
Asıl Şimdi Boykot
Hasan Bilgehan: Dünyayı o kadar güzel bir yer haline getirmek istiyoruz ki, sadece güzel düşünerek bir şeyleri değiştireceğimiz vehmine kapılmamız işten değil
Asıl Şimdi Boykot
Hasan Bilgehan
Düşmanından öğrenmeyen hiç kimseden öğrenemez.
Dünyayı o kadar güzel bir yer haline getirmek istiyoruz ki, sadece güzel düşünerek bir şeyleri değiştireceğimiz vehmine kapılmamız işten değil. Kötülüğe nefret duyarken, yüzümüzü “çirkinleştirme”yi ihmal edip kibar olmaya çalışırken haksızlığa ses çıkaramaz hale gelebiliriz.
Oysa sınıf kini nasıl olur, egemene bakmalı. İktidar perspektifi nedir, muktedire sormalı.
Geronimo, 1909’da bir savaş tutsağı olarak ölene kadar yarım yüzyılını toprağını işgal eden ABD’li beyazlarla savaşa hasreden bir Apaçi şefiydi. Ama direnişi öyle destansı, öyle saygı duyulasıydı ki, kısa sürede Amerikan kültürünün önemli bir unsuru haline geldi. Öyle ki, Amerikalı çocuklar, askerler zorlu bir manevra yapmadan önce “Geronimo!” diye haykırırlar. Görünüşe göre egemen, bir düşmanını daha azizleştirip tehlikesizleştirerek kendi kültürüne dâhil etmişti.
Ama hayır, bu görünüş aldatıcıdır. Beyaz adam, belleğin mezarına düşmanını gömmüştür, düşmanlığını değil. Yoksa neden, aradan 100 yıldan fazla geçtikten sonra, sözde kültürünün bir parçası haline gelmiş Apaçi şefinin adını yeni düşmanları Bin Ladin’e versinler?
Sınıf kini konusunda müthiş bir derstir bu. Ne yaparsan yap, hangi söylemi benimsersen benimse, hangi numaraları çevirirsen çevir, ne kadar derine gömersen göm, düşmanının düşmanın olduğunu asla unutma!
Sınıf düşmanımızda bu bilinç sağlam. Ne var ki biz, düşmanımızı gömmek şurada dursun, her gün ama her gün bir parçamızı toprağın altına gömdüğümüz halde, olanları affedip unutmaya dünden teşneyiz. Falan faşist filanca faşistten ne miktar daha iyi, şimdiki faşizm geçen haftanın faşizminden ne de güzel daha az vahşi gibisinden bakkal hesaplarıyla (yahut bu hesapların teori sosuna bulanmış daha ince biçimleriyle) vakit geçiriyoruz.
Sınıf bilinci ve dolayısıyla sınıf kini yoksa, dünyanın en doğru öncüllerinden dünyanın en yanlış sonuçlarını çıkarmak çocuk oyuncağıdır. Derdi dövüşmek olmayan meydanı zor beğenir.
Son dönemlerde haklı olarak yükseltilen boykot bayrağı, üst yönetimin kontrolündeki 1-2 iş yerinin el değiştirmesinin gölgesinde görünmez oldu. Kıbrıs sol hareketinin her alanda olduğu gibi seçimlerde de pragmatist ve reel kazanım perspektifinden uzak bir tutum takınmasında şaşıracak bir şey yok.
Ama adında devrim, sosyalizm gibi afili laflar geçen birçoklarının ya onların yedeğinde yahut da farklı bir kanaldan ama yine aynı parlamento çığırtkanlığıyla seçim meydanlarına koşmasına şaşırmaktan vazgeçmemeli.
Oysa sandıkla devrimin arasındaki farkın ne olduğunu anlamak için, üst yönetim başbakanı Tayyip Erdoğan’ın laflarına şöyle anlayan bir kulağı açmak yetecek de artacak bile. “Kız mı kadın mı?” çukurluğunun gölgesinde kaldı ama aslında çok daha önemli bir şey söylemişti düzenin mevcut yürütme erkinin başındaki isim:
“Pankartta şu yazıyor: Tek yol sokak, tek yol devrim. Tek yol sandık, demiyor. Biz bunların devrimden ne anladıklarını biliriz.”
Olay bu kadar basit işte. Tek yol devrim, diyorsan, devrimden bunu anlıyorsan, sandık diye bir yol tanımıyorsun demektir. Sandığı, olsa olsa sandığın bir halta yaramadığını göstermek üzere kullanırsın, o kadar. Oysa şimdi bize sandığı gösteren solcuların tek işaret parmağı var!
Şimdiye kadar halkın hiçbir derdine deva olmamış bir adrese bir avuç insanı postalamak için, hep birlikte, düzenin kendini meşrulaştırma karnavalına alet olmamızı istiyorlar. Bırakın halkın üzerindeki faşizm paletlerini cilalamaktan başka işe yaramayan bir sirk olmasını, şimdiye kadar gidenlerin de halka şuncacık bir fayda sağlamamış olduğunu unutmamızı ve elimize tutuşturulan pusulalara bel bağlamamızı istiyorlar.
Bakın şu egemene ve hatırlayın sınıf kininizi.
Bu düzen bizim düşmanımız. Bu düzen binlerce insanımızı, tarihin görüp göreceği en vahşi ölüm ve işkence çarkları arasında kan lekeleri ve kemik sesleriyle öğüttü. Bu düzen yüzünden çocuklarımız daha bebekken öğreniyorlar el açmayı. Bu düzen daha birkaç gün önce, gaz odasına çevrilmiş sokaklarda boğdu bir yoldaşımızın kalbini, sonra da “üzerinde durmaya gerek” bile duymadı!
Biz de gidip o düzenin önümüze koyduğu sandığa gönül ve de onur indireceğiz, öyle mi?
Boykot, asıl şimdi yükseltmemiz gereken bayrak. Onlar 100 yıl önce öldürdükleri bir savaşçıya kinlerini unutmuyorlar da biz daha dün döktüğümüz kanı mı unutacağız? Düzenin üst yönetim başbakanı, devrimle sandığın farkını biliyor da biz mi bilmiyoruz?
Kötülerin ömrünü uzatmaktan başka yapacak daha güzel bir iş bulamayacak mıyız o güzel yaz gününde?