1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Milli Şef’in Treni Niçin Beyaz?” - Bir ‘Şair’ Olarak İsmet Özel’in Portresi
“Milli Şef’in Treni Niçin Beyaz?” - Bir ‘Şair’ Olarak İsmet Özel’in Portresi

“Milli Şef’in Treni Niçin Beyaz?” - Bir ‘Şair’ Olarak İsmet Özel’in Portresi

İsmet Özel, kendini bulan bir şair. Kendini yaratmadı, bulmak istediği kişiyi buldu. Bu nedenle şanslı bir şair.

A+A-

Burak Karataş

burak.karatas.729@gmail.com

 

*

KALEM.

İsmet Özel, her şeyden önce ve her şeyden sonra bir şair. Her an şair. Her durumda ve her pozisyonda şair. Yani, ben onu öyle görüyorum. Bana öyle geliyor ki yemek yerken de bir şair gibi yiyor o.

Bir diğer husus, İsmet Özel’in bana sürekli bir düzyazıyı anımsatması. Oysa İsmet Özel, onu iyi okumayan biri tarafından pekala “bir düzyazı hasmı” olarak anılabilir. Bu, onun enine boyuna incelendiğinde açığa çıkarılacak yönlerinden biridir: O, düzyazıya husumet değil, şiire aşk duyuyor. Bir şair ve İsmet Özel olarak.

Birçok kavramın hatırlattığı bir adam İsmet Özel. Onun yüzünde sosyalizm de var, yalnızlık da, emek de... Hatta göç kavramı da var! Bu kavramlarla dolaylı bir ilişkisi var İsmet Özel’in. Onları sadece yorumlamıyor, onlara kendi evreninde vasıflar yüklüyor sanki. Mesela, bir şiirinde, “West Indies, Kızıl Elma, İthaki, Maçin! / Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.” diyor. Burada bahsi geçen tüm yerler, İsmet Özel’in dünyasında “uzak” kavramını karşılıyor. Bunu idrak edebilmek adına Özel’i sürekli bazı kavramlarla düşünmeye ve okumaya çalışmalıyız.

Tüm bunların yanında, onu herhangi bir şairle eşdeğer de göremiyorsunuz, onların haricinde de. (Hatta onların karşısında ve belki yanında da göremiyorsunuz onu.) Ve en sonunda, hemen herkesi bir başkası olarak hayal edebiliyorken İsmet Özel’i şiirsiz düşünmek namümkün. O, kendini şiirle bulmuş.

Şiirlerini benliğinin içindeki odasından yazar. Bu oda, kimi zaman, başka cisimlerle (mesela ev veya otobüs) insanlara görünür. Oda, genelde otobüs olur İsmet Özel’de, “Özel Halk Otobüsü” bile diyebilirsiniz. Şiirini yazarken bir direğe tutunur. Bu, onun bitmek bilmez fikir yolculuğuyla kaim olan “devasa anlatı”sıdır. Bu anlatı, şiirlerinin ana izleğini oluşturur. Tabii içerik olarak. Ama bundan ayrı da okunabilir bir İsmet Özel şiiri. Hatta pek güzel olur, kıyasıya olur.

Üslup denince mavi kan dolar İsmet Özel’in dudaklarına. Evet, o, üslubu bir kesinlik olarak ele alır. “Karakter” gibi. İnsanların karakteri, biçimi, şekli. Bu nedenle en ilginç yorumları genelde üslup üzerinedir İsmet Özel’in. O, içerik konusunda bir aykırı tasvirci olup çıkar ama üslup söz konusu olduğunda kendine döner. O yüzden de şiirlerinde bunu bize anlatmak ister havasına büründüğü görülür. Mesela bir şiirinin adı bu nedenle “Kalk Düğüne Gidelim”dir. Ya da bir başka şiirinde bu nedenle, “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!” diye sayıklar.

Şiirini, kalemle değil, hançerle yazıyordu. Sonraları bunun yerini bir “Kelime-i Tevhid bayrağı” aldı. Şimdilerde onun sopasını kullanmayı da bırakıverdi. Artık sadece –ekmek taşır gibi- kitap taşıyor koltuk altında.

