1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Derinliklerden” Bir Direniş Öyküsü
“Derinliklerden” Bir Direniş Öyküsü

“Derinliklerden” Bir Direniş Öyküsü

Tarih boyunca LGBTİ+ kültürün aktivist bağlamda gösterdiği direniş birçok örgüyle şekillenmiştir ve geçmişteki bu ayrımcı örnekler birer utanç tuğlası olarak insanlık tarihinin duvarında yer alır.

A+A-

Seçkin Tercan
tercans@yahoo.com

Ben bütün dehamı yaşamıma harcadım; yapıtlarıma yalnızca yeteneğimi harcadım.*

Dünyanın farklı şehirlerinde bir yığın yasaklamanın, hedef göstermenin ve gözaltının ardından her yıl haziran ayında kutlanan onur etkinliklerini geride bıraktık. Muhafazakâr yönetimlerin LGBTİ+ topluluğu üzerinde kurdukları baskı, kendilerini özgün bir dille kanıtlamak için kullandıkları yegâne uygulama oldu. Sistematik zorbalık, kimi zaman yasayla somut hâle getirildi ya da bugün uygulandığı şekliyle yasal olmayan yollardan sadece keyfi engellemelerle yapıldı. Kuir aktivizm için her adım mücadelenin önemli bir ayağını oluşturuyor ve politik anlamda görünürlük direnmenin vazgeçilemez bir paydası olarak her daim önemini koruyacak. Görünür olmak zorunluluk değildir ancak aktivizmin toplumsal ve politik bağlamda yaygın ögelerinden biri olarak düşünülebilir. Sanat, bu anlamda hem LGBTİ+ sanatçılar için hem de esere dâhil olan öznenin kendi öyküsüyle beraber taşıdığı temsilleri ifade etmesi bağlamında güçlü bir işleve sahiptir.

Sanat tarihinde portrenin resim geleneği ile başlayan öyküsü sayısız işleve sahiptir ve tartışmasız bir şekilde öznenin temsili üzerine üstlendiği yetkinlik betimlenen suretin en sık kabul gören paydası olmuştur. Bir kimlik aparatı vazifesiyle portre, Antik Yunan’da Yaşlı Plinius’un Doğa Tarihi yapıtında da ifade edilmiş; Kortintoslu genç kız Butades savaşa giden sevgilisinin duvara düşen gölgesinin iz düşümünü almış ve bu şeklide tanımlanan öykü de bir hatıra olması bağlamında temellendirilmiş ve figüratif sanatın doğuşu anlatılmıştır.[1] Sanatta gerçekçi ifadenin ve teknik yeterliliğin tartışmalı zeminini oluşturan portre geleneği, öznenin temsilini sağlaması sürecinde sureti ne derece aslına uygun gösterdiği ya da idealize ettiği yükümlülükleriyle donanmıştır. Antik Mısır’da Roma dönemine özel, M.S. 1. ve 3. yüzyılda çoğunlukla Fayyum bölgesindeki mumyaların baş kısımlarına eklenmiş olan portreler ölmüş kişiye dair gerçekçi bir temsil olma vasfını binlerce yıl önce üstlenmiş ve aynı zamanda geçmişin anlatısını idealize bir aktarım ile bugüne taşıyan en eski örneklerden olmuştur. (Görsel 1) Ölü portreleri, bugün kimi cemaatlerin mezar taşlarında ölünün kimliğini görsel anlamda nitelerken, ölüyle ilişkili başka bir örnek ise kimsesiz cesetlerin de onları arayan yakınlarına kendilerini fotoğraflar aracılığıyla tanıtacak sıra dışı işlevdir. Böylece kimliğin gerçekleşmesine dair fotoğrafın edindiği saklı hafıza gün yüzüne çıkmayı bekler.

