
Ekonomi dediğin nane, rakam değil insandır.
Ulaş Gökçe: İnsan bir kez Tolstoy’u tanımaya görsün, perişan olur, kafasındaki tabular yıkılır, zihni açılır, dünya algısı dağılır ve tüm bunlardan dolayı nefesi kesilir, yüreğine büyük bir ağırlık çöker.
Ulaş Gökçe[i]
[email protected]
“Döğülmüşüm
Süğülmüşüm
Koğulmuş.
Siktir çekilmişim yani
Kendi öz yurdumda.
Bir meri keklik gibi
Çeker giderim”.
Enver Gökçe
İnsan bir kez Tolstoy’u tanımaya görsün, perişan olur, kafasındaki tabular yıkılır, zihni açılır, dünya algısı dağılır ve tüm bunlardan dolayı nefesi kesilir, yüreğine büyük bir ağırlık çöker.Coleridge’in ünlü bir lafı var: “O ki Hıristiyanlığı hakikatten daha fazla sevmeye başlar; sonra kendi mezhebini veya kilisesini Hıristiyanlıktan daha fazla sever; sonunda kendini her şeyden daha fazla sevmeye başlar” (He who begins by loving Christianity better than Truth will proceed by loving his own Sect or Church better than Christianity, and end in loving himself better than all).1901 yılında Rus Ortodoks Kilisesi, tarihindeki en önemli kararlardan birini alarak 550 yıl Çarlığın belkemiği olmuş bir ailenin başını, yaşadığı dönemde ülkenin en önemli insanını; Kont Tolstoy’u aforoz eder. Tolstoy bu karara verdiği cevapta Coleridge’in yukarıdaki ifadesini aktararak şu sözle mektubunu tamamlar: “Ben bunun tersi bir yoldan gittim. Ben önce Ortodoks inancımı kendi huzurumdan daha fazla sevdim, sonra Hıristiyanlığı kendi kilisemden daha fazla sevdim. Şimdi de hakikati, dünyadaki her şeyden daha fazla seviyorum. Bugüne kadar da hakikat, benim anladığım şekildeki Hıristiyanlıkla uyuşuyor. Huzurlu bir şekilde bu Hıristiyanlığa bağlıyım ve neşe içinde yaşayıp, huzur ve neşe içinde ölüme yaklaşıyorum”. Tolstoy, hakikati Hıristiyanlığa tercih etti. Bizim ekonomi anlayışımız da, politik iktisadın ve rakamların ötesinde, böyle bir merkezde durur. Nasıl olduğunu açıklayayım.
Benim anladığım ekonomiyi ekonomistlere, Kıbrıs sorununu uluslararası ilişkiler uzmanlarına sormayacaksın. Size o kadar çok rakam ve BMGK kararı anlatırlar ki ne sorunu anlarsınız ne de çözümünü… Ekonomist öyle bir anlatır ki; ekonomi bilimi bize kızmasın diye kendi çocuklarımızı yememiz lazım sanırsın. Uluslararası İlişkiler uzmanı öyle bir anlatır ki; Kıbrıs sorunu denilen şey iki ergenlik çılgınlığı yaşayan toplumun savaşması değil de BMGK’de üretilen bir meseledir sanırsın. Yakından tanıdığım ve sevdiğim bir ekonomisti okuyorum. Mali disiplinden, denk bütçeden, “rantabl” olmaktan bahsediyor… Belli ki muhasebe ile ekonominin farkını hala anlamamış. Belli ki Kuzey Kıbrıs’ın tarihini ve siyasi durumunu tam bilmiyor. İnsan üzülmüyor, biraz olsun yurtseverlik, duygusallık beklemiyor değil. Etrafta bu ekonomistimiz gibi konuşanlara Kuzey Kıbrıs’ın siyasi ve iktisadi durumunu hatırlatmak istiyorum.