---

İsmet Özel, sosyalistti. Tüm bunların yanında düşünsel dönüşümler yaşadı. “Müslümanlığını ilan etti”. Bunu yapabilmek önemli tabii. Benim bildiğim onun haricinde müslümanlığını ilan eden bir tek Hz. Muhammed var, dolayısıyla konu son derece nazik. Çok sonraları, bu yönüne bir de kerameti kendinden menkul ve zemini oldukça sallantıda olan bir ‘türkçülük’ ekledi. Tabii sorarsanız, halen sosyalist... Nasıl oluyor, ben de bilmiyorum. Evet, İsmet Özel’i bilmek mümkün değil. Ya anlamak? Zor belki ama daha ulaşılabilir bir kavram bu onun için. Galiba, bu denli sevilmesindeki ana hat da bunu içeriyor: Anlaşılıyor İsmet Özel, birçoklarının aksine. Bu, onu “özel” kılıyor. Hayır, kelime oyunu yapmıyorum, bundan nefret edebilirim. Ama sonuçta bir şair ne kadar anlaşılabilir ki, en sonunda o da düşüncenin dar ufkunda sıkışıp kalıyor. Sonra art arda sıralanan kavramlar ve pozisyonlar... Sosyalizm falan. Ama şair o. Hem İsmet Özel hem şair. Bunda da pek mahir. Hakkını vermeliyiz.

**

POLİS.

İsmet Özel’in babası bir polistir. Bu, onu anlayabilmek için mühim bir malumat. 1944 senesinde doğuyor Özel, babası polis. Ayrıca babası, sonraları “cumhuriyetin bir kulu” da kesiliverecektir...

Okullarda okuyor İsmet Özel. Mesela, o ilkokula başladığında, Türk milleti, onun tabiri ile “başında kimleri görmek istemediğini” beyan edecektir. Sene 1950’dir... İsmet Özel, memur babanın oğlu olmanın bir bakiyesi olarak Anadolu ile tanışır erkenden. Bu -hiç şüphesiz- etkiler onu bir şair olarak. Poetik çeşitliliğin nüvelerini burada aramamız doğrudur İsmet Özel şiiri için.

Lisede son sınıfı tekrar ettiğinde Kur’an’ı okur İsmet Özel. Bazılarının onu anlamaması gibi, o da okuduğunu anlamaz. Gittiği yol onu sosyalizme götürür. Bu da onu SBF’ye (Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara) ulaştırır. Ve, 1960’lı yılların tabii iklimi gereği Türkiye İşçi Partisi’ne. Özel, kuvvetli bir militan olmayı iyi bir şair olmaktan ayrı görmez bu yıllarda. Nitekim sonraları da kuvvetli bir Müslüman (ve daha sonra da “kendini bilen bir Türk” olmayı) olmayı iyi bir şair olmaktan pek ayrı görmeyecektir.

İsmet Özel denince, insan, nevi şahsına münhasır bir yabancılık görür. Bundan şairane bir tat almak kolaydır. Zor olan kısım, metnin altındaki metni okuyabilenler için çıkar ortaya.

Yüksek tahsil imkanı, İsmet Özel için bir imkansızlığa dönüşmeye başlar yavaş yavaş. O, militanlığı -eşyanın tabiatı gereği- öğrencilikten daha çok benimsediğinde okulu bırakır. Sonuç bariz: “Sakıncalı onbaşı” İsmet Özel, tıpkı ilk göçünde olduğu gibi, Anadolu’ya döner. Ve yalnızlığa. Bundan kaçınmak adına, kendine karlı günlerde uyandırabilmek için bir dost edinir: Ataol. Birbirini anlamaya gayret eden (ve birbirine kendini anlatmaya gayret eden) iki dost olarak kavrarlar birbirlerini.

Bir diğer ilginç nokta da şudur ki İsmet Özel şairlikten geçinememekten şekvacıdır. Ve bu durum onu istemediği işleri yapma zaruretine sevk eder. Bunlardan biri de fıkra muharrirliğidir. Onun düzyazı husumetinin kaynağı burasıdır ve bu öyle gür bir kaynaktır ki Özel’i Ticaret Bakanlığı’nda işe sokacak kadar haşindir.

İsmet Özel’in düzyazıyla olan münasebeti, onun hayatında ‘Brechtian’ bir “yabancılaştırma efekti”dir bana kalırsa. Onun bu durum karşısında ne yaptığını iyi gözlemlemek ve onu yorumlayabilmek önemlidir benim için. Çünkü bir insan, söz gelimi, ölü görmekten ürküyorsa o ancak bir ölü gördüğünde kendine dönebilir. (Ya da kendinden kaçar, gerisi yorum farkıdır.)

