1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KÜÇÜK BİR KIZ VARDI ŞEHER’DE… KÖYLÜ…
KÜÇÜK BİR KIZ VARDI ŞEHER’DE… KÖYLÜ…

KÜÇÜK BİR KIZ VARDI ŞEHER’DE… KÖYLÜ…

KÜÇÜK BİR KIZ VARDI ŞEHER’DE… KÖYLÜ…

A+A-

 

Neriman Cahit

Küçük bir kız vardı… Köylü…
Beşparmak Dağları eteklerindeki köyünde çok mutlu yaşardı… Börtü böcek ve dağ keçileriyle…
Annesi onu ne kadar yedirse hep sımsıska bir dağ keçisi gibiydi…
Annesinin, saçlarını kesmesine asla izin vermez… Sabah sabah onları örse de annesi inatla… O, dağa kaçtığında onları çözer, omuzlarına dökülmelerine bayılırdı… Hatta bazen: “Keçiler keçicikler… Sizin saçlarınız kısacık… asla omuzlarınıza dökülemez… Benim saçlarım güzel, sizinki çirkin” diye takılırdı onlara…
O kadar zayıf ve çelimsizdi ki, hep korkardı annesi, ansızın hastalanıp ölmesin diye…
***
Köy yerinde sırt baş pek de önemli değildi. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında sırt başın sözü mü olurdu, küçümen, bir adada – İngiliz İdaresinde olduğu için – sürekli Alman Denizaltıları ve uçaklarınca – bombalanan bir halk için…
Bereket, yünleri işlenen, sütleri içilen davarlar, yumurtaları yenen kümes hayvanları ve her otuyla karın doyuran cömert bir doğaları vardı.
Ama bu küçük kız o kadar zayıf ve narindi ki, sık sık hasta olur, binbir zorlukla, tek bir hayvana sıra ile binen anne-babasının kucağında Şeher’e – köylülerden para almayan Dr. Küçük’e götürülürdü.
Belki de o günlerden kalmadır…
Ne kadar sıkı giyinirse giyinsin… ileri yaşına karşın hala çok üşür… hep üşür – içinde onu hiç terk etmeyen – o küçümen kız !

***
Değindiğim gibi II. Dünya Savaşı’nın tüm yıkıntıları içindeydi ülkesi ve ne ayağa – sırta giyecek bir şey… Ne de saçını okşayacak, ona ninniler söyleyecek yürekler vardı…
Tüm umutlar da dahil, her şeyi yakıp yıkan bir savaş yaşanmıştı…
En çok yıpranan… hatta, kurutulan pınarlar… bir de gözyaşlarıydı…

***
Şimdi, yıllar sonra düşünüyordu da…
Onu, en çok yıpratan, tüm ailelerce çekilen açlık- hastalık değil… Sevgisizlikti…
Geçen onca seneye karşın, hala hatırladığı, bir İngiliz askerinin başını okşayarak ona verdiği, o zaman adını dahi bilmediği ‘çukulataydı!’

***
Böylesi günler ‘rakam olarak’ yazılışlarından çok daha uzun sürdü, aslında ve hiç çekip gitmediler hayatından; anılar olarak…
Hele de, savaşların hiç bitmemesi…
Gerek komşu ülkelerde, gerekse ülkesinde… ve, hâlâ… aynı acımasız savaşların sürmesi… Sadece, savaşları çıkanların değil… Kadın, çocuk ve yaşlıların… binlerce, milyonlarca insanın acı ölümü, sakat kalması ve sevdiklerini yitirmesi…
Evlerini, yakınlarını yitirenlerin… Özellikle de çocukların… Aç, çıplak, hasta, öksüz ve “Sevgi yetimi” o güzelim çocukların varlığı… Geçmişteki o küçümen kızı öylesine acıtıyor ve yaşamını zehir ediyor ki!

