1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (32)
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (32)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (32)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (32)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

Bir yandan “Duvarımız” belgeselinin hazırlıkları devam ederken diğer yandan da doktora tezimi tamamlamak için yoğun bir çalışma dönemine girdim. Londra’dan ayrılarak Bremen Üniversitesine döndüm ve 1990 yılında tezimi tamamlayıp savundum. Ağır çalışma temposundan ötürü bitkin düştüğüm için “hava tebdiline” çıktım ve kendimi yeniden Kıbrıs’ın güneyine attım. Tanıştığım ve yakın dost olduğum Elli beni evinde misafir ediyordu. Elli, uzun yıllar “Filistinlilerle Dayanışma Derneğine” başkanlık etmiş, Kıbrıs’ta barışa gönülden bağlı biriydi. Bir dönem Lissaridis’in “milliyetçi sol” EDEK partisinde bulunmuş, “sol kanat” olduğu için Lissaridis tarafından diğer aydınlarla birlikte partiden atılmıştı. Panikos da aynı gruba dahildi ve Elli ile iyi arkadaştı. EDEK’te birlikte bulunmuş, partiden birlikte atılmışlardı. Ben Elli’nin evine varır varmaz Kıbrıs Rum polisi de kapıya dikilmişti. Her zamanki gibi “bir şeye ihtiyacım olup olmadığını” sormaya gelmişlermiş… Bunun ne anlama geldiğini artık iyi biliyordum: “takip altındasın, haberin olsun” demek istiyorlardı. Adanın her iki tarafında da sık sık başıma gelen polis takipleri karşısında yapılacak en iyi şeyin şeffaf olmak olduğunu düşünüyorum. Açık ve şeffaf olmak önemli bir iş yaptıklarını düşünen gizli polisleri şaşırtıyor. Hele, Kıbrıs gibi her yerde “komplo” arayanları…
Elli, Güney Kıbrıs’ın “marjinal” entelektüellerinden sayılırdı. Kıbrıs’a gelip giderken tanıştığım ve yakınlık kurduğum insanların çoğu böyleydi. Açıkçası, aynı siyasi yalnızlığı paylaşıyorduk ve birbirimizin halinden iyi anlıyorduk. O dönemde tanıştığım Kıbrıslı Rumlardan Zenon ile bambaşka bir dostluk kurmuştuk. Zenon LSE mezunu bir iktisatçıydı. Son derece zeki ve geniş kültürü olan biriydi. Yakın dönem Kıbrıs tarihi ve Kıbrıs Rum siyaseti hakkında engin bilgisi vardı. Edebiyata da çok meraklıydı. Önemli şairlerin şiirlerini ezbere bilirdi. Zenon, bütün entelektüeller gibi, yalnızlık ve hüzün içinde yaşıyordu. Kısa bir süre o da EDEK’in sol kanadında yer almış, fakat diğerleri gibi o da partiden ihraç edilmişti. Kıbrıs Rum siyasetini gayet iyi biliyor, mükemmel analizler yapıyordu. Tanıştığımızdan kısa bir süre sonra bir dost muhabbetinde bomba gibi bir laf etmişti: “Kıbrıs Cumhuriyeti Kıbrıslı Türklerle yakınlaşmayı resmi politika ilan etti ama bu güne kadar kimseyle yakınlaştığını görmedik. Buraya sadece bir kişi geldi. O da del olduğu için kendiliğinden geldi…” Zenon’un bu kara mizahı önemli bir gerçekliğe işaret ediyordu. Kıbrıs Rum liderliği 1974’ten sonra Kıbrıslı Türklerle yakınlaşma politikası ilan etmişti ama bu “açılım” samimi değildi. “Dostlar alış verişte görsün” türünden bir şeydi. “Dünya görsün, biz Kıbrıslı Türkleri seviyoruz, onlarla bir arada barış içinde yaşıyoruz, Türk askeri gitsin, burada hiç kimsenin Türk askerine ihtiyacı yoktur” demeye getiriliyordu. Oysa Güney Kıbrıs’a giden her Kıbrıslı Türk potansiyel bir “ajan” olarak görülüyordu ve yakın takibe alınıyordu. Gazetelerde güneye geçen çok az sayıda Kıbrıslı Türk için “Aftomolos” sözcüğü kullanılıyordu. “Aftomolos”, kendi tarafına ihanet eden kişi anlamına geliyor. Açıkçası, Kıbrıslı Türkleri vatandaş, yurttaş olarak değil, “kendi tarafına ihanet eden” kişiler olarak görüyor ve bu yüzden de tehlikeli buluyorlardı. Her Kıbrıslı Türk’te bir “Türk Ajanı” gören polis Kıbrıslı Türkleri bazen işkenceye tabi tutuyor ve geri gönderiyordu. Bu tür vakalar arasında en trajik olanlardan biri Musa Onur’un hikayesiydi. Musa, askerde nöbet tutarken güneye kaçmıştı. Zaten askere filan gitmek istemiyordu. Güneye geldiği zaman polisler tarafından sorguya çekilmiş, işkence görmüştü. Dönemin içişleri bakanı Benyamin’in emriyle (daha sonra AKEL-Yeni Güçler’den milletvekili seçildi) Musa Onur’a kötü muamele yapılmış, sonra da kuzeye iade edilmişti. Musa, kuzeyden kaçarak yeniden güneye gelmiş ve benim tanıştığım Kıbrıslı Rum aydınlar tarafından korunmaya alınmıştı. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dava açan Musa, davayı kazandı. Fakat o kadar mutsuzdu ki, kazandığı paraları harcayamadan yurt dışında intihar etti.
