1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Kötülük Bulaşıcıdır!
Kötülük Bulaşıcıdır!

Kötülük Bulaşıcıdır!

Son zamanlarda, sıklıkla, etraftaki kötülere ve kötülüklere kafayı takıp, bunları düşünürken yakalıyorum kendimi. Kendilerini üç otuz paraya satmış ve/veya cahil ve/veya takım tutar gibi taraf tutan gazetecileri, yazarları, siyasetçileri okuyor, dinliyor,

A+A-

 

 

Son zamanlarda, sıklıkla, etraftaki kötülere ve kötülüklere kafayı takıp, bunları düşünürken yakalıyorum kendimi. Kendilerini üç otuz paraya satmış ve/veya cahil ve/veya takım tutar gibi taraf tutan gazetecileri, yazarları, siyasetçileri okuyor, dinliyor, bunların yazdıklarına, söylediklerine öfkeleniyorum. Bu öfke onların olmadığı bir yerlere mi taşıyor beni? Onlarınkilerden farklı, iyi bir şeyler yazmama, söylememe mi yol açıyor? Emin değilim doğrusu. Belki de öfkelenmenin verdiği tuhaf bir haz, onun yarattığı bir ben onlardan farklıyım, iyiyim duygusudur okumalarımı, izlemelerimi yönlendiren. Öyleyse çok fena!

Bu hafta, 1977’deki hazin ölümünün üzerinden otuz beş yıl geçtikten sonra, Oğuz Atay’dan iki satır yeni bir şey okumak o kadar iyi geldi ki bana! NTV Tarih “Oğuz Atay: Hissiyatımızın Tarihçisi” başlığıyla çıkmış bu ay. Orada, arkadaşı Bülent Korman’a yazdığı bir mektup var Atay’ın. Şöyle diyor mektupta: “Benden gerçek bir söz istiyorsan şunu derim. Başkalarının yaptığı kötü şeyler değil, senin yaptıkların ilgilendirsin seni. Gençliğimden beri bilirim ki insan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz. ‘Sen herkesi kötülemez misin’ diyeceksin. Bana da bakma. Benden de ‘varsa’ iyi şeyler öğren”.[1]

Benden genç olanlara öğüt vermeyi sevmem. Sırf hasbelkader birilerinden daha yaşlı oldukları için onlara öğüt vermeye kalkanlardan ise hiç mi hiç hazzetmem. Aklın yaşta değil başta olduğuna bütün kalbimle inanırım. Yine de, mazur görülürse, iki sefil gerekçenin ardına sığınarak küçük bir öğüt vermek istiyorum benden genç olanlara. Önce gerekçelerimi açıklayayım. Birincisi, benim yaptığımı yapma diyeceğim için egoyu ve kendini yüceltmeyi geri plana atarak vermemdir bu öğüdü. Herkesin kendini ve geçmişini allayıp pullamak amacıyla yazıp konuştuğu bir yerde, böyle bir tavrın öğüt vereni dinlenilmeye değer kıldığını düşünüyorum. İkinci gerekçem ise, bu öğüdün aslında bana ait olmaması. Oğuz Atay vermiş öğüdü. Ben NTV Tarih’ten okuduğumu aktarıyorum sadece. Hülasa, elçiye zeval olmayacağı kanaatidir ikinci meşruiyet gerekçem.

Elbette kötüleri ve kötülükleri görmelidir herkes. Ahmed Arif’in deyişiyle, bunların engerekler ve çıyanlar olduklarını, aşımıza ekmeğimize göz koyanların bunlar olduğunu bilmeli, bu tipleri tanımalıdır. Ancak bununla yetinmenin kişiyi iyi kılmayacağını, iyileştirmeyeceğini, hatta bununla yetinmek durumunda kötülüğün üstüne başına bulaşacağını, kötülüğün mütemmim cüzü (ayrılmaz parçası) hâline geleceğini bilmelidir insan. Ben bihakkın yapabiliyor muyum bunu? Hiç saklanmayacağım parmağımın arkasına. Yer yer yapabildiğimi sanıyorsam da, çoğunlukla yeniliyorum kötülüğe öfkelenmenin verdiği o tuhaf hazza. Öfkeleniyorum, kızıyorum, hatta ara ara küfredip boşaltıyorum içimi ama ortaya çıkan o boşluğu yeni bir şeylerle, iyilikle doldurmayı başaramıyorum. Dedim ya, öğüt vermeyi sevmesem de gençlere, bu öğüdü veriyorum çünkü bu öğüt aslında öz eleştirimi yapma olanağı da tanıyor bana.

Kötüleri, kötülükleri bilmenin, tanımanın bir değeri olduğunu, bunlara sövüp saymanın, bunları eleştirmenin insanın içini boşaltmasına, ruh sağlığının en azından bir kısmını korumasına iyi geleceğini biliyorum ama Atay’ın dediği gibi tek başına bu iyi kılmayacaktır kişiyi. İnsanı iyi kılan, o boşluğu iyi şeylerle doldurmaktır. O boşluğu iyi şeylerle doldurmanın yolu da iyi şeylere kafayı takmaktır. İyiyi üretmektir kısacası. Kötülüğün karşısına iyiyi koymak için, iyiyi okumak, yazmak, yapmak, yaşamaktır.

Hayat kısa. Becerebiliyorsa, ikiye bölmeli insan vaktini. Kısası, kötüyü bilmeye, tanımaya, anlamaya ve reddetmeye ayrılmalıdır. Ama vaktin uzununu (hele de tamamını) bu faaliyete ayırmak gaflettir. Böyle bir hata, kötüyü ve kötülüğü reddettiğini sanırken, kaçınılmaz olarak ona eklemleyecek, onun ayrılmaz bir uzvu kılacaktır kişiyi. Böylelikle kötülük karşıtını içselleştirecek, hazmedecek, kendine dönüştürecektir. 

Ezcümle, vaktin uzunu her daim iyi olana, iyi olanı üretmeye ayrılmalıdır. İyi olanı üretmek için yalnızca vakit yetmez elbette. Her insan beceremeyebilir bunu. Ama geçen haftaki Sisyphos yazısında[2] söylediğim gibi, deneyip yenilmek de azımsanacak bir şey değildir. İyi olanı yapmak için uğraşıp başarısız olmak, her durumda başkalarının kötülüğüne kafayı takıp da kötülüğün bir parçası hâline gelmekten evladır!                

 



[1] NTV Tarih, Sayı: 47, Aralık 2012, s. 40.

[2] Tufan Erhürman, “Sisyphos muyuz neyiz?”, gaile, Sayı: 190, 1.12.2012. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2464 defa okunmuştur