Kuzey Kıbrıs’ta bir zamanlar sanayi vardı. Bu ülkede ayakkabıdan küçük elektronik gereçlere kadar birçok şey üretiliyordu. Tüm bu sanayi, Kuzey Kıbrıs’ın vitrindeki ve onların arkasındakileri rahatsız etti. Çünkü burada güçlenen bir işçi hareketi, doğal olarak da bunun getirdiği sendikal hareket oluşmuştu. Sanayimizi bitirdiler. Fabrikaları peşkeş çektiler. Sonra köylerinde çiftçilikle, hayvancılıkla uğraşan veya zanaatkârlık yapanları devlete memur yaptılar. Bunun da nedeni buradaki küçük hükümdarların yeniden seçilmesini sağlamak ve sürerdurumu yaşatmaktı. Hani bugün ‘UBP en kötü durumda bile %30 oy alır’ diyorlar ya… İşte bu nedenle söylüyorlar. Sonra KKTC kuruldu. Dünya ayağa kalktı. BM “Sakın ha tanımayın” dedi. Sonra bir gün kralımız “Mademki devlet olmuşuz neden kendi mührümüzü kullanmıyoruz?” dedi ve bastı mührü Mağusa limanından giden ürünlerin gümrük belgelerine... Sonra ürünlerimize uluslararası ambargo geldi. Halk ayaklanmasın diye çiftçileri devlete almaya devam ettiler veya bugün hala devam eden ve “rantablcıların” itiraz ettiği yerli üreticiye devlet katkısı sistemi başladı.
Görüleceği gibi buradaki ekonomi sürdürülemez bir siyaset ile 19. yüzyıldan kalma milli ihtiraslar nedeniyle bugünkü haline geldi. Nedir bugünkü durum? Bugün siyasi, ulaşım, kültürel ve spor ambargoları altında ve uluslararası arenada “ganimet” olarak adlandırılan topraklarda yaşayan bir halk var. Bu halkın yaşadığı ülke her gün göç alıyor. İnsanlar kültürel kimliklerinin tehlikede olduğunu düşünüyorlar. Ekonomi, milli fikre hizmet etmesi amacıyla, tamamen devletin elinde bulunuyor. Yani sokaktaki her beş paranın neredeyse 3’ü devletten geliyor. Başka bir yerden geleceği de yok. Buradaki ekonomiyi ancak, Kuzey Kore veya Küba ile karşılaştırmak mümkün. Böyle bir ülkede, kapitalizmin merkezindeki şartları talep etmek bırakın bir ahlak sorunu olmasını aynı zamanda ekonomik akla aykırıdır. Bunun olabilmesi mümkün değildir. Diyorlar ki devlet küçülsün ve istihdam özele kaysın. Bunu bir ekonomistin savunması ekonomi bilimine ayıptır. Yahu Marx sizin meslektaşınızdı. Biraz olsun ahlak ve vicdan konusunda örnek alın onu… Burada ciddi bir özel sektör yok. Olması da mümkün değil çünkü üretim yok. Burada olan özel sektör de insanları köle gibi çalıştırıyor. Ne çalışma saatlerine dikkat ediyor ne de doğru dürüst maaş veriyor. Özel sektörün gelişebilmesi için hizmet ve mal üretimi ile dış yatırım gerekiyor. Mevcut mal ve hizmet üretimi kaçak işçilerle yapılıyor. Dış yatırım ise şaibeli kişiler tarafından ve yine kaçak işçiler aracılığıyla yapılıyor. İnsanlarımız hangi özel sektörde çalışacaklar? Diyorlar ki “Çağdaş dünyaya ayak uydurmalıyız ve devleti küçültmeliyiz”. Çağdaş dünyanın neresinde böylesi bir kukla yönetim var? Dünyanın neresinde askeri ve siyasi vesayet altında özel sektör gelişebilmiş? Dünyanın neresinde demokrasinin olmadığı bir yerde o çok sevdiğiniz kapitalizm gelişebildi? Devlet ekonomisinin hükmettiği yerde liberallerin özgürlükçü olmasını beklemek de saflık olur ancak bilinmesi için tekrar edelim. Sizin savunduğunuz serbest piyasa ekonomisini talep eden iktisadi ve siyasi liberalizm şunu savunur: özgür bireylerin özgür toplumunda hukukun üstünlüğü, özel mülkiyet ve özel teşebbüs en önemli meseledir. Burada mülkiyet şaibeli ve uluslararası yatırım açısından bir intihar gibi görülüyor. Memlekette hukukun üstünlüğü değil apoletin ve takkenin üstünlüğü hâkim. Bırakın diğer konuları, böyle bir yerde serbest piyasa ekonomisini nasıl kuracaksınız?
