1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir tavır olarak adalet
Bir tavır olarak adalet

Bir tavır olarak adalet

Bir tavır olarak adalet

A+A-

 

Mustafa Öngün
[email protected]

“Bizde denetim yok”, “Avrupa’da her şey denetlenir; burası ise sorma gir hanı” gibi sözleri Kıbrıs’ın Kuzeyinde pek sık duyarsınız. Son zamanlarda fazlaca rastlanan diğerler söylemler ise “bu yasaların değişmesi lazım. Yasalar değişmeden hiçbir şey olmaz bu ülkede” gibi söylemlerdir. Evet, denetim gerekli, bunu kimse yadsıyamaz. Aynı şekilde yasaların da değişmesi gerekiyor. Sadece bunlar da değil; eğer buralara adalet gelecekse, daha birçok politik ve ekonomik değişim gerekli. Ancak bütün bunların yanında, çoğu kez unuttuğumuz ve günlük siyasi söylemlerimizde pek yer vermediğimiz bir şey daha var: bir tavır olarak adaletin gelişmesi. Bu yazı “bir tavır olarak adaletin” ne olduğu ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde ne durumda olduğu üzerinde duracak. Yazının vardığı sonuç, Kıbrıs’ın Kuzeyinde bir tavır olarak adaletin gelişmediği ve bu gelişim sağlanmadan ne denetim ne de yasal değişim gibi faktörlerin adaletin sağlanmasında etkili olamayacağıdır.

Bir tavır olarak adalet

Devlet, anayasa, polis vs. gibi birçok makro yapı adaleti sağlamanın olmazsa olmaz koşullarıdır. Ancak unutmamamız gerekir ki devletleri ve anayasaları oluşturan ve bu yapıların devamlılığını sağlayan insanlardır. Diğer bir değişle, günün sonunda adaleti veya adaletsizliği sağlayan insanların tutumları ve davranışlarıdır. Adaletsiz tavırlar sergileyen bireylerden oluşan bir toplumun adaletli olmasını beklemek pek de manalı değildir. Bu nedenle adaletli bir hukuk sistemi ve devlet üzerine düşünürken bir tavır olarak adaleti düşünmek de bir o kadar önemlidir.
Peki, ne demek istiyorum bir tavır olarak adalet derken? Bir tavır olarak adalet belli durumlar karşısında bir tutum sergilemektir. Bu belli durumları tanımlamak zor olsa da, Aristoteles’in kullandığı - ve Antik Yunan düşüncesinde önemli bir yeri olan – bir terim bize yardımcı olabilir. Bu terim ‘pleonexia’dır. Aristo ve Antik yunan düşüncesi için pleonexia adaletsizliğin kaynağıdır. Pleonexia’nın Türkçe karşılığı ‘açgözlülük’ olsa dahi, bu çeviriler Antik Yunanlıların veya Aristoteles’in anlatmak istediğini tam olarak anlatmıyor. Pleonexia’nın tam karşılığı ‘her zaman ve her durumda diğerlerinden ve ihtiyaçlarından daha fazlasına sahip olma isteğidir’. Diğerlerinden daha çok paraya, daha iyi bir arabaya, daha büyük bir eve sahip olma isteğidir.

Örneğin toplumun geneliyle aynı şartlara ve ihtiyaçlara sahip olan bir birey, toplumun genelinden daha fazla maddi olanağa sahip olmak istiyorsa, bu birey ‘pleonexia’dan mustariptir diyebiliriz. ‘Pleonexia’nın hakim olduğu bir toplumda bireyin istekleri maddi ihtiyaçlara göre şekillenmez. Aksine diğerlerinin neye sahip olduğuna bakarak şekillenir. Pleonexia ile motive olanlar, kıyafete, arabaya veya eve ihtiyacı olduğu için bunlara sahip olmaz. Diğerlerinden daha iyi kıyafet, daha iyi araba, daha iyi bir ev sahibi olmak için bütün bunlara sahip olmak ister.
Sanırım şimdi bir tavır olarak adaletin ne olduğunu biraz daha net bir şekilde tanımlayabiliriz. Bir tavır olarak adalet toplumun genelinden ve ihtiyaç duyduğumdan daha fazlasına sahip olma isteğine karşı tavır takınmaktır. Bu istek bir başkasında ortaya çıkabileceği gibi kendi içimizde de ortaya çıkabilir. Dolayısıyla bir tavır olarak adalet hem kendimizdeki hem de başkalarındaki  ‘pleonexia’ya karşı tavır alabilmektir.

