1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Kültürün Yeri Hiçbir Zaman Doldurulamaz
Bir Kültürün Yeri Hiçbir Zaman Doldurulamaz

Bir Kültürün Yeri Hiçbir Zaman Doldurulamaz

Bir ülke kültürel mirasından mahrum kalırsa, tarihinin resmi eksik kalır ve halk kimliğinin bir parçasını yitirir.

A+A-

Marie-Louise Winbladh
(Çev. Hakan Karahasan)

İsveç’in Stockholm kentindeki Akdeniz ve Yakın Doğu Antik Eserler Müzesi’nde yaklaşık 40 yıl kıdemli küratör olarak görev yaptım ve Kıbrıs dışında dünyadaki en önemli Kıbrıs antik eser koleksiyonlarından sorumluydum. 12.000 eserden oluşan bu koleksiyon, bir asırdan daha uzun bir süre önce İsveçli arkeologlar tarafından kazılmıştı ve onların çabaları hâlâ hayranlık ve saygı uyandırmaktadır. Yaptığım bu görev, antik eserlerin ve kültürel mirasın korunmasına olan ilgimi artırdı. Kıbrıs; Asya, Afrika ve Avrupa medeniyetlerinin kesiştiği noktada her zaman bir eritme potası olmuştur. Ada, Bronz Çağı’ndan beri Filistin medeniyetinin geliştiği Levanten kıyılarına çok yakındır. Kıbrıs ile komşuları, özellikle de Gazze Şeridi arasında var olan kapsamlı temasları ve kültürel alışverişi incelerken, ilgim Filistin arkeolojisine yöneldi.

            Kuzey Kıbrıs’ta yeri doldurulamaz kültürel miras birçok açıdan tamamen harap olmakta olsa da bu durum, benzersiz eserlerin bulunduğu müzeler de dahil olmak üzere mirasın çoğunun tahrip edildiği Gazze ile hiçbir şekilde karşılaştırılamaz. Filistin’deki tarihi binalar, kazılar ve diğer antik alanlar hedef alınırken, arkeoloji İsrail’in genişlemesini teşvik etmek ve arazi kamulaştırmasını meşrulaştırmak amacıyla kullanılmaktadır. Yahudi tarihi ile bağlantılı buluntular bölgesel ve siyasi iddiaları desteklemek için kullanılırken, diğer kültürlerle bağlantılı buluntular en iyi ihtimalle ihmal edilmekte, en kötü ihtimalle ise tahrip edilmektedir.

Ocak 2025’te Gazze, Dünya Anıtlar Fonu tarafından tehdit altındaki 25 tarihi yer listesine dahil edildi. Gazze’deki son savaştan çok önce, Filistin’deki siyasi durum arkeologların çalışmasını ve hatta kültürel miraslarını en temel şekilde korumalarını imkânsız hale getirmişti.

Tarihsel olarak, sömürgeci ve milliyetçi arkeoloji, Doğu Akdeniz bölgesindeki ülkelerin kültürel mirasını derinden etkilemiştir. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Filistin’de arkeoloji, çoğunlukla kendi bakış açılarına göre araştırma için önemli gördükleri konulara odaklanan Batılılar tarafından icra ediliyordu. Yabancı arkeolojik keşiflerin arkasında genel olarak siyasi niyetler yatarken, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve İngiliz Mandası sırasında yapılan kazılar, Hristiyan öğretileriyle ilgili olarak önemli görülen bulgulara odaklanıyordu. İsrail devleti tarafından Batı Şeria’nın işgalinden önce kontrol ettiği topraklarda yürütülen kazılarda, İncil’de geçmeyen dönemlere ait buluntular pratikte göz ardı edilmiş ve uygun bilimsel kazı raporları eksik kalmıştır. Bu tür prosedürler normal bir kazı sırasında düşünülemezdi. Yüz yıldan fazla bir süre önce Kıbrıs’ta çalışan İsveçli arkeologlar, her katmana ve her türlü esere uygulanan belgeleme yöntemlerini, özenle yazılmış defterlere ve fotoğraflara (10.000'den fazla cam negatif) kaydetmişlerdir. Büyük mali zorluklara rağmen, her buluntu ve her kazı kısa sürede yayımlanmıştır. Bu yöntemler o zamandan beri dünya çapında arkeologlar tarafından kullanılmaktadır. İsrail hariç.