İsmet Özel, hayatının aşamalarını şiirinden okumamız gereken bir isim. Hatta şiiri, hayatından daha incelikle oyulmuş ve daha detaylı İsmet Özel’in. Yeter ki okumasını biliniz. Özel’in şiirleri perspektif kavramı etrafında okuduğunda uç uca eklemlenmiş kocaman bir insan yüzü çıkarır ortaya. O yüz kimindir? Herkesin cevabı kendine.

---

Sosyalist İsmet Özel’i tanımak isterdim. Bir televizyon programında bu yıllarına dair iki anekdot aktarır. Bunları özellikle seçtiği de hepimizin malumu. Ben, bunlardan daha vurucu bulduğum ikincisini, o yılların (Özel’in de içinde bulunduğu) politik durumunu ve adını İsmet İnönü’den alan bir insanın neden Türk sosyalizmindeki en tahkir edilmiş vaziyetteki görüşlerden birini savunduğunu ispat edebilmek adına sizlere aktaracağım.

Sene 1968. Sovyet tankları, “güler yüzlü sosyalizm” dediği için Prag’a girmiş. Onlar, “asık yüzlü sosyalizm”den yana olduklarını açıkça beyan ve de ilan derdindeler. O esnada Türkiye’nin tek legal sosyalist partisi olan ve 1965 genel seçimlerinde -o yılların ‘milli bakiye sistemi’ sayesinde- parlamentoya 15 mebus sokabilmiş TİP’in lideri Mehmet Ali Aybar, buna karşı olduğunu açıklar.

Prag’a tankları yürüten her kim ise, o (veya onlar) Aybar’ın insancıl anlayışının karşısına duvar çekmeye karar verirler. Bunun için Aybar’a ve ekibine operasyon çekilir. Parti, hiziplere bölünür. Aşırı politize edilmiş gençlik bu yönde çekincesizce kullanılır. Bir diğer yandan, İsmet Paşa, TİP’ten çekindiği için “ortanın solu” palavrasını Ecevit’i kullanarak ortaya atar. Ayrıyeten daha evvel döne döne solu ezen Paşa, vaziyetten gayet memnun bir biçimde, Başbakan Demirel’le anlaşarak TİP’i parlamentoya sokan “milli bakiye (ulusal artık)” seçim sistemini kaldırtır. TİP için çember daralırken son darbeyi “eski tüfek” namıyla maruf Mihri Belli atar. Birbiri ile taban tabana zıt iki fikri (kemalizm ve sosyalizm) birbirine bulaştırıp bir başka irice balon olan “Milli Demokratik Devrim” teorisini ortaya atar. Aybar’a hücumlar artmaktadır...

Tam da bu ortamda, muhtemelen bu Aybar karşıtı grup tarafından desteklenen parti içi muhalefetin bir parçası, Türkiye’nin doğusunda bir vilayette parti içinde bir toplantı organize etmiş, bu konuları konuşmakta ve grup temsilcileri, diğer devrimcileri kendilerince “bilinçlendirmektedir”. Bu esnada, o gruptan bir kişi, Aybar’ın daha evvel kullandığı bir sözden yola çıkıp onu suçlamaya kalkışır. Aybar demiştir ki: Kitaplar, fotoğraflar gibidir. Bir kitap bir hakikati ifade ediyorsa eğer, bu her daim böyle olacak değildir. Bu hakikat, o anla kaimdir. Tıpkı bir fotoğraf gibi. Yani, başka hakikatler daha sonra vuku bulabilir. (Bu da demek oluyor ki Karl Marx’ın Kapital’i de bir hakikate işaret eder ama bu zamanla yitirilebilecek bir hakikattir, sonsuz değildir.)

Suçlayıcı grup üyesi bağıra çağıra “Arkadaşlar!” der, “bu adam, bu sözleri ile Marx’ın Kapital’ini açıkça inkar ediyor!”

O esnada grubu sessizce dinleyen, kendinden emin bir adam, bu ahmakça ithama daha fazla dayanamaz, ayağa kalkar ve cevap verir: “Ulan, biz buraya Allah’ın kitabını inkar ettik de geldik, Kapital de neymiş!”