1988 ile 1990 arasında Kıbrıs Rum toplumu ile yakın ilişkiler kurmuş, ilginç insanlar tanımıştım fakat bunlar arsında AKEL üyesi olan pek azdı. Bana cazip ve ilginç gelen insanların büyük çoğunluğu AKEL sempatizanı değildi. Bu durumun AKEL çevrelerinde kolay kabul edilir olmadığını zaman içinde anlayacaktım. Güney Kıbrıs’a gelip giden solcu bir Kıbrıslı Türk’ün AKEL’e mesafeli durması, daha da kötüsü, AKEL’in sevmediği insanlarla ilişki kurması öfkeyle karşılanıyordu. Londra’da bulunan “Türk İşleri” sorumlusuyla aram zaten iyi değildi. Şimdi de Güney Kıbrıs’a gelip gidiyor ve AKEL’in sevmediği insanlarla düşüp kalkıyordum. Tam da bu dönemde AKEL derin çalkantılar yaşıyordu. 39 yıllık Genel Sekreter Ezekias Papayuanou’nun 1988 yılında ölmesinden sonra partideki çatlaklar daha da derinleşmişti. Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov önceliğinde başlayan reform hareketi bir grup partilinin yenileşme talebini gündeme getirmesine yol açmıştı. Ezekias Papayuanou ölümünden önce Sovyetler Birliği’nde olup bitenlerden memnun değildi. Gorbaçov’un girişimlerine şüpheyle bakıyordu ve yerini alacak kimsenin kendine yakın birisi olmasını istiyordu. Yeni genel sekreter, hem yenileşme taleplerine yanıt verir gibi görünecek hem de geleneksel çizgiyi sürdürecek biri olmalıydı. Papayuanou, Moskova’da parti okulunda eğitim gören genç komünistlerden (42 yaşında) Dimitris Hıristofyas’ta aradığı özellikleri bulmuştu. Hıristofyas, hem genç olduğu için yenileşmeyi temsil ediyor, hem de geleneksel anlayışlara bağlılığıyla Papayuanou çizgisinin devamlılığını garanti ediyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin “telkinleri” de Hıristofyas’tan yanaydı.
22 Nisan 1988 tarihinde yapılması kararlaştırılan Genel Sekreter seçiminde Hıristofyas’ın tek aday olması beklenirken, partide yenileşme taleplerini gündeme getiren kesimler “karşı aday” çıkarmaya hazırlanıyordu. Nitekim seçim bu kanadın temsilcisi Pavlos Dinglis ile Dimitris Hıristofyas arasında geçecekti. Aonunda, Dinglis’in 11 oyuna karşılık 63 oy alan Hıristofyas AKEL’in yeni Genel Sekreteri seçildi. Ne var ki, seçim parti içi tartışmaları sonlandırmadı. AKEL içindeki yenilikçi kanat Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da yaşanılan tarihsel değişikliklerin etkisiyle, partide esaslı yenilikler istiyorlardı. Nitekim Pavlos Dinglis’in 1989 yılının Kasım ayında PEO üyelerine hitaben yaptığı bir konuşma tartışmaların yeniden alevlenmesine neden oldu. Dinglis konuşmasında “Sovyetler Birliği’nin 1968 yılında Çekoslovakya’yı işgal etmesine karşı çıkan parti üyelerinin karalandığını ve bu karalamanın günümüze kadar devam ettiğini” ileri sürüyordu. Merkez Komite, Dinglis’in konuşmasına sert tepki gösterdi ve bu tür eleştirilerin parti içinde yapılmasını istedi. Tartışmalar durmuyordu. Başka bir AKEL milletvekili, Mihalis Papapetrou, partinin Sovyetler Birliği’nin Macaristan işgalini (1956) destekleme kararının “geçersiz” ilan edilmesini istiyordu. Genç Genel Sekreter Hıristofyas, bu tür konuların gazetelerde değil, parti içinde görüşülmesi gerektiğini söylese de, aslında tartışmalardan büyük