1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Cihaz Arızalı, İsim Bulunamadı
Cihaz Arızalı, İsim Bulunamadı

Cihaz Arızalı, İsim Bulunamadı

Cihaz Arızalı, İsim Bulunamadı

A+A-

 

Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com


Geçen hafta Mobylette’i bırakıp uzun yürüyüşler yapmak istesem de bunu tam da gerçekleştiremedim. Güzergâhları değiştirmem gerekiyor. Daha ilk yürüyüşte karşılaştığım bir tanıdık (uzak) hal-hatır-gönül işlerimi sorma bahanesiyle beni epeyce terletti. Kendimi Scarface filmindeki Tony Montana’nın sorgulanma sahnesindeymiş gibi düşündüm. Az sonra yaralarımın nerden geldiğini soracak. Hapishanede kullanılacak bir şifre değil. Daha ziyade Zorro filmlerinde oynamak istediğim için küçüklüğümde kazıdığım yaralar bunlar! “Castro Küba’dan bu bastardaları bize yolluyor!” diyecek olan sorgucu polis bu herhalde. Sonra iş hemen gönül (garı-gancık) işlerine kayıyor. Sonunda telaşlanıyorum, çünkü Lâpe ile olan ilişkime bir isim takmam gerekiyormuş. Uzun zamandır bu tavsiyeyi duymadığım için gözlerim yuvalarından çıkıyor. Müsaadesini isteyip ayrılıyorum, koşup bir bilgisayar bulmam gerek.

Önce birkaç isim aklıma geldi. İsim listelerinden, kitaplardan da baktım, gerçekten çok güzel isimler var. Önce Hikmet diye düşündüm, sonra Kısmet. Aslında Yekpare de olabilir, Abide de. Abide biraz cafcaflı. Hikmet, Kısmet din vurgusu taşıyor, toplumumuzun örfi idaresine uymaz. Yekpare de şu yeni moda isimler gibi. Tabii hepsi çok anlamlı. Düşün taşın bütün gece, benim kalbim bir bilmece, kalbimin bir kilidi var, işte sana Anahtar. Olmaz. Maddi çıkar ilişkisi olmaz. Sonunda Lâpe'yi karşıma alayım, birlikte karar verelim diye düşündüm. Böyle ciddi kararların birlikte alınması her zaman ilişkilerin sağlıklı yürümesi açısından önemlidir.

Karşılıklı kıkırdayarak başladık (önerilere). Ben Hidayet dedim o Yeter dedi. Ben Nevriye dedim o İmdat dedi. Sağcı zihniyet, lütfen kameralarınızla dışarı! Bu arada Lorca devreye giriyor: “Ben çıkardım kravatımı, o çıkardı elbisesini, tabancalı kemerimi ben, o dört katlı eteğini.” Yatağa koşarken Satılmış’ta karar kılıyor gibi olduk ama bu konunun ertelenebilir bir konu olduğu üzerinde de uzlaşı sağlayınca her şey daha berrak görünmeye başladı. Yine de aklıma takıldı, Satılmış dersek açık arttırmalarda satılmış antika’lar gibi oluruz. Satıldı! Rezerve edildi. Prof. Dr. Mogdor İsmilazımlık restoranda masayı rezervlerine katıyor. Düşündükçe kendime katılıyorum (gülmekten). Bir ara Hesna diyesim geldi ama Kıbrıslı Türkler bunu “ters insan” anlamında da kullandığı için sorun yaratabilir diye düşündüm. Bir baktım yerlerde gömlek, pantolon.. Bir baktım çorap, don (kırıştırılıp atılmış, hepsi atıl vaziyette).. Dış kapıyı tekmeliyorlar. Atıyorum, evde silah olsa bir kaza çıkacak. Evde silah barındıran Amerikalılar silahı ateşlemek için değil, hırsızı korkutmak için alıyorlarmış. Böyle olmasına rağmen % 80'i en az bir defa hırsıza karşı silahlarını kullanmışlar.

