1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Devletin Reddi, Yasaklar ve Taş Atma
Devletin Reddi, Yasaklar ve Taş Atma

Devletin Reddi, Yasaklar ve Taş Atma

Gürgenç Korkmazel: İlkel toplumlarda devlet yoktu. Devletli uygar toplum düzenine kıyasla, eşitlik, daha az çalışma ve daha çok adalet vardı ama

A+A-

Devletin Reddi, Yasaklar ve Taş Atma

 

 

Gürgenç Korkmazel

gurgench@yahoo.co.uk

 

 

1. Devletin Reddi

İlkel toplumlarda devlet yoktu. Devletli uygar toplum düzenine kıyasla, eşitlik, daha az çalışma ve daha çok adalet vardı ama. Devletin ortaya çıkışıyla, egemen sınıf, toplumun geriye kalanına baskı yaparak, zorlayarak, mecbur bırakarak ve şidddet uygulayarak yönetmeye başladı.

         “Uygarlık, iktidar ve baskı araçlarının mülkiyetini elde etmenin yöntemini kavrayan bir azınlık tarafından, direnen bir çoğunluğa uygulanmış bir olgudur” diyerek Sigmund Freud, zamanında doğru bir belirlemede bulunmuştu.

         Uygar toplumların son durumu ve doğaya yaptıkları ortada, bu kadar gelişme ve tüketim manyaklığı bitiriyor toplumu. Oysaki, bizim, ‘vahşiler’ dediğimiz ilkel toplumlar, bizden, yani uygar toplum bireylerinden kat kat daha sağlıklı ve mutluydu.    

Tarihten öğrendik ki masum millet yoktur. Kuvvetli olan milletler kendi çıkarları için, zayıf olanlara hükmetmeye, onları sömürmeye, ezmeye, hatta yok etmeye çalışmıştır. Geçmiş yüzyıllarda da böyleydi, bugün de böyle.

Millet, toplum kötüdür, ama devlet toplumdan daha da kötüdür. Ya da, ikisi arasında karşılıklı bir kötülük anlaşması vardır.

         İşte benim derdim ve çabam, hiyerarşiye, tahakküme, baskıya yol açan bu kötülük anlaşmasının bir parçası olmamak ve ilkin buna karşı çıkmaktır.    

                 

2. Yasak’lar

Yasak Bölge, Girmek Yasaktır, Durmak ve Fotoğraf Çekmek Yasaktır, Park Etmek Yasaktır, Ateş Yakmak Yasaktır, Çimenlere Basmak Yasaktır, Gannavuri Yasaktır, Anadandoğma Güneşlenmek Yasaktır, Anal Seks Yasaktır, Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağı Açmak Yasaktır, ‘İşgal’ Kelimesini Kullanmak Yasaktır, vs...v.s...v.s...

Bu küçük yerde ne kadar da çok ‘yasak’ var -en başta da sınır’la ilgili olanlar. O yasak, bu yasak, şu yasak... Osmanlı döneminde de, İngiliz döneminde de yasaklar vardı, ama kuşkusuz en çok yasak günümüzde var. Her kültürde, ailenin ve toplumun koyduğu birtakım kurallar ve yasaklar var (dinin yasaklarına hiç girmeyelim.) Burada, bu dar adada bunların hepsi var, ama daha da ağır ve kötüsü devletin koydukları. Ordunun ve elçinin sözünden çıkmayan bu devletin (!). Yani ordunun.     

         Bir yasak şey bilirim/ söylemem/ ben uysal bir ozanım” der Orbay Deliceırmak 80’li yıllarda yazdığı bu kısacık şiirinde. Ve temsil ettiği toplumun, kuşağının ruhunu duyurur. 

Onca yasak’ın yarattığı kayıtsızlık, uyuşukluk, donukluk ve bunun sonucu olan eylemsizlik bakın ne hale getirdi bizi. Pasifleştik, sinikleştik ve günü geçirmek için işi deliliğe vuran bir topluluk olduk.

Araştırma yapmaya, istatistik yayımlamaya gerek yok. Bu kadar çok yasağın psikolojimizi nasıl etkilediği ortada… Dışarı çıkan, sokakta dolaşan veya çeşitli amaçlarla salonları dolduran insanların arasına karışan açıkça görebiliyor bunu.  

 

         “O kadar çok düşkünüm ki özgürlüğüme, koca Hindistan’ın bir köşesi bana yasak edilse nerdeyse tadı kaçar dünyanın” demiş Montaigne. Bize kendi ülkemiz yasak, yasaklardan elimizi kolumuzu oynatamıyoruz, yine de dünyanın tadı kaçmış gibi davranmıyoruz.

