
TUFAN ERHÜRMAN: SİYASİ PARTİLER ARASINDA NİTELİK FARKI YOK
Tufan Erhürman 1970 doğumlu… Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktorasını da aynı üniversitede Hukuk alanında yapmış. Ankara Üniversitesi, Hacettepe ve ODTU’de ders vermiş. Şu anda da 2001 yılında başladığı DAU’de Hukuk Fakültesi’nin Dekan Yardımcılığını yürütüyor. Tufan Erhürman, hem Kuzey Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de çeşitli kanun komisyonlarında bulunmuş, ikinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın müzakere heyetinde yer almış. Şu ana kadar yayımlanmış 19 kitapta da imzası bulunuyor.
“Bu şekilde bu sistem daha gider. Çünkü bu sistemin aynen devam etmesinin koşulları var. Türkiye’den gelen para örneğin önemli bir koşuldur. Krize de girseniz bu para gelir ve kurtulursunuz. Türkiye kendine göre çok küçük bir yardımla bu sistemi besliyor.”
“Türkiye sistemi yeniden üretiyor. Çıplak vesayetten dolaylı vesayete geçiyoruz. Buradaki kurumlar özelleştirilecek ve Türkiyeli yetkililer tarafından değil, Türkiye’den gelen özel tekel aracılığı ile bu kararlar alınacak artık. Şirket de sıkıntıya girmeyecek çünkü Türkiye’den yardım görecek. Günlük yaşamda ise, ciddi krizlerimiz olmayacak. Gelirimiz yavaş yavaş küçülecek. Daha az parayla yaşamaya alışacağız. Zaten bir ülkede su, elektrik ve iletişimle ilgili kararları siz almıyorsanız, kendi kendinizi yönetmiyorsunuz demektir.”
“Kıbrıslı Türkler bütün halklar gibi kendi haklarındaki kararları verecek kadar zekidirler. Bütün partilerin uzlaşması gereken gerçek budur. Demokrasiden bahsedecekseniz de asgari uzlaşı noktası budur. Ama bu toplumda bu konuda bile bir uzlaşma yoktur.”
“SİYASİ YAPININ TEMELİNDE VESAYET VAR”
Tufan Erhürman’dan öncelikle mevcut siyasi yapıyı tanımlamasını istiyorum;
“Şu anda siyasi yapının temelinde vesayet olduğunu düşünüyorum. Bu sadece Türkiye’nin vesayeti değil. Kendi kendine muktedir olamayan, zarar verecek bir halk olduğunu düşünüyor burada, Türkiye yetkilileri. Ekonomik paket de bunun ürünü. Türkiye buradaki politikalarını sadece kendi çıkarları için değil, aynı zamanda burada kendi başlarına kalırlarsa, her şeyi batırırlar anlayışıyla da uyguluyor.”
Türkiye bu düşüncelerinde haklı mı diye soruyorum, bu kez. Şöyle devam ediyor;
“Bana göre haklı gerekçeleri yok. Dünyada vesayet rejimlerinin mantığı, sürekli kendi kendini üretmesidir. Partilerin kendi içindeki ilişkilerde de genel sistem içinde de bu, bu şekilde işler. Örneğin, Türkiye yetkililerinin buraya baktığı gibi bakıyor, parti MYK’ları da, gençlik ya da kadın örgütlerine. Evde anne çocuğu adına karar verirken, aynı anlayışla bunu yapıyor. Yani matruşka bebek gibi, toplumun en uç kesimine kadar bu şekilde ilerliyor.”
Bu vesayet sorununun toplumsal özelliklerimizden mi ileri geldiğini soruyorum. Nedenini nasıl değerlendirdiğini anlamaya çalışıyorum. Tufan Erhürman şöyle konuşuyor;
“Önemli olan özne olamama durumunu ortadan kaldırmaktır. Yoksa toplum kültürel olarak böyleydi diye mi siyaset böyle, bunu bulabilecek bilgilere ulaşmak mümkün değil. 1930’lardan Sir Münür’den başlayarak, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs üzerindeki vesayetinin tarihini yazabiliriz. Siyasette vesayet çok eski.”
“VESAYET SORUNU TESPİT EDİLMİŞ DEĞİL”
Peki değişmesi için ne yapmak gerekiyor, diyorum bu kez;
Değişmesinin ancak Kıbrıslı Türkler’in bunun tespitini yapmasıyla mümkün olacağına işaret eden Erhürman, “Bugün vesayet olduğunu tespit etmeyen ya da etmek istemeyen çok geniş kesimler var. Bunu makul görenler, vesayet sorun değildir diyenler var.”
Bu anlayışın toplumun özne olma halini engellediğini vurgulayan Erhürman, “bu yüzden kendi kendimizi yönetemiyoruz” diyor.