            İsrail arkeolojisinin erken dönemi, sık sık profesyonellikten uzak ve güvenilirliği tartışmalı bir alan olarak değerlendirilmiştir. Stratigrafik kazıların yapılmaması, İncil’de yer almayan katmanların göz ardı edilmesi ve arkeolojik alanların yağmalanması bu eleştirilerin başlıca nedenlerindendir. Buna ek olarak, yayın eksikliği ve antika ticaretine göz yumulması da İsrail arkeolojisini Orta Doğu’daki diğer kazılardan ayıran olumsuz unsurlar arasında sayılmıştır. İsrail’in ilk yıllarında antikaları denetleyecek bir devlet kurumu bulunmuyordu; bu durum, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sırasında yaşananları hatırlatmaktadır. İsrailli arkeolog Raz Kletter’in 1948–1967 yılları arasını kapsayan incelemesi, bu eleştirileri doğrulamakta ve süreci ayrıntılarıyla açıklamaktadır. Kletter, İsrail ordusunun birçok arkeolojik alanı tahrip ettiğini ve yağmaladığını, İsrail liderlerinin ise bölgedeki diğer kültürlerin kalıntılarını tanımak veya korumak yönünde hiçbir çaba göstermediklerini belgelemiştir.

            Ne yazık ki 2025 yılında da tablo değişmiş değil; hatta daha da vahim bir hâl almış durumda. Arkeoloji, siyasi gruplar tarafından Yahudi kültürünün üstünlüğünü kanıtlama aracı olarak kullanılmaya devam ediyor. Modern İsrail devleti, Yahudi topluluğunun bu topraklarda Arap medeniyetinden önce var olduğunu ‘kanıtlamak’ için, antik İsrail ile arasındaki bağlantıyı tarihsel bir meşruiyet kaynağı olarak sunuyor. Diğer etnik gruplar ise ‘ikinci sınıf’ vatandaşlar olarak görüldüklerinden, onlara ait kalıntılar ne korunmaya ne de belgelenmeye değer bulunuyor. Arkeolojik buluntular kasıtlı biçimde çarpıtılmış; mitler, gerçekmiş gibi sunulan tarihsel anlatılara dönüştürülmüştür. Alman tarihçi Franz Georg Maier’in de belirttiği gibi, “Gerçekmiş gibi sunulanlar... sık sık tekrarlanarak sonunda kesin gerçekler olarak kabul edilen, sadece spekülasyonlar veya tahminlerdir.” İbranice İncil, hem insanlığın kökenini hem de İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışını yanlış biçimde aktaran, belki de en ünlü köken mitini içerir. İsrail’de Finkelstein önderliğindeki çoğu akademisyen ise Süleyman, Davut ve Kudüs’teki İlk Tapınak’ın varlığının arkeolojik olarak kanıtlanamadığını ortaya koymuştur. Kudüs’te Süleyman Tapınağı başta olmak üzere, İncil’de adı geçen birçok yer artık bilimden çok kurgunun alanında değerlendirilmektedir.

Günümüzde bile halk, arkeologların sunduğu gerçeklerden çok, hayal edilen Kutsal Topraklar kavramını tercih etmektedir. Bunun sonucu, diğer kültürlerin ve hatta insanların silinmesi ve sömürülmesi olmuştur.

1967 yılından bu yana, İsrail Sivil İdaresi’nin Arkeoloji Sorumlusu (SOFA) Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’ndeki kültürel kaynakları yönetmektedir. Olağandışı başka bir prosedür olarak, kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin tamamı, çoğunluğu Doğu Kudüs’te bulunan personel subayının depolarında saklanmaktadır. Askeri arkeologlar tarafından yapılan “önemli bulgular”, Filistinli arkeologlar bir yana, İsrailli olmayan akademisyenlerin erişimine açık değildir. Bunun yerine, eserler gizli depolarda saklanmakta ve zaman zaman yabancı müzelere ve araştırma enstitülerine sergilenmek üzere ödünç verilmektedir.