rahatsızlık duyuyordu. Yenilikçi kanattan Andreas Jartidis, Pavlos Dinglis ve Mihalis Papapetrou, parti yönetimine saldırıyor ve partinin Peristroika ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelen mesajları anlamak istemediğini ileri sürüyorlardı. Parti içinde giderek yükselen tansiyonu düşürmek umuduyla 13 Aralık 1989 tarihinde dört gün süren Merkez Komite toplantısının ardından yapılan açıklamada parti içi görüş ayrılıklarının giderildiğinden söz ediliyordu.  AKEL, Çekoslovakya’nın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesini kınanıyor ve partinin bu konuda geçmişte aldığı kararı “yanlış ve geçersiz” ilan ediliyordu. Ayrıca, partinin işleyişinde yeniliklerin yapılmasına da değiniliyordu. Ne var ki, kalıcı bir görüş birliğinden söz etmek imkansızdı. Nitekim, 18 Aralık 1989 tarihinde Mihalis Papapetrou Merkez Komite üyeliğinden istifa ettiğini açıkladı. Bir kaç gün sonra, Jartidis ile Dinglis, Merkez Komite toplantısında sağlanan oy birliğinin, kendileri için “acı veren bir uzlaşma” olduğunu ve pek çok noktada “derin” görüş ayrılıklarının sürdüğünü ileri sürüp, bir uyarıda bulundular: “süratle yenileşmeye gidilmezse, parti içi kriz geri gelir”. Aslında, “kriz” hiç bitmemişti. Merkez Komitenin toplantısı, tarafları sadece geçici olarak yatıştırmıştı. Yeni yıla girerken AKEL, tarihinde ilk defa bölünmeyle karşı karşıya geldi. En küçük bir olay yıllarca bastırılan gerginliklerini ateşlemeye yeterdi. Nitekim, gençlik kolları EDON’nun yönetim kurulu örgütün yenilikçi başkanı Mikis Şanis’i AKEL ve EDON’un karalarını çiğnemekle suçlayınca, Dinglis ve Jartidis yazılı bir açıklama yaparak (16 Ocak 1990) Mikis Şanis’i savundular. Bunun üzerine AKEL- Sekreteryası, Dinglis ve Jartidis’i suçlayan bir açıklama yaptı ve bu iki siyasetçinin Merkez Komitenin “Aralık Kararlarını” sistematik olarak çiğnediğini ileri sürdü. Yenilikçi kanatın tepkisi sert oldu. Fantis, yaptığı bir açıklamayla parti yönetimini istifaya davet etti ve bütün organların yeniden seçilmesini önerdi. Bu öneri, “bardağı taşıran son damla” oldu. 23 Ocak 1990 tarihinde, Polit Büro, Merkez Komite’ye sunduğu bir öneriyle, Fantis ile Jartidis’in Polit Büro ve Merkez Komite üyeliklerinden uzaklaştırılmalarını istiyordu. Öneri, Merkez Komite tarafından kabul edilince, Jartidis ve Dinglis’le birlikte altı üye Merkez Komiteden istifa ettiklerini açıkladılar. Bu, AKEL’in kesin olarak bölünmesi anlamına geliyordu. Kısa bir süre sonra 5 AKEL milletvekili parti grubundan ayrılarak Temsilciler Meclisi’nde yeni bir grup kurdular. Bu, ayrı partileşmeye doğru atılmış bir adımdı. Nitekim, 29 Nisan 1990 tarihinde ADİSOK (Yenilikçi Demokratik Sosyalist Hareket) resmen kuruldu. Yeni partinin başına PEO eski başkanı Pavlos Dinglis getirildi, Mihalis Papapetrou ise başkan yardımcılığına seçildi. Peristroika ve Glasnost rüzgarları, parti disipliniyle ünlü AKEL’i derinden etkilemişti.
Benim yakınlık kurduğum insanların büyük çoğunluğu yeni kurulan ADİSOK’ta yer almıştı… Bu da beni AKEL yönetimi nezdinde oldukça “sevimsiz” kılıyordu…

Bu haber toplam 1468 defa okunmuştur
Gaile 211. Sayısı

Gaile 211. Sayısı