Erhürman bu durumun değişmesi için bir bedel ödenmesi gerektiği görüşünde. Şöyle devam ediyor;
“Bu sadece anayasa değişikliği ile de olabilecek bir şey değil. Yani anayasa değişikliği önemli ama sivilleşme sağlandığında, ya da polisi sivile bağladığımızda bu vesayeti tamamen ortadan kaldıracağımız anlamına gelmiyor. Bunun bedeli, belki bir dönem Türkiye ile ilişkilerde bir soğuma sürecine girilmesidir. Yani belki buraya gönderilecek para miktarında bir değişiklik olacak, daha az para gelecek Türkiye’den. Çünkü, Türkiye bunu kendine bir karşı çıkış olarak algılıyor. Kıbrıs Türk toplumunun da maddiyata önem veren bir yapısı var. O yüzden, bu bedel ne kadar göze alınabilir, şu an için emin değilim.”
“SİYASİ ANLAYIŞ İKTİDARA ORTAK OLMAKTAN İBARET”
Siyasetin toplumu yönlendirebileceğine ve yönlendirmesi gerekliliğine vurgu yapan Tufan Erhürman, şöyle konuşuyor;
“Bizde siyaset kısa vadeli bir kavram olarak değerlendiriliyor. Kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu yönlendirmek değil, pragmatik davranarak iktidara ortak olmaktır, şu andaki siyasi anlayış. Bu durumda da vesayete karşı çıkamıyorsunuz. Kendi bedel ödemeyi göze alamayanlar, ahlak ya da bedel çağrısı da yapamıyor. Siyasette birilerinin bedel ödemeye hazır olması ve halkı da bedel ödemeye çağırıp, bunun da bedeline hazır olması lazım.
Ben bugün büyük bir şey beklediğimin farkındayım ama bu durum başka türlü de düzelmez. Bu gerçeği tespit edip, halka anlatacak, sistemin özünü değiştirecek bir siyasete ihtiyacımız var.”
Bir erken seçim bekleyip beklemediğini de soruyorum Tufan Erhürman’a;
“Zaten normal seçim de çok yakın” diyor ve devam ediyor;
“Muhtemelen normal sürecini beklemeden bir erken seçim olacak ama bu hükümet gittiği anda da zaten yapabileceklerini yapmış olarak gidecek.”
“MUHALEFET İNANDIRICI BİR PLAN KOYSAYDI…”
Özellikle muhalefet partiler bu kadar erken seçim çağrısı yapmışken, neden bir erken seçimin sağlanamadığını ya da hükümetin yapacaklarını değiştiremediğini soruyorum, Erhürman’a;
“Halk bu işin böyle olmayacağını gördü aslında, ama Kıbrıs Türk halkının bir özelliği de sadece bununla ikna olmaması, bu iş nasıl gideri de görmek istemesidir. Ama alternatifini göremedi. Mesela Kıbrıs Türk halkı bankalar krizinde sokaklara döküldü ama buna rağmen, iktidarın değişmesi gerektiğini öngörmedi. Ancak Annan Planı’nda bunu istedi, çünkü o plan, nasıl olacağını anlatıyordu. İşlerin iyi gitmesine yol açacak bir plan vardı, bunu görmüştü. Muhalefet de inandırıcı bir program koysa, kadro değişikliğine gitse, inandırıcı olsaydı, özeleştiri yapsaydı o zaman gerçekten bir erken seçime gidilebilirdi.”
Örneğin CTP’nin bu süreci hedeflediğini söyleyen bir kadro değişikliği yaptığını hatırlatıyor ve bunu yeterli bulup bulmadığını soruyorum bu kez, Erhürman’a;
CTP’nin bir başkan değişikliği yaptığını ancak 1970’lerden beri parti kadroları içinde olan bir başkan seçtiğine işaret eden Erhürman, sadece başkan değişikliği ile yenilenmenin gelemeyeceğini söylüyor ve şöyle devam ediyor;
“Örneğin Genel başkan yardımcılıkları sistemine geçilebilirdi. Bir sol parti bunu yapabilirdi. İlla ki başkanın değişmesi gerektiğini düşünenlerden değilim. Bir parti artık politikaları farklı yetkililerle konuşabilmeli. Kendi alt kadrolarını kurup ekiplerini oluşturacak uzmanlıklar yaratılabilirdi. Bizde bir başkan ya da genel sekreter veya bir milletvekili her konuda konuşuyor.”
Halkın bu ihtiyaçların belki muhalefetin kendisinden bile daha çok farkında olduğuna işaret eden Erhürman, “halk hepimizden belki muhalefetin kendisinden bile daha iyi farkında ama her şeyin daha farklı gidebileceğini kendisine gösterebilecek birilerine ihtiyacı var. Oysa ortada böyle bir şey yok” diyor ve dikkat çekici bir soru soruyor;
“Bu ülke bu kadar kötü bir durumdayken ve herkes bunu söylerken, nasıl oluyor da bu sisteme muhalif olan insanlar, hiçbirinin birbirinden farkı yok diyebiliyor? Bunun özeleştirisini yapmak gerekiyor.”
Muhalefet partilerinin benzeştirilmekten son derece rahatsız olduklarını ve bunun endişelerine yapılmış bir haksızlık olduğunu her fırsatta dile getirdiklerini hatırlatıyorum Erhürman’a. O aynı fikirde değil.
“Burada haksızlık edilen bir taraf yok. Bu kanaatin oluşmasını nasıl engelleyemedin, nasıl bir süreç yarattın diye sormak lazım” diyor.