1967’den bu yana Filistin bölgelerindeki arkeolojik ve tarihi alanlar büyük hasar görmüştür. İsrail’in askeri bombardımanları ve el bombalı saldırıları yıkıma neden olmuş ve Filistin mirasının çoğu hâlâ korumasız kalmıştır. Silahlı çatışma, İsrail’in geçmişini inşa etmek için Filistin’in kültürel kimliğini silmeye çalışmıştır.

Uluslararası hukuk, A, B, C bölgelerinde veya Doğu Kudüs’te bulunan eserlerin Filistin’e ait olduğunu belirlemiştir. Bu husus, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Anlaşmaları, BM Güvenlik Konseyi kararları ve silahlı çatışma dönemlerinde kültürel mirası korumak için bir çerçeve görevi gören uluslararası bir antlaşma olan 1954 Lahey Sözleşmesi gibi kaynaklar tarafından da desteklenmektedir. 1954 Lahey Sözleşmesi’ne göre, imzacı taraflar “... silahlı çatışma sırasında işgal ettikleri topraklardan kültürel varlıkların ihracatını önlemekle” yükümlüdür. Bu antlaşma, yabancı işgalcilerin kültürel eserleri götürmesini yasaklamaktadır. Hem İsrail hem de Filistin bu antlaşmayı imzalamıştır. Lahey Üniversitesi’nde uluslararası hukuk profesörü olan Marina Lostal, Filistin'in “... teorik olarak bu Protokolü ihlal ettiği için İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda dava edebileceğini” iddia etmiştir. Hukuk araştırma profesörü Patty Gerstenblith, 2016 yılında “İzinsiz olarak bir antik eseri taşıyan kişi hırsızdır ve antik eserler çalınan mallardır” diye yazmıştır. 

            David Şehri, Doğu Kudüs’teki Filistinli Wadi Hilweh mahallesi Silvan’ın içinde ve altında yürütülen bir arkeolojik araştırmadır. 2005 yılında, David Şehri kazı alanından elde edilen bulguların sunumu, Filistinlileri açıkça kovmak için çalışan ve yarısı Amerika Birleşik Devletleri’nden olmak üzere on milyonlarca dolarlık fon alan sağcı bir örgüt olan Elad’a devredildi. Bu sunum, Davut Krallığı’nın öyküsünü ve onun modern İsrail devletiyle olan iddia edilen bağlantısını vurgulamaktadır. David Şehri’ndeki son keşifler, Silvan'ın altında genişleyen sözde Herodian Yolu ve tünel kazıları ile ilgilidir. Arkeolojik faaliyetlerin çoğu, tünel ve boşluklardan oluşan bir ağın içinde yeraltında yürütülmektedir. Bu kazılar şu anda İsrail Eski Eserler Kurumu’nun himayesinde yürütülmekte ve en tartışmalı faaliyetler olarak kabul edilmektedir. Kazı yöntemi olarak tünel açma, bilimsel olmayan bir yöntem olarak görülmekte ve bu da sahadaki tabakalar arasındaki seviyeleri ayırt etmeyi imkânsız hale getirmektedir.

            Buna ek olarak, İsrail, savaş zamanlarında bile miras alanlarına zarar verilmesini yasaklayan UNESCO Dünya Miras Alanları Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Ancak Filistinli, İsrailli ve uluslararası arkeologlar, İsrail ordusunun Filistinli arkeolojik miras alanlarına verdiği zararları belgelemiştir. İsrail, Filistin mirasını ya yok etmekte ya da yasadışı olarak ele geçirmekteyken, İsrail yasaları Filistinli yetkililerin bu mirası araştırmasını ve korumasına engel olmaktadır. Sonuç olarak, Filistin mirasının çoğu korumasız kalmakta ve yağmalanıp talan edilmektedir.

