak daha demokratik olunması meselesini konuştuk. K/T’nün oluşturduğu tüm siyasi yapılar demokrasi çerçevesinde yapılmadı mı? Demokrasi anlayışı bu mu olmalıdır? Temsili demokrasi yöntemi ile insancıkları seçip parlemontoya gönderiyoruz. Bu insancıklar oraya girdiğinde toplumun dayattığı çıkar ilişkisini hayata geçiriyor. Toplumsal olarak benim istediklerimi yapmıyor,kişisel işleri çözerek tekrardan tatlı koltucuğa seçilme gaylesi ile hareket ediyor. Biz demek ki toplum olarak o bilince sahip değiliz. Demokrasinin hayata geçirilmesi toplumların gelişmişlik düzeyi ile ilgilidir. Oyunda bu meseleler de veriliyor ve yazarın metni ile benim kafamdakiler örtüşüyor.

Göze: “Yazarın iki yolu vardır.Ya kendini zengin edecek ya da benliğini ileride zengin edecek. Ben 2’nciyi tercih ettim.”

Kibris ülkesinin kralı neredeyse her sahnede Büyük İskendere reverans çekiyor. Kimdir bu Büyük İskender?
Göze: 1984 romanında Big Brother kavramı vardır. Ordaki Big Brother her ülke için onun her zaman kurallarının geçerli olduğu bir üst aklı temsil eder. Yalandan bir mutluluk içinde bir sistem ama özüne baktığımızda tamamıyla sömürülen,tüketilen bir topluluk yaratan Big Brother’ler dünyası.  Bu kimileri için Amerikadır, kimileri için Putin’dir, kimileri için Boris Johnson’dur,Kim Yong’dur, kimileri için de kendi ülkesinin başındaki kişidir.Tarihte farklı krallar vb. formla devletleri yönetenlerden Moliere de, Lorca da, Brecht de,Aristofanes de çok çekmiş hatta kilise bir oyunundan dolayı afaroz ettiği için Moliere için mezar yeri bulunamamış. Yazarın iki yolu vardır.Ya kendini zengin edecek ya da benliğini ileride zengin edecek. Ben ikincisini tercih ettim. Bu benim dünyamda Big Brother’ler yoktur. 

Oyunda aşk da var kerhanezyum denen kadın bedenin sömürüldüğü yerler de var.
Atik: Matarme(zengin kız) ve Amatyes(fakir erkek) arasındaki aşkta reji anlamında farklı göndemeleri yapmaya çalıştık. Genç ve tiyatro deneyimi olmayan insanları kullandık. Bunlar bizler için çok değerlidir.
O dönemde kerhanezyum vardı bugün ise genelev vardır. Gerçek hayatımızda yine genelevlere bir talep vardır ve genelevlerde çalışan kadınlarla evlenen birçok insanımız vardır.

Güncel konularla ilgili espriler de çok iyi oyuna eklenmiş. Kabare işi çok iyi yapılmış.
Atik: Günlük espriler ile kabare tiyatrosunun misyonunu da seyirciye yansıttığımızı düşünüyorum. Son bir haftanın gelişmelerini bile farklı karakterlerin konuşmalarında görebilirsiniz. Bu konuda Cenk Gürçağ ile birlikte çalıştık. Yazarın yazdığının dışında davranışsal olarak da farklılıkları reji ile verdik.

Luricina karakteri de ayrı bir dikkat çekiyor. Sarayın soytarısı, her devrin adamı karakterinde çok başarılı.
Atik: Luricina her sistemde var. Hem krala hem sonrasında parlamentoda Digomo’ya hem de en son gelen Demetrius’a yalakalık yapıyor ve var oluyor. Haluk R.Serhun karakteri çok iyi yorumladı. Merhum Saffet Soykal ve Sahir Selışık(Cacci) da onun oyunculuğu ile sahneye yansıyor. Oyun kabare ile sürekli var oluyor.

Bu oyun Türkiye ve Kıbrıs dışında bir ülkede sahnelenirse nasıl seyirciye dokunabilir sizce? Seyirci tüm dönemsel ve güncel konuları anlayabilecek mi? Tiyatronun her yerde ayna tutabilme meselesi yani.
Göze: Oyun evrenseldir. Max Frish’in Andorra diye bir oyunu vardır ama oyunun Andorra ülkesi ile alakası yoktur.Eğer oyun seyircide orayla ilgili bir merak uyandırıyorsa yazar amacına ulaşmış demektir. Ben de bu oyunda kendime göre yöresel motifler koydum. Seyirci hellim, Afrodit tapınağı, Demetrius,Darius,Diyojen, Büyük İskender vs. merak ediyorsa amacımıza ulaştık demektir. Bir tek çok krallı bir yapıya sahip olduğu için o dönemin kralını bilmiyoruz.

Atik: “Ülkem ne kadar gelişmişse tiyatrom da o kadar gelişmiştir”

27 Mart Dünya Tiyatro günü heyecanının hemen sonrasında iki farklı ülkeden iki sanatçı kendi ülkelerini,sanatın geldiği noktayı, dünyadaki tiyatroyu vs. nasıl görüyor?
Atik: Tiyatro bir ülkenin aynadan yansımasıdır derler ya ülkem ne kadar gelişmişse tiyatrom da o kadar gelişmiştir. Çok fazla üstüne çıkarsanız zaten topluma göre uçuk kalırsınız. Entellektüel donanıma sahip olmayan seyirci oyuna giremez,keyif alamaz. Elbette ki sanat siyasetin önündedir ve yol göstericidir ama toplumsal yapının ne kadar önüne çıkabilirsiniz veya çıkmalısınız? Bu ayrıntı önemlidir.

Göze: Biz ülkemizde sanata değer verilmiyor diyoruz ama dünyada da sanata ne kadar değer verildiği meselesi hep tartışılagelmiştir. Hani önemsenmeyen şeyler bir gün kutlansın ve bitsin diye özel günler olur ya acaba tiyatro da o kategoriye mi giriyor? 27 Martları o yüzden çok sevmem.Biz tiyatroyla yaşıyoruz ve bize her gün tiyatro zaten. Derman abi ne diyorsa imza atarım ve üzerine de Türkiye Tiyatrosu yazarım.Türkiye’ye modern tiyatro çok geç gelmiş. DT, 1949’da kurulduğuna göre 70. Yıl desek bazı ülkelerin 3 bin,5 binli yıllarını kutladığının yanında çok az kalıyor. Türkiyede tiyatro adına ne kadar ilerledik derseniz çok çok az diyebilirim. Muhsin Ertuğrul seyirciye yönelik fuayeye “Oyun izleme adabı” yazıları koyuyordu bugün o adabı daha yakalayamadık. Seyirci her oyunu ayakta alkışlıyor. Çıkışta da “çok sıkıldım” diyor. Eleştirmenler ise her şeyi beğeniyor ve güzellemeler yazıyor. Oyunu izlemeden güzel diyen eleştirmenler bile var. Türkiyede dünyanın iyi tiyatrolarını izleme şansı zaten çok çok az.

Bu haber toplam 2497 defa okunmuştur
Etiketler :