
Kıbrıs Türk Misafir Odası Mağdurları!
Aslında hepimiz biliriz. Çocukluğumuzdan, büyüklüğümüzden, dünümüzden ya da belki bugünümüzden biliriz, ama muhakkak biliriz. Sadece bayram, yılbaşı ve türevi günlerde açılan, bunlar dışındaki sıradan gün ve sıradan misafirliklerde kapalı duran, müthiş bi
Aslında hepimiz biliriz. Çocukluğumuzdan, büyüklüğümüzden, dünümüzden ya da belki bugünümüzden biliriz, ama muhakkak biliriz. Sadece bayram, yılbaşı ve türevi günlerde açılan, bunlar dışındaki sıradan gün ve sıradan misafirliklerde kapalı duran, müthiş bir özenle dizayn edilmiş ama düzenli olarak insan barındırmadığı üzere son derece soğuk, kıymetli günlere ertelenmiş ve her evde en az bir adet mevcut bulunan odalardan bahsediyorum: Kıbrıs’ın misafir odaları!
“NEDEN DIĞER ODADA OTURMUYORUZ?”
Küçükken anneannesi tarafından büyütülen her çocuk gibi, güneşli öğleden sonralarda anneannem eşliğinde komşulara yapılan “bir lase”lik ziyaretlere son derece aşinayım. Küçük bir çocukken şimdiki kadar ortalığı karıştıran bir karakterim olmadığı için, ev sahibi komşuların da sevdiği tipten bir “misafir çocuk”tum. Hani şu çekmeceleri karıştırmaya teşebbüs etmeyen, acaba bu defa hangi vazoyu kıracak diye endişe edilmeyen, yanında getirdiği oyuncakları ile uslu uslu oynayan çocuklardandım. Hoş; oynadığım oyunlar ve hayal gücüm kapsamında misafirlikte olduğumuz evi, tüm gezegenle birlikte 2-3 kez yok edip tekrar kursam da, mevcut somut vazolara birşey olmadığı sürece hayal gücü serbestti. Küçükken yaptığım bu günlük basit misafirliklerde de, ailecek yapılan bayram ziyaretlerinde de aklıma takılan keskin soru hep aynıydı: “Neden diğer odada oturmuyoruz?” Hangi diğer oda mı? O ev halkının kendi günlük hayatında asla kullanmadığı, çok daha iyi mobilyalarla döşenmiş, çeyizlerle bezenmiş, camekanlarla süslü, “o oda” nam-ı diğer “misafir odası!”
“ÇÜNKÜ BU ODALAR ÖNEMLI MISAFIRLER IÇIN!”
Haliyle birlikte en çok misafirliğe gittiğimiz insan anneannem olduğu için, bu sorunun ilk muhatabı o oldu: “O odaya niye oturmuyoruz? Orası daha güzel!” Cevabı da gayet netti: “Oraya misafirler oturur... Orası misafir odası..” Peki... Şimdi tam da bu noktada iki tane önemli soru var: Birincisi neden o evin halkını ikinci sınıf vatandaş yerine koyup da, onları değil ama misafirleri daha güzel olan koltuklara oturtuyorlar? Misafirlere ev halkından daha fazla mı kıymet veriyorlar? Çekirdek ailedeki insanların konfor ve mutluluğu, bilmem kimin görümcesinden, kaynından daha mı az önemli? Hayır değil! Ya da olmamalı! Ve geliyoruz ikinci önemli soruya: “İyi de biz anneannemle birlikte komşulara gidince de misafir odasına oturmuyoruz! Biz misafir değil miyiz?” Bu sorunun cevabı da enteresandı: “Çünkü bu odalar önemli misafirler için!” Peki anneannem ile beş yaşındaki ben önemsiz misafir olmayı neye borçluyuz?!