Ancak, adaletli bir tavrın karşı durması gerektiği - ve pleonexia ile dolaylı olarak ilişkili olduğu - bir başka unsur daha vardır. Bu da ortak olana bireysel olan kadar değer vermektir. Bir tavır olarak adalet, ortak olanın iyi kullanılmamasından, bireysel hedeflere yönelik kullanılmasından rahatsızlık duymak anlamına da gelir. ‘Pleonexia’nın hakim olduğu toplumlarda ortak olana değer verilmez. Çünkü böyle bir toplumda bireysel olanın daha fazla olması her şeyden daha önemlidir. Ortak olana saygı göstermek, ortak olanı kişisel çıkarlar için kullanmamak bir tavır olarak adaletin gelişmesini gerektirir.
Kısacası pleonexia’ya karşı tavır takınmak ortak olanı önemsememiz gerektiği anlamına da gelir. Pleonexia’ya karşı tavır almak, diğerleri ile birlikte yaşamayı ve paylaşmayı öğrenmeyi gerektirir. Diğerlerinden daha çoğunu isteyenler, diğerleriyle ortak kullanılana saygı duyamazlar ve bundan dolayı da adaleti bir tavır olarak takınamazlar. Özet olarak söyleyecek olursak, bir tavır olarak adalet pleonexia’ya karşı durmak ve diğerleriyle paylaşmayı öğrenmektir diyebiliriz.

Kuzey Kıbrıs’ta bir tavır olarak adalet

Öncelikle Kuzey Kıbrıs’ta bir tavır olarak adaletin gelişmemiş olduğunu söylemek gerekiyor. Makro yapılar bir tavır olarak adaleti geliştirmemizi önlese de, bazı gerçekleri artık görmemiz gerekiyor. Kıbrıs’ın Kuzeyinde bireyler adaleti bir tavır olarak geliştirmemişlerdir. Kısaca bunun nedenlerine değinecek olursak, 1974’te ortaya çıkmış olan ganimet kültüründen başlamamız gerekiyor. Hepimizin bildiği ve ganimet düzeni dediğimiz şey bir anlamda da pleonexia’nın normalleşmesindeki ilk basamaktır. Biraz daha net konuşacak olursak Kuzey Kıbrıs’taki sermaye ve orta sınıf büyük oranda hak ettiğinden daha fazlasını alma isteğinden beslenen bir ganimet kültürü üzerine inşa edilmiştir. İşin daha da kötüsü bu dünyanın en normal şeyi haline gelmiştir. Çok azımız bu durum karşısında ciddi bir tavır takınmaktayız. Ganimet düzeni dediğimiz bu şeye karşı tavır takınmamak Kuzey Kıbrıs’ta ‘pleonexia’nın normalleştiğini göstermektedir. Yani 1974’ün kuzeyi norm olarak bırakın adaleti geliştirmeyi, pleonexia üzerine kurulu ganimet düzenini normalleştirmiştir.

Ancak mesele sadece bu da değildir. Günümüze bakacak olursak, bir tavır olarak adaletin gelişmediğini size günlük hayattan birkaç örnek vererek de gösterebilirim. Ulaşımı örnek alalım. Hepimiz biliyoruz ki, bir yere ulaşırken kişisel bir araca, bir de ortak kullanılan yollara ihtiyaç vardır. Şimdi hepimiz kafamızda bu ikisini bir karşılaştırmayı deneyelim. Sizi bilmem ama ben bu karşılaştırmayı her yaptığımda karşımda yine ‘pleonexia’yı görmekteyim. Ortak olan, paylaştığımız yollar dökülürken, kişisel arabalarımız dünyanın en iyileridir. Ferrari’den tutun da Mercedeslere kadar her tür araba mevcutken 100 metre boyunca çukur bulamadığınız bir yol yoktur. Bu normal bir durum değildir ve önemli bir şeyi göstermektedir: Paylaştıklarımızı veya ortak olanı geliştiremezken kişisel olanı geliştirebiliyoruz ve dahası bundan bir rahatsızlık duymuyoruz. Bu da bir tavır olarak adaletin gelişmediğini, ‘pleonexia’nın hakim olduğunu göstermektedir.
Bir örnek daha vermek gerekirse, apartmanları ele alabiliriz. Bildiğiniz gibi apartmanların önleri, merdivenler, damlar vs. ortak alanlardır. Apartmanlarda yaşayanlarımız için bu daha kolay anlaşılır olacaktır ancak, yaşamayanlar da gidip söyle birkaç apartmana baksınlar. Göreceğiniz şey şu olacaktır: Kişisel olan evler son derece lüks ve donanımlıyken, apartmanların ortak kullanım yerleri pislik içindedir. 5 liralık ışık parasını ödemeyip kendisine son model spor araba alan ve her yıl evini yeniden döşeyenlerle en azından ben karşılaştım. Burada da yine bir tavır olarak adaletin eksik olduğu görülmektedir.

Tarihi zenginliklerimize bakarak da bir tavır olarak adaletin ne durumda olduğunu anlayabiliriz. Tarihi değer taşıyan ortak mekânlarımız harabeye dönmüştür. Kişisel kullanımımız için sarayları andıran evler yaparken, tarihsel zenginliklerimiz ölüme terkedilmesinden pek de rahatsızlık duyduğumuz söylenemez. Burada da yine bir tavır olarak adaletin aslında ortada olmadığını, pleonexia’nın normal bir durum haline geldiğini görüyoruz. “Hepimizin” olan, orta olan ölüme terk edilirken, “benim” olan sarayları andırmaktadır. Apartmanlarımız, yollarımız, tarihi mekanlarımız ve daha birçok ortak alan acınacak durumdadır ancak bizim evlerimiz saray gibi, arabalarımız ise lüks mü lükstür.

