
ZOR AMA ZORUNLU…
“Yanlış hesap Lefkoşa sokaklarından döner” demiştik ya geçen hafta, okuyuculardan bazıları umutsuz maillerle geri dönüş yaptılar. “Ankara koymuş kafasına bir kere, yedirecekler bize bu planı” demiş bir okuyucu. Aynı kanıda değilim.
“Yanlış hesap Lefkoşa sokaklarından döner” demiştik ya geçen hafta, okuyuculardan bazıları umutsuz maillerle geri dönüş yaptılar. “Ankara koymuş kafasına bir kere, yedirecekler bize bu planı” demiş bir okuyucu. Aynı kanıda değilim. Ankara’nın kafasına koyduğu ile hayatın gerçekleri her zaman örtüşmüyor.
Bakın “yeni Osmanlı heveskârlığı” ve şimdi ortaya çıkan gelişmelere… Ankara, Ortadoğu siyasetinin dümenine geçebilmek için büyük uğraş veriyor ama Ortadoğu halkları on yıllardır kendilerini yöneten diktatörleri istemedikleri gibi, yeni diktatörler ve onlara destek veren yeni “ağabeyler” de istemiyorlar. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Ortadoğu’da saflarını iyi belirlemek zorunda. Çoğulcu demokrasiden yana mı duracaklar yoksa yeni İslamcı otoriter rejimlere mi destek verecekler? Mübarek sonrası Mısır’da şimdi halk Mursi ve ekibinin “İslamcı Anayasa” dayatmasına direniyor. Erdoğan ve Davutoğlu, Mursi’ye karşı yükselen tepkiyi doğru yorumlayıp, Mısır’da çoğulcu demokrasiye geçişi desteklemezse, Mısır halkının yeni öfke öznesine dönüşmekten kurtulamayacaklar.
Türkiye’nin ve tabii AKP’nin en büyük açmazı ihtiraslarını yönetme güçlüğü. İhtiras kötü bir şey değil, yeter ki ihtirasınızın sizi nereye taşıdığını ve her ne ise, hayallerinize nasıl ulaşabileceğinizi doğru analiz edebilmeniz. Bizde “Almadan vermek Allah’a mahsustur” denir. Tersinden bakarsak, vermeden de alabilmenin koşulu yok günümüz dünyasında. Türkiye’de bu böyle, Ortadoğu’da da, Kıbrıs’ta da…
Bakınız günlerdir Kürt milletvekillerini ikna etmeye çalışıyor Erdoğan. Bir yandan “Kürtlerin gerçek adresi benim, Kürt sorununu çözdüm” deyip öbür yandan Kürtlerin sosyal, siyasal, kültürel taleplerini damlalıkla karşılamaya öte yandan da Kürt siyasetinin elini, kolunu, dilini bağlamaya çalışmakla olmuyor. Haksızlık etmeyelim, AKP geçen 10 yıl içerisinde Kürt sorununun çözümünde önemli adımlar attı ama kimse kendisini kandırmasın, Kürt uyanışı artık öyle zoraki, lütufkâr, küçük reformlarla yatıştırılma dönemini çoktan geride bıraktı. “Nankörler!” edebiyatı artık iyice AKP dili haline gelmeye başlamışken, AKP’nin öncelikle bu dilden uzaklaşmayı başarması ve “üsttenci” bakışından sıyrılmış bir “paydaşlık” dilini kurmayı öğrenmesi gerekiyor. Zira demokrasi, kimsenin kimseye “bahşettiği” bir lütuf değil, her alandaki “paydaşlarla” birlikte iş birliğini gerektiren ciddi bir ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel dönüşüm projesidir. Vaktiyle “efendiler yarın Cumhuriyeti kuruyoruz” diyen anlayışın, bugün “efendiler yarın demokrasiyi getiriyoruz” diliyle sürdürücüsü olmakta ısrar etmek, AKP’yi tam da o zihniyetle aynı çizgiye taşır.
Erdoğan, “en iyisini ben bilirimciliğini” Kürt sorununun çözümünde de, Ortadoğu politikasında da, Avrupa ve Kıbrıs politikasında da ısrarkeş bir tavırla sürdürürken karşısına çıkan zorluk ve tepkileri pusula olarak almak yerine, giderek daha rijit bir üsluba kayıyor. Oysa Kürtlere rağmen Kürt sorunu, Kıbrıslı Türklere rağmen Kıbrıs sorunu çözülemeyeceği gibi, Ortadoğu halklarının taleplerini dikkate almayan bir Ortadoğu politikası da geliştirilemez. Tabii hangi koşulda?
“Ankara kafasına koyduysa biz bir şey yapamayız” diyen dostumuza dönelim yeniden. Her ne kadar Erdoğan ve AKP’nin “kafasında” bir Kürt planı varsa da, geçen zaman içerisinde hep birlikte görüyoruz ki, bu plan “Kürtlere rağmen” yürüyemiyor. Türkiye Kürtleri, aynı anda hem PKK’nın şiddeti yükseltme siyasetine, hem de Erdoğan ve AKP’nin Kürtleri devre dışı bırakma siyasetine karşı dik durmaya çalışırken elbette büyük zorluklar yaşıyorlar. Kıbrıslı Türklerin Kürtlerden de, Tahrir meydanında direnenlerden de öğreneceği çok şey var. Marjinal radikalliğin cazibesine kapılmadan, akılcı bir dik duruş sergilemek, bir yandan Türkiye ve AKP dayatmalarına karşı durmak, öbür yandan ilişkilerin akılcı bir zemine oturması için mücadele vermek… Bunu yaparken de tehlikeli UBP teslimiyetçiliğine direnmek… Bu mücadele sadece Kıbrıslı Türkleri ilgilendirmiyor. Türkiyeli Türkleri de, Kürtleri de ilgilendiriyor. Zira Türkiye’nin demokratikleşme projesinin paydaşlarından biridir Kıbrıslı Türkler. Türkiye’nin de, Kıbrıs’ın Kuzeyinin de demokratikleşmesi bu ortak mücadeleyle mümkündür.
Zor olmadığını söylemiyorum… Zorunlu olduğunu söylüyorum…

