“KAPI ÖNLERI VE IÇ AVLULAR”
İç mimar değilim. Mimarlıkla genel kültür dışında pek ilgim olduğu da söylenemez ancak şunu net olarak görebilmekteyim ki, toplumların sosyolojik ve kültürel yapısı, içinde yaşanan mimari yapılar ile doğrudan paralellik arz etmekte. Örneğin ülkemizde özellikle küçük mahallelerde ve köylerde yaygın olarak şahit olduğumuz, kapının önünde oturup, geleni geçeni seyretme, molehiya ayıkalama, otuzyedi ekran televizyonu kapının önüne çıkarıp mahalleye naklen yayın yapma gibi alışkanlıkları içinde barındıran Akdeniz kültürü, özellikle Osmanlı mimarisinin hakim olduğu yerlerde, yerini iç avlulara ve buna paralel de daha içe dönük bir hayata bırakıyor. Evlere bir adet misafir odası döşemek, yine Akdeniz kültürünün bir ürünü mü, bunu dünya yüzünde yapan bizden başka kimler var, bunları öğrenmek için mimarlık bölümünden akademisyenler bulup konuşmam gerekecek. Bu işin akademik boyutu. Bu meselede ise beni en çok ilgilendiren şey, bu misafir odalarının varlığının altındaki düşünce biçimi ve felsefe!
“AMAN O ODAYA GIRMEYIN!
Her şeyden önce “Carpe Diem (Anı Yaşa)” felsefesine ciddi şekilde sempati duyan biriyim. Bu açıdan baktığımızda benim için iki adım ötede, süslü püslü, dayalı döşeli ama sadece önemli bir misafir gelme ihtimali üzerine kurulan, ertelenmiş bir konfor, ertelenmiş bir mutluluk, kabul edilemez bir durum. Bakmayın meseleyi ben çocukluk anılarım üzerinden anlatıyorum ama, “misafir odası fetişizmi” bugün dahi birçok arkadaşımın mağdur olduğunu bildiğim bir mesele. Bir insan misafir odasının mağuru olabilir mi? Olur tabi! Üstelik de bu mağduriyet insanın kendi evinde cereyan edebilir! “Aman o odaya girmeyin! O koltukların da rengini kaçıracaksınız! Oraya basmayın! Aman birşey dökülecek! Yalın ayak basmsayın da iz kalacak!” Bu tip bir baskı altında yaşayıp, bir sürü koltuk, kanepe ve oturma takımının olduğu dayalı döşeli evlerde, sadece beyaz plastik sandalyeler üzerinde yaşamak zorunda kalan insanlar tanıyorum. Herşey ne için? Gelmesi muhtemel “önemli misafir” için... Peki kimdir bu önemli misafir Allah aşkına? Kimdir bu kadar özenle ve intizamla gelebilme ihtimaline hazırlanılan misafir? Tam da burada, biraz mimarlıktan sosyolojiye zıplayacak olursak, meseleye sınıfsal bakacak olursak, bu geldiği zaman lüks içinde tutulması gereken misafirler küçük burjuva bir grubun, büyük burjuva olma yolundaki hevesini temsil edebiliyor olabilir mi? Hani olur da bir gün Bakkal Hüseyin Dayı’nın evine Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı gelirse, Koç Ailesi kendini sınıfsal olarak dengi olduğu bir mekanda hissetsin diye olabilir mi bu kadar hengame? Ya da aynı zamanda, Kasap Hasan’ın ailesi, Bakkal Hüseyin’in ailesinin misafir odasını görünce onları da Koç Ailesi kadar zengin (büyük burjuva) sansın diye olabilir mi acaba bu şatafat? Bu da sosyoloji alanında araştırılması gereken bir konu... Bir yazının içinde hem mimarlık hem de sosyoloji açısından akademik tarama gereksinimi duymuş olsak bile, yazının sonunda söyleyebilecek net bir cümlemiz var: Herkes, özellikle de kendi evinde, istediği zaman, istediği koltuğa, istediği kanepeye, herhangi bir üst sınıf ya da rekabet içinde olunan yan sınıf misafirlerin varlığına gerek kalmaksızın, izin almadan, oturabilmeli! Herkes! Hemen şimdi!

