Birçok örnek bulunabilmesine rağmen bir örnek daha vererek bitirmek niyetindeyim. Bizim genelde “torpil” dediğimiz şeye bir bakalım. Hepimizin bildiği gibi torpil yapmak haksız bir şekilde diğerlerinden daha fazlasını elde etmektir. Bazen sıra beklemeden işimizi halletmek, bazense bizden daha donanımlı kişiler olduğu halde bir işe girmek veya terfi almaktır. Torpil yapma meselesi de günün sonunda pleonexia’ya dayanmaktadır. Hak ettiğimden daha fazlasına sahip olma ve dolayısıyla diğerlerinden daha fazlasına sahip olma isteği, torpil sistemi dediğimiz sistemin temelindedir.
Bütün bu örnekler ortak yaşam alanlarımızın, ortak olanın ölüme terk edildiği bir zamanda, kendimizde ve başkalarında, diğerlerinden daha fazlasına sahip olma isteğinin normalleştiğini göstermektedir. Kısacası bütün bunlar bir tavır olarak adaleti içselleştiremediğimizi anlatmaktadır.

Bu tavrı nasıl geliştirebiliriz?

Şimdi artık bir tavır olarak adaletin Kıbrıs’ın kuzeyinde ne durumda olduğunu gördüğümüze göre bu tavrın nasıl geliştirileceği üzerine durmamız gerekiyor. Sanılanın aksine bu tavrı geliştirmek yasaklarla veya keskin kurallarla mümkün olmuyor. Yasaklar ve keskin kurallar genelde kurumlar tarafından ortaya konabilir. Bir tavır olarak adaleti geliştirmek ise normlarla mümkündür. Normlar yasalardan ve kurallardan farklıdır. Bir örnek vermek gerekirse, hırsızlık yapmak yasakken, birisi size bir hediye verdiğinde teşekkür etmek bir normdur. Çünkü normal olan teşekkür etmektir. Hırsızlık yaptığımızda tutuklanırız, teşekkür etmediğimizde ise dışlanır veya rahatsız oluruz. Bir tavır olarak adalete bu açıdan baktığımızda şunu diyebiliriz: eğer adaleti bir tavır olarak geliştirmek istiyorsak ‘pleonexia'dan rahatsızlık duymalı veya ‘pleonexia'yı normal olmayan bir istek veya ruh hali olarak düşünmeliyiz. Aynı şekilde, bir tavır olarak adaleti geliştirmek istiyorsak ortak olanla bireysel olan arasında bu kadar büyük farklılıkların olması bizi rahatsız etmelidir.

Peki bu tür bir normu nasıl geliştirebiliriz? Böyle bir normu geliştirmek için toplumda yaşayanların kendilerini sorgulamaları gerekir. Kendi maddi kaynaklarının toplumun geneline nazaran ne boyutta olduğunu, kendi maddi olanaklarımızın ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyduğumuzu sorgulamamız gerekiyor. Aynı şekilde maddi olanaklarımızı ne kadar hak ettiğimizi de sorgulamamız gerekiyor. Bu anlamda özeleştiri yapamayan bireyler bir tavır olarak adaleti de geliştirmezler. Özeleştirinin olmadığı bir yerde diğerlerinden daha fazlasına sahip olmak normal olur. Pleonexia rahatsızlık duyulması gereken bir şey iken normun kendisi olur. Yani kendi isteklerini ve sahip olduklarını sorgulamayan bireylerin yaşadığı bir toplumda normal olan diğerlerinden daha fazlasına sahip olmayı istemek olur. Böyle bir toplumda, bir tavır olarak adalet ortaya çıkamaz. Kendini sorgulamayan bir toplumda adalet gerçek karakterlerin tavırları değil hayaletlerin tavırları haline gelir. Sorgulayan, özeleştiri yapan bireylerin oluşturduğu toplumlarda ise adalet, ‘pleonexia’ya - hem kendi içimizde hem de diğerlerindeki şekliyle – karşı bir tavır olarak gelişir.
Son olarak bir şeyi de unutmamamız gerekiyor: Sistem içler acısı olsa da, her yer kötüleşse de, biz daha adaletli olabilmek için çaba gösterebiliriz. Daha iyi, daha adaletli olmak için çaba göstermemenin hiçbir bahanesi yoktur... Devletleri, anayasaları, savaşları, ekonomik sistemleri ve diğer bütün makro yapıları oluşturan günün sonunda insan hal ve tavırlarıdır. Bu nedenle Kıbrıs’ın kuzeyinin daha adaletli bir yer olmasını istiyorsak uzun süredir tatilde olan bir tavır olarak adaleti artık göreve çağırmamız elzemdir…

Bu haber toplam 1714 defa okunmuştur
Gaile 233. Sayısı

Gaile 233. Sayısı