Uluslararası hukukun dışında bir ülke kuruyorsun; mülkiyeti başkasının, vesayet altında tutuyorsun, hukuk, adalet ve demokrasi yok. Ardından bu ülkenin tüm üretim araçlarını elinden alıp “memur olun ve susup oturun” diyorsun. Sonra da “ekonominiz devlet temelli, artık değişmeniz lazım, geri kaldınız” diyorsun. Şimdi böyle bir durumda benim de sana “Sen hele elini-ayağını memleketimden bir çekiver. Çekiver de ben ekonominin modernizasyonunu yaparım” deme hakkım yok mu? Hem üretmem için her türlü engeli koyuyorsun hem de üretmedim diye beni cezalandırıyorsun. Tüm bunlar işin teorik kısmı. İşin bir de toplumsal, duygusal, ahlaki ve vicdani yanı var.
Bu ülkede bir çözüm olmadığı sürece serbest piyasa ekonomisinin inşa edilmesi mümkün değil. Türkiye türü vahşi kapitalizmin, yani açlık sınırı altında yaşayan ciddi bir nüfus ile çok küçük bir azınlığın refah yaşadığı düzeni bile burada hayata geçirmeniz mümkün değildir. Şimdi ben “KIB-TEK veya DAÜ bu toplumun son üretim araçlarındandır ve halkımız için çok önemlidir” diyorum ama sen de rantabl olmaktan ve denk bütçeden bahsediyorsun ya… O zaman ben de senin gibi düşünüp şöyle diyeyim: doğru dürüst atıf almayan, bilime çok da katkısı olmayan makaleleri yazan senin yerine örneğin Polonya’dan bir akademisyen getirsek, 4 dil bilen bu akademisyen senin aldığın maaşın yarısına çalışsa ve en az senin kadar üretim yapsa fena olmaz mı? Aradaki farkı da özel teşebbüse harcasak ne güzel olur değil mi? Hani sen serbest piyasa diyorsun ya… Şimdi ben doğru dürüst hizmet vermeyen Kıbrıs Türk serbest piyasası yerine maydanozuma kadar Kıbrıs Rum kesiminden alsam benim için fena olmaz mı?Toplum denilen şey birlikte üretim demektir. Üretim araçlarını toplumun elinden aldığın zaman siyasi iradesi de elinden gider kendisi de dağılmaya başlar. Meselemiz toplumsal gurur değil budur. Hükümetin okumadan imzaladığı paketlerin ekonomik hedefi değil siyasi bir hedefi vardır. O da bu toprakları sendikasız, üretmeyen, üretimden tamamen koparılmış, Kıbrıslı Türklerden arınmış kılmaktır. Bugün sözde ekonomik gereklilikle kendini paralayıp bu pakete sahip çıkanlar şunu çok iyi bilmelidirler: yarın sıra, mutlaka, onlara da gelecektir.
Biz daha verimli ve daha çok çalışmalıyız. Evet, doğrudur. Kurumlarımıza gerçek anlamda sahip çıkmalıyız. Evet, bu da doğrudur. Ama bizim meselemiz başka. KIB-TEK, KOOP-SÜT, DAÜ, Ercan halkımızın bu topraklara tutunabileceği son yerlerdir. Kurumların verimliliği ve sürdürülebilirliği elbette önemlidir ancak daha önemli olan halkımızın batmaması, çözülmemesi ve bu topraklarda yaşamaya devam etmesidir. Hiçbir şey bundan daha değerli değildir. Bütçe, aldığımız maaşlar, alacağımız maaş artışları, rantabl olmak, sürdürülebilirlik ve diğer her şey halkımızın bu topraklarda yaşamaya devam etmesinden önemli değildir.
Ekonomi, ekonomi için değil insan içindir. Bizim insanımız içindir. O yüzden halkımızı ekonomiden daha fazla sevmeliyiz. Tolstoy’un gerçeği Hıristiyanlıktan daha fazla sevdiği gibi…
[i] Filolog

















