1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Toplumlar kendi iç sorgulamalarını yapmalı”
“Toplumlar kendi iç sorgulamalarını yapmalı”

“Toplumlar kendi iç sorgulamalarını yapmalı”

“Toplumlar kendi iç sorgulamalarını yapmalı”

A+A-

Bülent Dizdarlı ve ‘Kuyu Mezarları’…

 


Simge Çerkezoğlu

Bülent Dizdarlı ile ilk karşılaşmamız. Sohbetimizi kitabın basıldığı Okman Matbaası’nda yapıyoruz. “Kuyu Mezarları” Dizdarlı’nın yeni kitabı ve hikâyesiyle hayli ilgi çekici. O, kitaplarında kendi yaşadıklarını kaleme almak yerine etrafında olup bitenleri işlemeyi tercih ediyor. Bu romanında da benzer bir yol izleyerek, kayıp bir şahsın hikâyesinden yola çıkarak okuyucuyu bugüne taşıyor. Dizdarlı bu hikâyeyi anlatırken aynı zamanda adada yaşanan pek çok acı gerçeği de kendine dert ediyor, bize de ettiriyor. 


Yeni romanınız Kuyu Mezarları ile okuyucularınızla buluştunuz. Bu kaçıncı kitabınız acaba?

Bu benim dördüncü kitabım oluyor. İlki Dünyanın Merkezi Hayatla Polemik’ti ve Halkın Sesi gazetesinde yazdığım dönemde çıkan makalelerimden oluşuyordu. Ardından ilk romanım Güneşe Kaçmak yayınlandı. Daha sonra 2012’de sağlık söyleşilerini derlediğim İmphotep’in İzinde 50 Cefa, 50 Deva isimli kitabım yayımlandı. Kuyu Mezarları da dördüncü kitabım ve ikinci romanım olarak Khora Yayınlarından çıktı.

Son birkaç yıl içinde üç kitap birden yayınlamış oluyorsunuz…

Evet insanın bekleyip bekleyip üç kitabı birden çıkarması ilginç gelebilir ama herhalde bunun için belli yaşanmışlıklar ve süreçlerin tamamlanması gerekiyordu.

40 YILIN MUKAYESESİ

Bana göre kitap çok karakterli ve çok hikâyeli bir roman olma özelliği taşıyor.

Kitabı merak eden okuyacaktır, benim esas bahsetmek istediğim bu kitapta da diğer üç kitabımda da hep Kıbrıs’a dair konuları ele almayı tercih etmem. Böylece bir anlamda tarihe iz düşmek istedim. Güneşe Kaçmak örneğin mülteci sorununu ele alıyordu. Uzun zamandır adanın gündemindeki bir diğer konu da kuşkusuz kayıp şahıslar. Geçtiğimiz günlerde Kayıplar Komitesi’nin açıkladığı rakama göre adada 2011 tane kayıp bulunuyor. Bu rakamı nüfusla karşılaştırdığımızda oldukça yüksek bir rakam olduğu ortaya çıkıyor. Elbette bunun sosyolojik etkileri de toplumda çok fazla hissediliyor. Bir kayıp demek onun yokluğundan etkilenen koca bir aile demek. Eşler, çocuklar, akrabalar ve komşular. Nesilden nesile giden travma demek. İnsanın kaybını bulamayışı derin bir travma anlamı taşıyor. Kitap da bu kurgu ile başlıyor. Bir kayıp için ailesine gelen mektup ve kırk yıl önce ülkesini terk eden kadının adaya dönüş hikâyesi anlatılıyor. Böylece kırk yıl öncesi ve sonrası arasında  hesaplaşma ve mukayese başlıyor.

Kitapta sadece kayıp hikâyesi yok, geçmiş dönemlerde Kıbrıslı Türklerin başka Kıbrıslı Türklere verdikleri zarar da konu ediliyor…

Kitabı yazarken en çok dikkat ettiğim şeylerden biri hikâyenin adanın hikayesi olmasıydı. Kitabı alsanız ve karakterleri, isimleri tam ters yapsanız Kıbrıslı Türk ve Rumların yerlerini değiştirseniz aslında hiçbir şey değişmez. Aynı konu işlenebilir. Yaşananlar o denli aynı ki. Kitabın önsözünde de bahsettiğim gibi çok güzel bir adada yaşıyoruz ama bu topraklarda yaşayan insanlar birbirlerine çok zarar verdi, çok büyük eziyet ve cefalar çektirdi. Sadece Türk ve Rumlar olarak değil kendi içimizde de birbirimize çok zararımız oldu. O yüzden bu konuyu da gündeme getirmek istedim.

SORGULAMA, YARGILAMA, ÖZÜR

Böylece siyasal olarak da vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Şu günlerde Kıbrıs konusunu yeniden konuşuyoruz ama bana göre önce toplumların kendi iç sorgulamalarını yapmaları gerekiyor. Daha sonra toplumlararası barıştan söz etmek mümkün olacak. Aksi halde sağlanacak barış yeterince sağlam olmayacak. Önce iki toplum da kendi içindeki yaşanmışlıklarla yüzleşmeli. Birbirine yaptığı hataları sorgulamalı, yargılamalı ve özür dilemeli. Kitabı yazmaktaki amacım özünde buydu. Verdiğim mesaj da bu. İki toplum da kendi iç dinamiklerini sorgulamalı. Yüzleşmeli. Günümüzde kuyularda pek çok insan bulunuyor. Ancak bunların ne kadarını Türk’ün Türk’e ya da ne kadarını Rum’un Türk’e yaptığından emin olamıyoruz. Fısıltı halinde hala konuşulan çok şeyler var. İnanıyorum ki kitapla birlikte bunlar daha fazla konuşulmaya, insanlar sakladıkları ya da bildikleri yeni hikâyeleri anlatmaya başlayacak.


Siz adada tarihle yüzleşmenin gerçekleşebileceğine inanıyor musunuz?

Elbette neden olmasın, buna en iyi örnek Almanlar. Onlar insanlık tarihi içinde birbirlerine en çok zararı veren toplum ve yüzleşmeyi başardılar. Buna benzer şekilde başka toplumlar da bunu yaptığına göre demek ki bizim de tarihimizle yüzleşmemiz mümkün ve gerekli. Aksi takdirde Kıbrıs’ta gerçek bir huzura ulaşmak mümkün olamaz.

SEVGÜL’ÜN ARAŞTIRMALARI

Kitabın isminden ve kapak tasarımından da bahsedebilir miyiz?

Kitabın kapak tasarımı Hakan Kaşif’e ait. Kendisinin sosyal medyada “Çizittirdiklerim” diye sayfası da var. Çizimlerini gördüğüm bir gün ona kapağı çizdirmeyi düşündüm. Yaklaşık on beş farklı çizimden sonra da bu kapağı seçtik. Kapakta da kuyu var. Kitabın adını anlatıyor. Ülkemizde mezara dönüştürülen pek çok kuyu var. Sevgül Uludağ’ın araştırmalarından bulunan kayıpların pek çoğunun da kuyulardan çıktığı biliniyor. Bu da beni çok etkileyen olaylar arasında.

Bu haber toplam 1343 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 159. Sayısı

Adres Kıbrıs 159. Sayısı