gorsel-1-001.jpg

Fotoğraf bir biriktirme aracı olarak muhafaza etme düzlemi olmayı uzun yıllar önce üstlendi. İstisnasız tüm toplum birimleri için hem bir hafıza aygıtı oldu hem de bir kanıtın nişanı olması işlevini sürdürmeye devam ediyor. Portre geleneği, fotoğraf tekniğinin geliştirilmesi ile birlikte derin bir başkalaşım geçirmiş ve surete özel temsil sorununu (kısmen doğruluk payına sahip bir beklentiyle) hızlıca çözdüğüne dair bir algı oluşmuştur. Modern devletlerin kimlik tanımında eşkâli tespit etmek için sıklıkla zorunlu tuttuğu vesikalık benzeri portreler, tarihsel anlatıdaki örnekleriyle paylaştıkları bir işleve sahiptir. 1871 Paris Komünü’nde fotoğrafları çekilen komüncüler için oluşturduğu kanıt işlevi otoritenin işine yararken, bireyler hatıra beklentisiyle beraber görünür olma aracı olarak fotografik görüntüyü kullanmıştır. Bir kanıt oluşturmak sadece otoritenin başvurduğu bir araç değildir, bugün günlük yaşamda bireyler cep telefonları aracıyla da fotoğrafa bu bağlamda başvurmaktadır. Günümüzde devletlerin bazı koşullarda (eylemlerde polislerin) fotoğraf çekilmesi hususunda yasa yapmasının asıl sebebi de tam olarak bu durumdur. Fotoğraf görünür olma aracı olarak ise iki uçlu bir işlev üstlenir; birincisi bireyin kendi öz varlığını pekiştiren daimi bir kanıt oluşturmaktır, ikincisi ise bu görünürlük iletişimin önemli bir etkenine dönüşür ve öznenin kendi oluşuyla aynı koşulları paylaşanlar için bir aura yaratır. 20. yüzyılın önemli kavramlarından biri olan görünürlük; kimliğin bir uzantısı olarak bireyin kendini var etme şeklidir ve kimliğe dair oluşan tespit kamusal alana özeldir.

Fotoğrafta portre geleneği birçok bağlamda resim sanatının getirdiği biçim ve içerikten fazlasıyla alıntıda bulunmuştur. Bu, fotoğraf sanatı için öncül bir biçimlenmedir ancak bir süre sonra objektif bir dilden ziyade sahibinin hususiyetini taşıma paydası fotoğraf sanatındaki portre geleneğini de kendine özel farklılıklara sevk edebilmiştir. Fotografik portre, öznenin kendisi için ya da özneyle ilgisi olanlar için bir hafıza düzeneğidir. Suret kalıcı gösterge hâline gelmenin ya da temsil ettiklerini pekiştirmenin ötesinde bir idealin içinde görünen benliğe dair bir kurgudur. Fotografik portreler özellikle 19. yüzyılda gerçekle kurdukları bağ sebebiyle özneye yeni bir alan açmıştır. Fotoğrafı çekilen kişi, doğrudan öz benliğini temsil eden bir sunu içine girebildiği gibi öte yandan göstermek istediği ideal kurguyu da bir sahne oluştururcasına düzenlemiştir. Görünür olmak bu bağlamda hem bir ideali barındırır hem de genele dair bir uzantı oluşturur. Fotoğraf, kültür tarihinde görünür olmanın dolaylı aygıtı olarak kurmacayı edebi bir düzlemde deneyimleyen Oscar Wilde için de yetkin bir araç olmuştur. Wilde, devlet eliyle uğradığı ayrımcılığın karşısında dik durmuş ve özgün var oluş öyküsünü bu duruşuyla savunmuştur. Oscar Wilde’ın yaşadığına benzer bir ayrımcılığın örneğini anlatan “The Imitation Game” filmiyle 2014 yılında beyazperdeye taşınan bir diğer öykü ise Alan Turing’in hayat hikâyesinde saklıdır. Devlet eliyle uygulanan psikolojik şiddetin neticesinde tahrip olan bir benlik ve yok olan bir birey filmin temel öyküsünü oluşturur. Önemli bir detay ise geçmişte yaşanan tüm ayrımcılıkların sonucunda resmi olarak bu bireylerden özür dilenmiş olmasıdır. Çok az şeyi telafi eden bu özürler en azından benzeri ayrımcılıkların devlet eliyle tekrar edilmemesini sağlaması bakımından önemlidir.

