1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Baba ben Google’da işe girdim!'
Baba ben Google’da işe girdim!

'Baba ben Google’da işe girdim!'

Klasik Kıbrıslı Türk ailesinin en büyük tutkusu nedir? Tabi ki çocukları. Ne zaman devlet dairelerinde bir işim olsa, işin görülmesini beklediğim zaman zarfında ilgili memuru ziyarete gelenler olur. Konu eninde sonunda çocuklara gelir: “E sizin büyü

A+A-

“Baba ben Google’da işe girdim!”  

 

 

Klasik Kıbrıslı Türk ailesinin en büyük tutkusu nedir? Tabi ki çocukları. Ne zaman devlet dairelerinde bir işim olsa, işin görülmesini beklediğim zaman zarfında ilgili memuru ziyarete gelenler olur. Konu eninde sonunda çocuklara gelir: “E sizin büyük oğlan naptı bitirdi mi okulu?” Verilen cevap genellikle propaganda niteliğindedir: “ Uuuuu çoktan bitirdi. Şimdi da düşünür doktora yapsın. Vallahi madem ki isterler, okusunlar bizim zamanımızda yoktu böyle fırsatlar!” Sosyolojik olarak bu durumun sebeplerinin incelenmesi gerekir diye düşünüyorum. Yurdum insanının övülmeye ve egosunu şişirmeye ihtiyacı olması anlaşılabilir bir durumdur ama neden hep çocuklar üzerinden? Bu doğmuş olan her çocuğa kendi iradesi dışında ailesi tarafından bir hükümet programı biçilmesi ve çocuğun bu programı uygulamada başarılı olamadığı oranda da kınanması demek. Kınama da genellikle maddi yönden gelir: “Neyini eksik ettik?!” “Bir dediğini iki etmedik!” Bu yaklaşım bana TC-KKTC arasındaki çarpık ilişkiyi anımsatıyor. KKTC’ye ve onunla ilgili her şeye  “Size sürekli para veriyoruz! Daha ne yapalım!” diye bakan anlayış, acaba devlet biçimimize hakim olduğu kadar birey yetiştirme usulümüze de hakim midir?

 

“BİZİM OĞLAN GOOGLE’A GİRDİ AYTEN HANIM...”

 

Lise 3’te meslek seçimi aşamasında bir arkadaşıma babasının attığı nutuğu çok net hatırlıyorum: “Ben 3 meslek tanırım! Doktorluk, avukatlık ve muhasebecilik! Bunlardan birini olursan, adam olursun...” Bu nutkun akabinde o arkadaş istemeye istemeye kendisi için öngörülen bölümlerden birini okumaya gitti. Gittiği yerde ve seçtiği bölümde perişan oldu. Bir de bu sorunumuz var: Meslek seçimi konusunda şablonculuk ve garanticilik. Bu durum çağın gelişimi ve ihtiyaçlarıyla da ters düşme noktasına varabiliyor. Örneğin Çin’in artık dünyanın süper gücü olma yolunda ilerlediği aşikarken, kaç Kıbrıslı Türk, çocuğunun Çin’le ilgili bir eğitim almasının iyi bir fikir olabileceğini düşünüyor? “Baba ben Google’da işe girdim!” diye ailesine haber verecek olan bir çocuk bunu söylemeden  önce ne türlü tereddütler yaşar acaba? O aile gidip komşuda övünebilecek midir? “Bizim oğlan Google’a girdi Ayten hanım...” “ E ne var çok mu zor? Bizim kız her gün giriyor!”  

 

Toplum olarak maruz kaldığımız mağduriyetler saymakla bitmez: Asimilasyon, izolasyon, manipülasyon, dezenformasyon vb. Sonu “-yon” ile biten bütün mağduriyetler neredeyse üstümüzde. Toplum olarak bir, bize “epilasyon” yapmadıkları kaldı! O olsun eksik kalsın. Peki bizim bu mağduriyetleri gidermek için yaptığımız nedir? Onun da içinde “-yon” var! Mastürbasyon! “Bu sene kesin turizm patlayacak!”, “Ercan’a 35 milyon turist gelecek!”, “Artık bu defa da çözüm olmazsa, KKTC tanınacak!”, “Biz malımızı sadece Türkiye’ye satabilsek, aslında o da bize yeter!”, “Ekonomi formülleri cebimizde!”. Otuz yıllık repertuarını bile bile gidip UBP’ye oy vermek diye bir durum var mesela. Şimdilerde küfür ve bedduaya dönüşen lafların, 2009 versiyonlarını çok iyi hatırlıyoruz: “Yok artık eskisi gibi değil hiçbir şey...”, “ Fark var, arkasında halk var...”, “ UBP değişti...”.  Değişti değişti... Daha umursuz ve daha bir pişkin oldu. Toplum olarak birey yetiştirme tarzımızla, siyasete bakış açımız aslında birbiriyle örtüşüyor. En garanti çare her zaman geleneksel olan. Mağduriyetler geleneksel olunca, çözümler de geleneksel oluyor. Sorun: Kıbrıs sorunu. Çözüm: Düğünümüze ve sünnetimize gelen parti başkanına oy vermek.

 

 

 

MAĞDUR CEO

 

Belki farklı mağduriyetler tanımak, dünyaya bakış açımızı değiştirebilecek  bir adım olabilir. Howard Stringer;  Sony şirketinin CEO’su ( Chief Executive Officer). Havalı bir terim olan CEO’nun Türkçe meali: İcra kurulu başkanı. Sony ürünlerinin, dünya üzerinde 800 milyon tüketicisi var. Gerçek bir dünya markası olan Sony’nin tepesinde duran Howard Stringer ise mağdur. Mağduriyetinin sebebi ise Türkiye’nin aybaşı  Japonya’ya para göndermemesi yüzünden maaşının yatmaması değil. Sony’nin dünyaca ünlü oyun konsolu Playstation’un hacklanmış olması. “Allah’ın atarisi hacklandı diye zarar mı ettiler?!” diye soranlara dünya üzerinde kayıtlı 75 milyon Playstation kullanıcısı olduğunu da hatırlatmak gerekir. News Week dergisine verdiği röportajda içini döken Stringer, 69 yaşında ve gazeteci kökenli. “Tam Japonya’daki deprem felaketinin yaralarını sarmaya çalışırken, bir de bu hack olayı çıktı...” diyor röportajında ve her şeye rağmen esprili bakmaya çalışıyor meseleye: “Eğer FBI ve CIA hacklanabiliyorsa, Sony de hacklanabilir...” Apple’ın İphone ve İpad ürünlerindeki atılımı da Stringer’in mecburen ilgi alanında: “Sonbaharda biz de bir tablet çıkaracağız...” diyor. Adam, Sony’nin CEO’su ve o da mağdur. Biz de mağduruz. İki mağduriyet arasındaki 9 farkı bulmak da size kalsın... “Anne ben öğretmen olmaycam, Playstation’da işe girecem!” deyen çocuğun da vay haline... “ Bekle da atari oynan diye para verecekler sana!!!”    

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1812 defa okunmuştur