            İsrail, dini ve siyasi milliyetçi hedeflerini desteklemek için arkeolojiden yararlanırken, Batı etkisindeki İncil arkeolojisi de bariz siyasi, kültürel ve dini etkileriyle önemini korumaktadır. İncil arkeologları, tüm diğer bulguların güvenilir bir tarihsel kaynak olarak kabul ettikleri İncil anlatısına uyarlanması gerektiğini savunur. Bilim temelli arkeoloji varlığını sürdürse de, din ve siyasetin büyük kazılar üzerindeki etkisi büyük ölçüde değişmemiştir. 1967’den bu yana İsrail’in siyasi müttefikleri olan ABD’deki Hristiyan Siyonistler ve Evanjelik Hristiyanlar, İsrail rejimine destek vererek İncil arkeolojisini ve Yahudi yerleşimcileri sübvanse etmektedir. Bu nedenle, çoğu zaman yeterli niteliklere sahip olmayan Amerikalı sağcı Hristiyan arkeologlara İsrail tarafından kazı izni tanınmaktadır. Böylece İncil arkeolojisi, sahtecilik ve bilim dışı araştırmalarla anılan, aşırı dindar bir Amerikan uzmanlık alanına dönüşmüştür. Evanjelik Hristiyanlar, Yahudi halkının “atalarının vatanı” olan Batı Şeria’ya dönüşünü, Mesih’in dönüşü için zorunlu bir ön koşul olarak görmektedir. Bugün evanjelikler, Amerika Birleşik Devletleri nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır.

İsrail’de arkeoloji ve din, devletin kuruluşundan bu yana hem varlığını meşrulaştırmak hem de bölgesel taleplerini güçlendirmek amacıyla kullanılmaktadır. Din, eski İsrail ile varsayılan sürekliliği vurgulamanın bir aracı hâline gelmiştir. İsrail devleti, Tanrı tarafından kendilerine vaat edilen bu toprakları fetheden ulus olduğunu iddia ederken, milliyetçi algılar arkeolojiyi etkili bir siyasal silaha dönüştürmüştür. Filistin’deki arkeolojinin derin kolonyal kökleri ise 1920–1948 yılları arasındaki İngiliz Mandası dönemine uzanır. Zengin arkeolojik, tarihî ve dinî mirasıyla Filistin, binlerce yıldır Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar için bir çekim merkezi olmuştur. Ancak bu kültürel mirasın önemi, İsrail Devleti’nin kuruluşundan bu yana süren işgal ve toprak gaspı nedeniyle ciddi biçimde zedelenmiştir.

Günümüz akademisyenleri, arkeologların önemli bir role sahip olduklarını ve bölge siyasetinde daha etik bir duruş sergilemeleri gerektiğini savunmaktadır. Bir ülke kültürel mirasından mahrum kalırsa, tarihinin resmi eksik kalır ve halk kimliğinin bir parçasını yitirir. Arkeolojinin bir silah hâline getirilmesi ve işgalci kültürün önemsiz gördüğü eserlerin yok edilmesi, bastırılan bir kültürü ortadan kaldırmanın en etkili yollarından biridir; çünkü bu eserler bir kez kaybolduğunda, bir daha yerine konamaz. Geçmişe dair tüm araştırmalar kaçınılmaz olarak siyasetin ve çağın bakış açısının etkisinde olsa da, arkeologların bu alanın siyasi çıkarlar uğruna kötüye kullanılmasına karşı aktif bir tutum almaları büyük önem taşır. Milliyetçilik aracılığıyla arkeoloji, mirasın sahipliğini iddia ederken geçmişe dair sahte anlatılar üreten aşırı sağcı hareketler ve siyasi partiler tarafından sıkça istismar edilmiştir. Bu durum, yalnızca Filistin’de değil, Kıbrıs’ta da geçerlidir.

Resim hakkında bilgi ve link: Aerial view of Temple Mount, “City of David”. At the top, the Haram Al-Sharif/Temple Mount, right Kidron Valley, south Silwan and left Wadi Hilweh

https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Aerial_view_Temple_Mount_Silwan_Kidron_Valley_City_of_David.jpeg

Çevirmenin notu: Çeviride birkaç yer adının Türkçede nasıl kullanıldığına dair bilgi edinilemediği için, İngilizcesine yakın versiyonu bırakmak tercih edilmiştir. Örn. Wadi Hilweh. ‘David Şehri’ ifadesini de o şekilde bırakmamın sebebi ise, doğruluğundan emin olamamakla birlikte Wikipedia'nın Türkçe versiyonunda da öyle yazılmış olmasıdır.

Bu haber toplam 1140 defa okunmuştur
Gaile 522. Sayısı

Gaile 522. Sayısı