1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Muhteşem Ecdatlarımız!
Muhteşem Ecdatlarımız!

Muhteşem Ecdatlarımız!

Türkiye’de bir film veya başka bir eser üstünden dönüp dolaşıp gündeme gelen konu hep aynı: Ecdadımıza saygıda kusur etmemek, Babaları korumak! Örneğin iki yıl önce ‘Mustafa’ filmi, şu sıralarda da ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi et

A+A-

 

 

Türkiye’de bir film veya başka bir eser üstünden dönüp dolaşıp gündeme gelen konu hep aynı: Ecdadımıza saygıda kusur etmemek, Babaları korumak! Örneğin iki yıl önce ‘Mustafa’ filmi, şu sıralarda da ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi etrafında estirilen fırtınalar “Kahraman-Baba” figürüne dokunmakla ilgili. İlginçtir, bazen Kemalistler ayağa kalkıyor, bazen de Muhafazakarlar. Fakat her iki kesim de olaylara aynı mantık çerçevesinden bakıyor. Kimi Atatürk’ü, kimi Kanuni Sultan Süleyman’ı koruma derdinde. Aslında korumak istedikleri şey, ataerkil düzenin kendisidir. Belli ki, Türk modernleşmesi Türk ataerkilliğine pek dokunmamış. Hatta ataerkinin hala güçlü biçimde devam ediyor olması Türk modernleşmesinin doğasından kaynaklanıyor denebilir. Türk modernleşmesi saltanata son verdi ama onun yerine güçlü bir siyasi ataerkil yapı kurdu. Kurucu zaten kendisini “Türklerin Atası” olarak tanımladı ve kurduğu düzende yurttaşlara çocuk muamelesi yaptı. Muktedir elitler kendilerini “koruyucu hami” olarak konumlandırdı ve toplumu oluşturan bireyleri her açıdan yönlendirmeye yöneldi.

Muhafazakarlara baktığımız zaman orada da güçlü bir ataerkillik olduğunu görürüz. Muhafazakarlık zaten doğası gereği böyle bir eğilim içindedir. Muhafazakarlar Monarşinin yıkılmasına, yani “baba katline” karşı çıkarak ve “baba” figürünün korunmasını isteyerek tarih sahnesine çıktılar. Çünkü babalar “düzeni” sağlarlar ve muhafazakarlık için “düzen” özgürlükten önce gelir. Özgürlük sadece geleneği sürdürmek için talep edilir ve bununla sınırlı tutulur. Gelenek ise “düzen” içinde korunur. Muhafazakar akımın düşünce babası Edmund Burke, “insanların eğilimlerinin denetlenmesi, iradelerinin kontrol altında tutulması ve tutkularının bastırılmasının” önemine ısrarla vurgu yapıyordu.

Türkiye’de ister Kemalist cenahta isterse muhafazakar cenahta olsun “özgür yurttaş” kavramı sadece kağıt üstünde vardır. Yurttaşlara “iradesiz çocuklar” gibi bakılmaktadır. İmmanuel Kant “tebaasını iradesiz çocuklar gibi pasif davranmaya zorlayan baba-hükümetin düşünülebilecek en büyük despotizm” olduğunu ileri sürüyordu. John Locke’un ise daha 18. yüzyılda insanların büyük kardeşinin yönetimine tabi olmalarına” itiraz ederek ataerkil düzene karşı Toplum Sözleşmesi öneriyordu. Maalesef Türk hakim siyasi kültüründe ataerkil siyasi düzen hiç sorgulanmadı. Kemalist modernleşme Osmanlı/İslam geleneğini “Öteki” olarak kurgularken, Osmanlı İmparatorluğu’nun ataerkil siyasi kültürünü sürdürdü. Günümüzde AKP özellikle Kemalist Tek-Parti dönemini “Öteki” olarak kurguluyor ama Kemalizm’in otoriter devlet anlayışı ile toplum mühendisliği metotlarına sıkıca bağlı kalıyor. “Dindar Kuşaklar” yetiştirmeye yönelirken tam bir toplum mühendisliği uyguluyor. Güçlü ve otoriter devlet anlayışına olan bağlılığı gün gibi aşikardır. “Büyük Lider” etrafında tahayyül edilen ve giderek milliyetçi bir saplantıya dönüşen “Büyük Devlet” fikri demokrasinin yerleşmesini engelleyen temel faktörlerden biridir. Kürtaj üzerine söylenenler veya “güçlü toplumu” “annelerin doğurganlığı” üzerinden tasarlayan anlayış muhafazakâr özellikler taşıyor ama bunların demokratlıkla bağdaşmadığı kesindir.

 Kuşkusuz, Türkiye’de hüküm süren siyasi kültürün yeniden üretilmesinin en büyük destekçisi ataerkine dayalı aile yapısının hala güçlü olmasıdır. Aileyi yöneten “Reisler” devlet yönetimine gelince “muhteşem ecdatlar” oluveriyorlar. Onların şanını korumak da çocuklarına düşüyor…

  

 

 

 

 

 

Çocukların toplumsal bir sözleşme etrafında bir araya gelen özgür yurttaşlar olamamaları bir yana, babasız kalma korkusu içinde çırpınıp durduklarını görüyoruz. Toplumun “babaları” ya da “büyük kardeşler” de bu düzeni sonsuza kadar sürdürmek istiyorlar.  

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2084 defa okunmuştur