Oscar Wilde’ın yaşadığı ayrımcılığın detaylarını bilmek için LGBTİ+ kültürün içinde yer almaya ihtiyaç yoktur. Kendisi hem edebiyatçı kimliği ile hem de yaşadığı yargılanma süreci ile kültür tarihinde tanınan isimlerden biridir. Dönemin ahlakçı sosyal uzantılarına ve yargısına rağmen aşkından geri adım atmayan Wilde korkusuz bir şekilde duruşunu sergilemiştir. Kendisi ve sevgilisi Alfred Douglas’a ait fotoğraflarda hem gurur hem de tedirgin bir atmosfer gözlemlenebilir ancak tüm bu tedirginliklere rağmen görünür olma arzusunu belgelemiştir. 1893 yılında Gillman & Co şirketi tarafından çekilmiş olan fotoğraflar tipik bir stüdyo portresi olmanın ötesinde anlamlar taşır. Wilde genç sevgilisi ile yan yana görünmek bir yana beraber fotoğraf çektirmiş ve kendisinden ödün vermeden var oluşunu sergilemiştir.(Görsel 2 - 3) Wilde’ın beden dili ve fotoğrafı izleyenle kurduğu iletişim benliğinde yer etmiş gururun neticesidir. Her iki fotoğrafta da Wilde doğrudan objektife bakar ve bu iletişim kurmanın ötesinde aynı zamanda bir meydan okumadır. Yaşadığı ülkenin tarihi homofobik cezalarla doluyken fotoğraflarda sergilediği gurur yargılanma sürecinde göstereceği tavrın görsel anlamda habercisidir.

gorsel-2-3.jpg

İkilinin çektirdiği farklı portreler de mevcuttur ancak bu iki fotoğraf aralarındaki ilişkinin özeti gibidir. Wilde’ın aksine Alfred Douglas her iki fotoğrafta da gözlerini kameradan kaçırmak ister gibidir. Wilde’ın sergilediği güçlü duruşun yanında Douglas’ta belirgin bir tedirginlik ve donukluk hâkimdir. Dönemin fotoğraf tekniği uzun pozlandırma gerektirmeyen kısa süreli fotoğraf çekimlerine imkân tanıyan bir tekniktir. Fakat Douglas’ın ifadesizliği fotoğrafın geliştirildiği ilk yıllardaki donuk duruşu ve bakışı barındırır. Her ikisinin beden dilindeki fark fotoğraflarda bariz bir şekilde gözlemlenebilir. Bir noktadan sonra Wilde’ın fotoğraflarda yer alışı gururun temsiline dönüşür ve yarattığı aura tek başına her ikisinin de varlığını kapsayacak niteliktedir. Wilde, günümüz koşullarında dahi çoğu entelektüelin sergilemekten çekineceği bir tavra sahiptir. Nispeten feminen beden dili Douglas’ın ise savunma hâlindeki huzursuz duruşu fotoğraflarda genel olarak görünenlerin bir kısmıdır. Wilde için beraberliklerinin nişanı görevini üstlenen fotoğraf, Douglas için olan biteni ortaya koyan iki arkadaşın çektirdiği sıradan birer portre görevi üstlenecek kanıt gibidir. Bu nedenle Wilde’ın duruşundaki kendinden emin hâl ve meydan okuyan duruşun benzerini Douglas’ta görmek çok da mümkün değildir. İster duygusal bir var oluşu sorgulayalım istersek de gerçeklik düzlemindeki varlıklarını sorgulayalım, Wilde’ın sergilediği benzersiz kendinden emin beden dili görünür olmanın dolaylı olarak ifade edilebildiği bir yüzyılda avangart bir tavırdır.