***
Çocuklar… Sevgili çocuklar…
Dünyadaki acımasız savaşlar yüzünden sevdiklerini yitiren… Ne onları ‘ölüm ve zulümden’ koruyabilecek… Ne de çocuk olduklarını hatırlamalarını sağlayacak bir şeye sahip olmayanlar…
Geceleri, sımsıcak yataklarında uyuyup, çocukça rüyalar göremeyenler….
Onlar için endişelenen, çalışan…
Onlar için her şeylerini feda etmeye hazır – en – yakınları olan…
Kader, onlara öylesine bir acı tokat atmış ki!
Onları okşayıp, öpüp koklayan yok…

***
Oysa onlar, geride kalanların çocukları olmalı… En azından, onları bağrına basıp koklayacak, yanaklarından sevgiyle öpecek…
Farkında mısınız… Bu ülkede de var öyle çocuklar… ki,
Onlar aslında, hepimizin çocukları
Sevgisizlikten, bakımsızlıktan üşüyorlar.
Çaresizlikten…

***
Ama yok hayır… Galiba çaresiz olan onlar değil… Bizleriz…
Karşılaştığımız, tanık olduğumuz onca utanca rağmen…
Hala susanlar…
Hala elinden hiçbir şey gelmeyenler…
Bizler… Evet biz…ler…

/////////////////////////////////////////

BİZ

• Sınırlı, sorumlu hukuk devleti yerine, vatandaşın hizmetçi, devletin ise efendi olduğu sınırsız – sorumsuz kutsal devlet anlayışı hakim bizde…

• Her anlamda, sivil itaatsizlik bizde kurumlaşmadı.
• Sivil itaatsizlik, mutlak otorite karşısında vatandaşın aldığı tavırdır.
• Bizde siyasi iktidar, hakimiyetten ziyade, sınırlı sorumluluk ifade eden bir yürütme erkidir.
Bizde siyasetçi hiçbir zaman belirleyici olmadığı için kendisine bırakılan o küçük alanda iktidar açlığını hırs, ihtiras ve saldırganlıkla gidermeye çalışmıştır.
Ve ben’i bir taraftan hakarete uğramış diğer taraftan güçlenmiş UZLAŞMAK – PAYLAŞMAK – DOYMAK bilmiyor.

• Bir yandaşını dilediği devlet dairesine yerleştirebilen bir siyasetçinin, iç politikada ve özellikle dış politikada fikrinin bile sorulmaması acaba ne tür bir olumsuzluk yaratır?
• Örneğin, Merkez Bankasının. Örneğin, polisin Başbakana bağlı olmaması. Matematiksel doğruların bile bazen kendinden rütbece küçük bürokratlarca yanlış sayılıp onaylanmaması…
• Çoğu kez sadece sivilin değil, devlet yetkililerimizin de kulağından tutup azarlandığı nevi şahsına münhasır küvez bir yapı…
• Şunu da söylemek lazım: Bizde hakim irade siyasilerimizin zaaflarını bildiği onların sanki ülkeyi kendileri idare edermiş rolüne bürünüp en azından bize tafra yapmalarına ses çıkarmama… Kırk çuval buğday… Kırk çuval himmet = Zihniyet değişimi…
• Toplum olarak biz…
Hazla – Aşkı karıştıran
Lezzeti tatlıdan ibaret zanneden
Meme yerine emzikle idare edilen erişkinlere döndük…
• İktidar: Ağırlığını ve gücünü bilip vatandaşının can, mal güvenliğini inanç ve fikir özgürlüğünü sağlayabiliyorsa iktidardır ve çağdaş yeni bir toplum yaratabiliyorsa gerçek bir iktidardır..
• İktidarları – Deli Dumrulları, (hayatın içinden her türünü) biz yaratıyoruz. Otoriteye hayranlık sergileyerek…

Bir siyasi bunalım, ona bağlanalım…
Yani bir tür siyasal dilencilik

***

Ötesi… Laf-ü güzaf…

Bu haber toplam 1286 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 99. Sayısı

Adres Kıbrıs 99. Sayısı