“PARTİLERİN İÇ DEMOKRASİLERİ YOK”
Partilerin kendi iç demokrasilerinin yeterince işleyip işlemediğini de soruyorum Erhürman’a ve bir hukukçu olarak erken seçim öncesinde değiştirilmesi beklenen yasal değişikliklere nasıl baktığını….
“Bu ülkede hiçbir partide parti içi demokrasi işlemiyor. Delege sisteminin değişmemesi ciddi bir sorundur. Çünkü delege bile bir vasidir. Sürekli birileri birilerini temsil ediyor ama kimse kendini temsil etmiyor.”
Artık partilerde delege sistemi yerine, üye sistemine geçip, bu kavramın da içinin doldurulması gerekliliğine işaret eden Erhürman, “üye partinin eğitim çalışmalarına katılan, düzenli aidat ödeyen ama bunun ötesinde hami adamı ilişkisi temelinde olmayan kişidir. Çünkü hami aynı zamanda vasidir. Futbol takımı tutar gibi parti tutuyoruz. Baba o partili olduğu için o partiye oy veriyor çocukları da. Bugün CTP’liyim deyip, sol değerlerle ilişkisi olmayan insanlar var.” diyor.
“SOL PARTİLER DE KENDİLERİNİ İDEOLOJİ ÜZERİNDEN TANIMLAMAKTAN VAZGEÇTİ”
Halkın eğitim düzeyinde de ciddi sorun olduğuna işaret eden Erhürman, siyasi partilerin de kendilerini ideoloji ve siyaset üzerinden tanımlamakta sorunları olduğunu söylüyor. “Sol partiler de kendilerini ideoloji üzerinden tanımlamaktan vazgeçti. Sağ partiler zaten bunu yapmıyordu. Bugün ideolojilerin ortadan kalktığını söylüyoruz ama bu aslında iyi bir şey değil. Çünkü ideolojinin ortadan kalktığı noktada geriye kalan ben seni kollayacağım, sen de bana biat et oluyor. Ya ilişkiler ideoloji ve siyaset üzerinden ya da menfaat üzerinden olur. Maalesef Kıbrıs’ta genel eğilim de ikincisinden yana.”
“KISA VADEDE DEĞİŞİM ZOR”
Siyasette kısa vadede devrimci bir değişim beklemediğini söyleyen Tufan Erhrüman, bunun sebebini de şu anda siyasi partilerin buna hazır olmamasına bağlıyor ve şöyle konuşuyor;
“Bir değişiklik yapacaksak ve buna bugün başlasak meyvelerini en az 15 yıl sonra alırız. Yıllarca daha oy çok nasıl alırız, klüplere nasıl bir yardımla destek alırız diye düşünen bir partinin kolay mı siyasi kadrolarını eğitimden geçirmesi. Şu anda o ışığı görsem, bugün en azından 15 yıl sonrası için gelecek yeni nesille umutlanabilirim” diyor ama durumun böyle olmadığının da altını çiziyor.
“Partilerin kadrolarıyla birlikte siyasi bir eğitim sürecinden geçmesi gerekliliğine işaret eden Tufan Erhürman, “dünyada sağ partiler kendi kadrolarını milliyetçilik konusunda eğitiyorlar. Şimdi bizde de sağ partiler kendi kadrolarını Kıbrıs Türk milliyetçiliği konusunda eğitmiş olsalardı, vesayete önce onlar karşı çıkacaktı. Oysa bizde sağ partiler kendilerini Türkiye’nin bir uzantısı olarak görüyorlar. Kıbrıs Türk milliyetçiliği bir dönem sol partiler tarafından yapıldı.”
Tufan Erhürman’a aday olmayı düşünüp düşünmediğini de soruyorum. Yanıtı kısa;
“Hayır.” Açıklaması ise anlaşılır.
“Şu anda yaptığım işten çok mutluyum. Bugünkü yapısında siyaset beni daha mutlu kılmaz. Toplumsal yarar açısından bugün bulunduğum yerde siyasette olmaktan daha çok şey yapabilirim. Bizde milletvekillerinin de çok daha üretken olması lazım. Hele bizim gibi az sayıda milletvekili olan bir yerde. Oysa bizde kendi parti yapıları gereği milletvekilleri de pasifize edilmiş durumda. Uzmanlaşma olması lazım. Hangi konuda olursa olsun, her konuda aynı insanlar konuşuyor, mecliste. Bazıları her konuda konuşurken bazılar hiç konuşmuyor. Bizde partiler ne yazık ki modernleşemedi. Çünkü siyasi partiler seçime endeksli, pragmatik ve konjenktürel partiler konumuna geldiler. Siyaset üretip siyaset yapmıyorlar.
“NİTELİK FARKI YOK”
Partiler arasında hiç mi fark yok diyorum bu kez;
“Nicelik farkı var, nitelik farkı yok. Partilerin hepsinin temel hedefi, iktidara gelmek iktidardan pay almak. Bazı partiler eğitimler de düzenliyor, bazılar bunu hiç yapmıyor ama bu nitel değil, nicel bir farktır.”

