 

Fotoğraf tekniğinin ilk uygulaması olan daguerreotype parlak yüzeyi sayesinde ayna benzeri bir yapı da sergiler ve fotoğrafı izleyen kişi oluşan yansımada kendi suretini de görecektir. Görüntü içeren parlak yüzeyli tüm malzemeler için bu durum geçerli olabilir ama dönemin görsel kültüründe son derece gerçekçi bir imgeyi izlerken kendi suretini de görmek yepyeni bir anlam dizgisi sunar. Dorian Gray’in Portresi romanında Wilde, resim ve özne üzerinden kendi suretine hayranlık duyan figürle, güzellik/gençlik saplantısını kurgular ancak aynı zamanda toplumla, özellikle Viktoryen dönemin sosyal yapısıyla ilgili de eleştirel tespitler yapar. Dönemin baskıcı yapısı toplumsal yaşamın her alanına hâkim olmuş ve gittikçe muhafazakârlaşan ahlakçı bir anlayış hâkimiyetini tesis etmiştir. Sadece dinî ve sosyal düzenlemeler bakımından değil, edebiyat, resim, şiir ve heykel gibi birçok alanda da Viktoryen döneminin ahlakçı karakteristik özellikleri belirgin şekilde gözlemlenebilir. Oscar Wilde 46 yaşında öldüğünde geriye kalan fotografik portreleri, Dorian Gray’in Portresi romanındakine benzer bir şekilde genç görüntüsünü koruyan birer hafıza düzlemi olarak yazarın suretini bugüne taşımıştır. Fotoğraf, Wilde için yaşlanmayı donduran, sureti sabitleyen gerçekçi bir aygıt olarak Fayyum portrelerindeki gibi yüzlerce yıllık bir koruma sağlar. 1882 yılında Amerika seyahati yaptığı süreçte çektirdiği portreleri 19. yüzyılın klasik stüdyo fotoğraflarıdır. Dönemin portre fotoğrafı uygulamalarında sıklıkla yer bulan kurgusallık sahne sanatlarından da beslenir ve tiyatro sahnelerine referans olabilecek bu kurgular Wilde’ın portrelerinde de nispeten gözlemlenebilir. Wilde, ünlülerinin fotoğrafçısı olarak da bilinen Napoleon Sarony tarafından çekilen tekil portrelerinde estetik olana tutkusunu yansıtacak nitelikte bir kurgunun içinde yer almıştır.(Görsel 4 - 5)

gorsel-4-5.jpg

Wilde’ın ilgisini çeken diğer bir fotoğraf serisi, Alman fotoğrafçı Wilhelm von Gloeden’ın Güney İtalya ve Sicilya’da yaptığı çalışmalardır. Sağlık sorunları (tüberküloz) sebebiyle Güney İtalya’ya yerleşen fotoğrafçının Avrupa’dan da sıklıkla misafirleri olmuş ve fotoğraflarına hayranlıkları sebebiyle onu ziyaret etmişlerdir. Sanatçının 19. yüzyıldaki örneklerine benzer nitelikte birçok kurgusal öykü anlatan eserleri homoerotik içerikleriyle kendi dönemine özel sıra dışı niteliktedir. Gloeden yaşadığı bölgedeki yerel halkla çalışmalar yapmış ve antik döneme özel kurgularını bölge insanını kullanarak pekiştirmiştir (Görsel 6). Fotoğraflarının barındırdığı homoerotik görsellik; tarihsel ve mitolojik anlatının arkasında dolaylı bir ifadeyle özgün yapısına özel bir anlam temellendirir. Eserlerindeki kurgusallık, barındırdığı katmanlarla estetik bir endişeyi ve dönemin fotoğraf anlayışına özel birçok anlatıyı içerir. Ölümünden kısa süre önce 1931 yılında faşist Mussolini yönetimi tarafından arşivi yok edilen fotoğrafçı, yarattığı binlerce görsel ile mitolojik ve antik figürlerin kurgusal anlatısını döneme özel sunmuştur.[2]  19. yüzyılda karşımıza birçok erotik çalışma çıkar ve fotoğraf tekniğinin geliştirildiği günden bu yana çıplaklık büyük bir tabu olmuştur. Viktoryen yasalar fotoğrafta sansürü yaygın bir şekilde uygulamış ve müstehcen bulunan fotoğraflar sahiplerine ya para cezası ya da hapis cezası olarak dönmüştür. Bu nedenle erotik fotoğraf çekimlerinde bir dönem fotoğrafçının kimliğini temsil eden nesneler birer gösterge olarak kullanılmıştır.

