
Çocukluğun Fotoğraf Kareleri
Çocukluğumdan kalma anılarda, Cuma günlerinin özel bir yeri vardır. Hatırlıyorum, her Cuma, anneannem Çiftlikten bizi ziyarete gelirdi. Uzun boylu bir kadındı, yaklaşık bir metre yetmiş beş veya seksen boyunda, incecik dal gibiydi. Saçları genelde iki örg
Çocukluğumdan kalma anılarda, Cuma günlerinin özel bir yeri vardır. Hatırlıyorum, her Cuma, anneannem Çiftlikten bizi ziyarete gelirdi. Uzun boylu bir kadındı, yaklaşık bir metre yetmiş beş veya seksen boyunda, incecik dal gibiydi. Saçları genelde iki örgü halinde, belinden aşağıya inerdi.
Ona hayrandım. Özellikle Şubat tatillerinde Çiftliğe onun yanına gitmeye bayılırdım. O zamanlar, henüz Çiftlikte elektrik yoktu. Ordaki yaşam, benim çok ilgimi çekerdi. Buzdolabı yerine kullanılan “telli dolap”, içme sularının testilerde, ağızlarının güzelce işlenmiş nakışlı kumaş parçacıklarıyla örtülü olması ve daha bunun gibi şehir hayatında hiç görmediğim ve yaşamadığım nüanslar beni cezbederdi.
Sanıyorum yaradılışımızda, doğanın üzerimizde yapmış olduğu bir büyü vardır.
Bir toprak misali, içimize atılan tohumların ne olduğunu, ne zaman yeşereceğini bilemeyiz. Bunlar bizim sırrımızdır. Bizim bile bilemediğimiz. İçimizdeki tohumlar doğanın ve tabiatın tohumlarıdır. Sadece uygun zaman gerekiyor, yağmurlar yağdıktan sonra filizlerin ortaya çıkabilmesi için…
Yine kış aylarında, babamla Pazar günleri eski adı “Fota” olan, akrabalarımızın kaldığı, ayrıca yine babamın büyük amcası olan, Türk toplumuna uzun yıllar hizmet etmiş parlementer Mustafa Hacıahmet’in yaşadığı, bugünkü adıyla “Dağyolu”’ na giderdik.
Çiftlik ve “Fota” çocukluğumda en çok mutlu olduğum yerlerdi.
Yine bir Cuma günü, anneannemle çiftliğe gitmek için tutturmuşum. Şuan hatırlayamadığım bir nedenden ötürü onun erken dönmesi gerekti. Beni, daha sonra göndereceklerini söylediler. Kıyameti koparmışım, o kadar ki, annem de beni dayılarımın bir tanesine ait olan otobüse bindirmek için şuan Kuğulu Park’ın ordaki durağa götürmüş. Afacanlıktan, annemin gözlerinin önünde durağın yanından, aşağıya yaklaşık bir buçuk metre bir beton zeminden sürünerek düşmüşüm. Bacağım kan içinde kalmış, yine de ağlamamıştım.
Ağlarsam gidemeyeceğimi sanmıştım…
Dayımın otobüsüne bindim ve Gönyeli’de oturan Fatma Teyzeme emanet edildim. Beni Çiftliğe götürme işi Fatma Teyzeme düşmüştü. Şımarık ve afacan bir çocuk olarak herkesin benim isteklerimi yapması gerektiğini sanırdım. Halbuki tüm akrabalarımız babama ve anneme olan saygılarından ötürü, ele avuca sığmayan huysuzluklarıma tahammül edebiliyorlardı. Bunları artık büyüdükten sonra idrak edebildim.
Fatma Teyzem beni evinde misafir etti. Akşam yemeğinden sonra anneanneme gideceğimizi söylüyor. O akşam ilk defa olarak “saç” diye tabir edilen, içerisinde kızartma yapılan bir tavada kızartılmış patates yedim. Tadı hala damağımda...
Yemek senfonisinden sonra, eniştem büyük bir törenle arabasını garajdan çıkardı. Sonrasında ver elini Çiftlik yolu. O zamanlar yollarda elektrik falan yoktu. Ortaçağ Avrupa’sı gibiydi. Anneannem yatmaya hazırlanıyordu. Beni görünce çok sevindi. O gece öylece uyudum. Çok soğuktu hatırlıyorum. Burnum donmuştu.
Sabah çiftlikte yaşayan diğer teyzemlere gittim. Hatice teyzemin kızı Fatma ile gün boyu ovalarda dolaştık. Çamurların içinde kış çiçekleri aradık, durduk ve bulduk.
Hala daha şu an hayalimde. Silik bir fotoğraf gibi ama aklımda. Hiç unutmadığım ve hep sevdiğim; bu kareler…
Çocukluğuma ait fotoğraf kareleri...
İnsan nereye giderse gitsin, nerede olursa olsun toprağı özler.
Tabiatın tılsımı ve mutluluğu, dünyadaki hiç bir zenginlikle kıyaslanamaz diye düşünürüm.

