İki gün sonra telefon geldi, “İmdat!” gibi birşey diyor. Bizim Lâpe merdivenlerden düşmüş. İş değişikliğinde ilk günüydü. Daha ilk günden kaytarmış oldu. Kırık şüphesiyle Acil’e gittik. Gerçekten de elinin bileği kırılmış. Lâpe içeri alındı, ben kartını çıkarmak için kapıda kaldım. Bekçi arkamdan gelip arabamı çekmemi söyledi. Kartı çıkarayım mı önce, diye sordum. Girdiyse sorun yok, dedi, gelince alırsınız. Koşup arabayı alt otoparka götürdüm. Bu Bayrak Klasik çok klasik. Galiba 20. Yüzyılın antitonal müziğinden hiç eser koymuyorlar. Neyse, bu da şimdi konu mu!? Geri geldiğimde kapıda nazik bir bayan (bay’dan türememiş) görevli hastanın yakını mıyım diye sordu. “Sen ne diyorsun hanımefendi, biz ilişkimize isim bile bakıyoruz,” diyemezsin ki! Bu defa da şu eski hukuk tartışması aklıma geliyor. Karı-koca birbirinin akrabası mı değil mi? Miras için önemli ya! Ne demektir ki “yakın”? Biz akşam birbirimize çok yakındık. Polis Scarface’e histerik bir nezaketle soruyor: “Ne kadar yaklaştınız? Yani ne kadar!?” Bu arada Macintosh şapkalı adamı da en sonunda burada, hastanede görüyorum. Hastanede yaklaşık dört saat geçecek. Neden? Çünkü “cihaz arızalı”. Bu lafı her duyduğumda uzak diyarlarda, bilinmeyen bir ülkede, şu elli yıl öncesinin oda büyüklüğündeki bilgisayarlarını düşünürüm. Röntgen odasında bir ulak Kaf Dağı’nın ardından gelerek bize kötü haberi ulaştırıyor: “cihaz arızalı”. 1 saat 1 çeyrekte röntgen çıktı. Röntgen odasıyla Acil Servis arasında birkaç kez gidip-geldim, çünkü Lâpe Acil Servis’te kalmalı. “İmdat ismi iyi olur mu?” diye sordum, ağrısına rağmen güldü. Sonunda filmimizi alıp Ortopedi bölümüne çıktık. Ben Acil’e en son bir-iki yıl önce geldiğimde bana hiç nazik davranmamışlardı. Kıprıslı olduğumu anlayınca nazik davranır gibi yapmışlardı. Şimdi hem Acil’de hem burada, Ortopedi bölümünde gerçek bir nezaketle karşılanıyoruz. Doktor, hazırlanın, diyor, çünkü epeyce ağrıyacak. Dışarıya çıkıyorum. Bağırdı, çok acıdı, ama beklediğimden kısa sürdü. 2. bir röntgen gerekiyor. Bu arada içeriden “Teslime hanım”, yani hemşirelerden birinin ismi çağrılıyor. Galiba bulduk ismimizi. Söyledim, Lâpe gene gülümsedi. Olacak bu iş..

Ray Charles’dan Busted… Aşağıya iniş, röntgen için bekleyiş, röntgen çekildikten sonra bekleyiş, derken bir telefon geldi. Lâpe’nin eski işyerinden arıyorlar. Duymuşlar. Nasıl olur? Vahiy mi geldi? Lâpe ile birbirimize gizem dolu nazarlar fırlatıyoruz. Tüm delilleri bir araya getiriyorum. Evet, arabayı bıraktıktan sonra park yerinden dönerken rastladığım bir tanıdığa aceleyle ne olup bittiğini anlatmıştım. Kara haberin erken duyulduğu söylentileri demek abartılı söylentiler değilmiş. Kötü haberin tez gittiğiyle ilgili uyarıyı Macintosh Şapkalı Adam’dan almalıydım, yoksa bu kadar şaşırmayacaktım. Acil’de bekleyen “lâ sosyete” konsantrasyonumu bozmuş olmalı.

Bir çocuk, bir yaşlı kadın, kanını elinde taşıyan yeni ameliyat olmuş bir adam… Buruşturulmuş yüzler. Eskiden hastanede ilaç kokusu daha mı fazlaydı? Bir de yerleri sildikleri deterjanların badem kokuları burnumuzu kırardı. Şu kanı alıp duvara fırlatsam, kılıcımı çekip bir Z harfi yapsam... Kurşunlarımla duvara delikler açıp Z yazsam… Ama adam ölür!

Sonunda Ortopedi’de iş bitti. Haftada bir kontrole gelecekmişiz. İçeride bu kez bir zamanlar köprücük kemiğimi kırdığımda bana da bakan çok kaba bir başka doktor. Allahtan o bizimle ilgilenmeyecek, yanyana gelmemiş olmamıza seviniyorum. Bizim nazik doktor bu hıyarla nasıl anlaşabiliyor acaba?

Hastaneden çıkıp Lâpe’nin yeni işyerine gidiyoruz. Alçı bir ay kolunda kalacakmış. Bir aylık hasta izni almak gerekiyor. Fener’in maçına gidecektik. İstanbul. Bu şehre Muazzam deselerdi yine uyardı. Hayatımdaki birkaç Muazzam’dan biri.

İki gün sonra bir askı alıyoruz. Bloom’u Bloom’una uydu. Artık daha rahat dolaşabilir.

İlyas Peygamber Hızır’ını buluyor. Bulutlar da katılıyor. Sen denizde ben karada, sen yakın ben yakın.

Bu haber toplam 1404 defa okunmuştur
Gaile 252. Sayısı

Gaile 252. Sayısı