gorsel-6-002.jpg

Yaşamını güzel olana övgüyle şekillendiren Wilde, güzelden duyulan hazzı sanatın her alanında birincil etken olarak görmüş ve estetizm akımına verdiği destekle de tüm bu düşüncelerini barındıran bir alan açmıştır. Akımla özdeşleşmiş The Yellow Book 1894 – 1897 yılları arası Londra merkezli bir yayındır ve 4’te 3’ü illüstrasyonlardan oluşan bu yayında edebi metinler görsellerle ifade edilmiştir. Erotik illüstrasyonlarıyla tanınan Aubrey Beardsley, yayının sanat yönetmeni ve çizerlerinden biridir. Wilde’ın “Salome” oyununu bu yayında çizmiştir ve yazara yakınlığı sebebiyle mahkeme sürecinde yayınevi tarafından işine son verilmiştir.[3](Görsel 7) Wilde’a yakınlığı sebebiyle benzer bir durum Amerikalı fotoğrafçı Fred Holland Day’in fotoğraf çalışmalarına gösterilen tepkilerde de görülür ve İngiltere’de katıldığı sergilerde Hristiyanlığa özel kurgular içeren eserleri eleştirilmiştir.  

gorsel-7-004.jpg

1895 yılında Wilde yargılanmış ve 2 yıl hapis cezası almıştır. Hapiste olduğu süreçte mektup olarak yazdığı De Profundis (Derinliklerden) metnini sevgilisi Alfred Douglas’a hitaben kaleme almıştır. Yayın hâline dönüşen mektup André Gide’in ön sözüyle sunulmuş ve bu önsözde Wilde’a dair bilinmeyen birçok detayı da Gide eklemiştir. Zorbalığın tarifi sonsuz defa çok yönlüdür; uygulanan şiddet norm dışı kabul edilen çoğu kişi için sistematik bir yapıyla inşa edilmiş olsa da, ortaya çıkan baskı aktivist mücadelenin yönünü belirlemiştir. Alfred Douglas’ın babasıyla savaşı, ilişkilerinin merkezinde olmuş, bu sürtüşmeler mahkeme sürecine zemin hazırlamıştır. Douglas’la ilişkisi neticesinde yaşadığı mahkeme süreci, sakıncalı kabul edilmek konusunda devlet ve baba figürüyle yürüttüğü mücadelenin somut uzantısıdır. Tarih boyunca LGBTİ+ kültürün aktivist bağlamda gösterdiği direniş birçok örgüyle şekillenmiştir ve geçmişteki bu ayrımcı örnekler birer utanç tuğlası olarak insanlık tarihinin duvarında yer alır. Wilde’ın yaşamında gösterdiği direnç de kuşkusuz aktivist bir tavra sahiptir ve fotoğraflarında izleyenle kurduğu iletişim o tavrı bugün de korumanın muhteşemliğine referans olur.

 

 

Dipnot:

* De Profundis, Oscar Wilde, Can Yayınları, 2021, Sf. 18 (Aktaran André Gide)

1 Yüzün Romanı, Nicole Avril, Doğan Kitap, 2005, İstanbul, Sf. 9.

2 Men for Men, Random House, London, 2007, Sf. 42

3 Art and Homosexuality, Christopher Reed, Oxford University Press, New York, 2011, Sf. 102. 

 

Görsel Listesi:

Görsel 1 - https://www.metmuseum.org/art/collection/search/547768

Görsel 2 - https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Oscar_Wilde_and_Alfred_Douglas,_1893.jpg

Görsel 3 - https://tr.wikipedia.org/wiki/Oscar_Wilde#/media/Dosya:Wilde_Douglas_British_Library_B20147-84.jpg

Görsel 4 - https://www.metmuseum.org/art/collection/search/283247

Görsel 5 - https://tile.loc.gov/storage-services/service/pnp/ppmsca/40800/40829v.jpg

Görsel 6 - https://www.royalacademy.org.uk/art-artists/work-of-art/three-youths-dressed-in-pseudo-ancient-greek-or-roman-costume-taormina

Görsel 7 - https://www.anothermanmag.com/life-culture/11197/the-story-behind-aubrey-beardsley-wickedly-explicit-salome-drawing

Bu haber toplam 3757 defa okunmuştur
Gaile 494. Sayısı

Gaile 494. Sayısı