O adamla İsmet Özel farklı bir yerde durmuyorlardı işte.

***

GECECİL KUŞLARIN ÜRKMEDİĞİ AYDINLIK.

İsmet Özel, hayatın farklı aşamalarında kendini arayan bir şair. Kendine yer bulmak istenci seziliyor onda. Kendini bir yere koymak istiyor. Bu, bencilce tezahür etmiyor bence. O, kendini bir yere koyamasa dahi –ki pek koymak taraftarı da değil artık- nerede olduğunu (veya olacağını) bilmek istiyordu.

İsmet Özel, kendini bulan bir şair. Kendini yaratmadı, bulmak istediği kişiyi buldu. Bu nedenle şanslı bir şair. Dikkat isterim, ona hep “şair” diyorum. Nedenini anlattık, onun mühim iki yüzü var: İsmet olan Özel, şair olan Özel. “Bir üçüncü yol yok”, dediği gibi.

“İsteyip de yapamayacağı ne var ki” diye sordum kendime. Cevap alamadım.

Onda şairlik istidadı var! Bu, onun hem gücü hem laneti.

Uzunca bir süredir buralarda yaşamıyor gibi. Sanki kendi içine göç ettikçe yalnızlaştı. Oysa yalnızlaşmamak istenci ona yaptırmamış mıydı bunları?

Militanca davrandığı günler de oldu. Çok sonraları, bir 10 sene evvel kadar önce mesela. Artık, bir düşünür olarak yaşamak istese de herkes onu bir şair olduğu için dinleyecek. Bu da onu içten içe üzüyor bence.

Yaşayan son şairimiz. Allah uzun ömür versin. Seksenine dayandı ama bir okuru olarak benim gözümde halen daha “süt kuzusu”. Belki de “süt atı”. Bu daha asil bir durum olurdu onun için.

Birkaç şiirinden bahsedelim: Mesela, “Ils Sont Eux”. “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır” ve “Yıkılma Sakın”. Bunlar okunmadan İsmet Özel hep daha bir eksik olacaktır. Çünkü bu şiirler, kendi aralarında da farklı resimler üretirler. Hepsinin izleği aynı olmakla birlikte, kendi aralarında kurdukları ilişkiler onları başka portrelere de götürür. Söz gelimi, size söylediğim ilk şiir olan “Ils Sont Eux” şiirindeki insan tipleri, “Yıkılma Sakın”daki yıkım ekibi değil midir? Ya orada yıkılmaması gereken insanlar, kendileriyle baş başa kalınca “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır/Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” diye haykırmazlar mı?

Ve hepsi, İsmet Özel’de toplanıp “evet, isyan” diyecektirler.

---

Niye illa tek kelime aklıma geliyor? Bilemiyorum ama onu daha iyi anlatamıyorum. İlla “şairlik”ten bahsedilecek... Ya başka türlü anlatmaya kalksam onu? “Lacivert yağmur, sırılsıklam beyaz araba, 90’larda kayboluş, 70’lerde direniş, 80’lerde eminlik, 60’larda coşku ve kan!” derdim. Sonraları, pek pek TRT ve İstiklal Marşı. Bol bol yabancı -bilhassa Fransızca- isim. Bilgi, dahası malumat. Bordo renk Demokrat Partililer... Matarasındaki tuzlu su. Orman rengi upuzun, uçsuz bucaksız, tahta kereste merdiven. Şemsiye. Çok siyah kaban. Siyah iri bıyık. Kırçıllaşmış saç. Terzi gözlüğü. Uzaklara dalmayan adam. Kendine dalan adam. Kan rengi kale. Pardon, şair. Sadece şair. Şemsiyeli şair ama Cemal Süreya gibi değil. (Perinçek’e sıcak baktığını sanmıyorum.)

Halk’ın ve Hakk’ın dostu. Ataol’un dostu mudur halen? Sanmıyorum.

Kuvvetli bir baba olduğuna eminim.

Kesinlikle Müslüman.

İyi şair. İnanmış adam, Akif gibi.

Bakın, ne diyor:

“Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.”

Ezcümle bir diyalog:

-Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?

-Evet, yazardın.

Bu haber toplam 932 defa okunmuştur
Gaile 507. Sayı

Gaile 507. Sayı