         Yasaklar konusunda dünya ülkeleri sıralamasında kaçıncı olduğumuz ilgilendirmiyor beni. Beterin de beteri var tarafına yatmayacağım.

         En öfkelendiğim şeydir, yasaklar ve sınırlandırmalar. Herhalde hayattaki en büyük mücadelem de bunları koyanlara karşı verdiğim mücadeledir.   

 

3.Taş Atma

Evet, insanların neden olduğu çok fazla çirkinlik ve kötülük var bu adada (nerde yok ki!). Kızdırıyor ve üzüyor beni bunlar, ama aynı zamanda inanılmaz işler yapan, güzel şeyler üreten insanlar veya guruplar da var. Yatıştırıyor, dengeliyor, mutlu ediyor beni bunlar. İşte bir çelişki ve çatışmayla geçip gidiyor günler.

İster toplumsal, isterse çevresel meselelerle ilgili olsun, bardağın sadece boş kısmını değil, dolu kısmını da görmek gerek. Aynı zamanda her iki tarafı da görebilmek ve değerlendirmek en ideali aslında.

Yüzümüzü çevirmeye, arkamızı dönmeye fena alıştık. Sömürülüyoruz, asimile ediliyoruz ama bunun maddi karşılığını aldığımız sürece sesimizi pek çıkarmıyoruz (ses çıkaranlar, hatta bağırıp çağıranlar var tabii ki, ancak ben çoğunluğu kastediyorum.) Daha önce başka bir yazımda da vurguladığım gibi, ‘işgal altındayız’ diyor, şikayet ediyoruz, ama işgal altındaymışız gibi davranmıyoruz. Hukuka uygunsuz olarak adaya yerleştirilenlerden, gelip-gidenlerden yakınıyoruz ama patronluğa soyunup bu insanların emeklerini sömürüyoruz. Gündelik hayatta sağlığımızı bozacak derecede büyük çelişkiler yaşıyoruz. Çıkarcı, ikiyüzlü, hep iki dala birden tutunmak isteyen bir toplum haline geldik. (Yoksa, eskiden de mi böyleydik? Dr. Hafız Cemal Lokmanhekim’in -Stavrokonno 1878 -İstanbul 1967- yazdığı anılarını okuyacak olursak, yüz yıl önce o da benzer nedenlerden dolayı şikayetçiydi Kıbrıslıtürkler’den, özellikle de Lefkoşa’da yaşayanlardan.)

Başımıza gelenler için İngiltere’yi, Amerika’yı, Türkiye’yi veya Yunanistan’ı suçlayıp duruyoruz, ama kendi öz eleştirimizi yapmıyoruz. Olanlardan dolayı sorumluluk ve suçluluk duymuyoruz.   

Sonuç olarak haksızlık, adaletsizlik aldı başını gitti... Yukarıda saydıklarım ve hatta daha fazlasını presto etmek için yazdık, yürüdük, slogan attık, oturma veya dikilme eylemi yaptık da ne değişti, neyi değiştirebildik?

Her şeyi denedik, olmadı. Bir tek taş atma seçeneği kaldı geriye. Taştan bol ne var doğada, bu kıraç adada. Bizim göstermemiz gereken irade ve kol hareketi. Çocukluğunuzda nasıl taş attığınızı unutmadınız herhalde! Çocukken sizi tehdit eden şeylere, dövmeye çalışan daha büyük çocuklara veya havlayan köpeklere hiç mi taş atmadınız?

Tamam, biz Kıbrıslıtürkler barışçıl ve insancılız, duyarlı, uslu ve uysalız. Taş atıp da birilerinin kafasını yarmak, kanını akıtmak veya camını kırmak istemiyoruz. O zaman pişkin domates veya çürük yumurta kullanalım. Bunlar da olmazsa, yaklaşabileceğimiz kadar yanlarına yaklaşıp yüzlerine tükürelim. Bu da etkili bir eylem ve eleştiri şeklidir.

İktidarın iyisi veya kötüsü olmadığını bildiğimizden, devlet temsilcilerine, özellikle de politikacıların kafasına (söylediklerine inansalar da), çevreye zarar verenlere (taş ocağı sahiplerine, doğaya kimyasal atıklar dökenlere, ağaçları kesip seri evler yapan mütahitlere, vs), ne bulursak, elimize ne geçerse atalım. 

Onlara artık kendi seçimimize göre, sert veya yumuşak bir şeyler atarsak, ancak o zaman etkili olabiliriz. Durup sözümüzü dinlemelerini sağlayabilir, bir şeylerin değişmesine katkı koyabiliriz belki. Belki...

 

 

    

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1402 defa okunmuştur