
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (10)
Niyazi Kızılyürek: 1974 yılının başında yaşlı general saklandığı sığınakta kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Bu, EOKA B için büyük bir kayıptı.
Niyazi Kızılyürek
1974 yılının başında yaşlı general saklandığı sığınakta kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Bu, EOKA B için büyük bir kayıptı. Efsanevi lider artık yoktu. Yine de EOKA B tam olarak dağılmadı. Grivas’ın ölümünden bir kaç ay önce Yunan Cuntası el değiştirmiş, Dimitris İonnidis Yorgos Papadopoullos Cuntasını devirerek yerine geçmişti. İonnidis, Papadopoullos’un görece “ılımlı” tavrının tam tersine, Makarios’u bir an önce ortadan kaldırmak istiyordu ve bu konuda EOKA B ile bir işbirliği protokolü imzalamıştı. EOKA B örgütü şimdi bütünüyle İonnidis’in güdümündeydi.
Kıbrıs’ta görev yapan Yunanlı subaylardan Albay Georkitsis 15 Temmuz 1974 sabahı saat tam 8.17’de Yunan Genelkurmay Başkanlığına çok önemli bir mesaj gönderdi. Mesajda Kıbrıs Sorununun seyrini, hatta Kıbrıs tarihini değiştiren üç kelime yazılıydı: “Aleksandros Hastaneye Yattı”. Bu şifre “Kıbrıs’ta darbe başlamıştır” anlamına geliyordu. Gerçekten de o dakikalarda tanklar Makarios’un sarayına yürüyordu. Cunta ve EOKA B kısa sürede yönetime el koydu. Başka hiç kimse bu görevi kabul etmediği için Nikos Samson “Cumhurbaşkanı” ilan edildi. Daha sonra solcularla Makariosçuların tutuklanmasına geçildi. Cumhurbaşkanlığının kuzey kapısından koşarak anayola çıkan ve yoldan geçen bir arabayı çeviren Makarios darbeden sağ olarak kurtulmayı başardı. Yanında üç muhafızı ile Cikko Manastırına, oradan da Baf’a gitti. İngiliz üslerinden yardım isteyen Makarios’u bir helikopter Ağrotur üssüne, oradan da bir uçak onu yurt dışına götürdü.
15 Temmuz darbesi ‘geliyorum’ diyen bir darbeydi. Özellikle Yunan Cuntası içinde iktidar el değiştirip (Kasım 1973) Albay Dimitris İonnidis’in iktidarı kendi tekeline almasından sonra darbe an meselesiydi. Nitekim Atina’da 1974 yılının Şubat ve Mart aylarında İonnidis başkanlığında üst üste toplantılar yapılmış ve darbe yapılması görüşülmüştü. Nisan ayında ise nihai karar alınmıştı. İonnidis, CIA’in kendisine Türklerin adaya müdahalede bulunmayacağı konusunda güvence verdiğini iddia ederek çalışma arkadaşlarını ikna etmişti. Oysa Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Dimitris Kosmatopoullos Yunan Cuntasını Ankara’da esen sert rüzgârlardan önceden haberdar etmişti. Kosmatopoullos, Ankara’da görüştüğü bir Türk generalinin kendisine kesin bir dille “eğer Kıbrıs’taki anayasal düzeni silah zoruyla bozmaya kalkarlarsa, onları denize dökeceğiz” dediğini Atina’ya bildirmişti.
Cunta ile arası iyice açılan Makarios, Yunanistan Cumhurbaşkanı Gizikis’e bir mektup göndererek Kıbrıs’ta görev yapan Yunan subaylarının adadan çekilmesini talep etmeye karara verdiğinde, Cunta darbe için son hazırlıklarını yapıyordu. Tarihin bir ironisidir: Makarios 2 Temmuz 1974 tarihli mektubunu tamamlayıp Cuntaya ulaştırılmak üzere Kıbrıs’ın Atina büyükelçisine gönderdiğinde, Cunta da o gün darbe için düğmeye basmıştı. Yani, darbeciler Makrios’un mektubunu almadan önce darbe kararı almışlardı.
Bu arada, Yunanistan’ın dışişleri eski bakanlarından Averof ordu içindeki bağlantıları sayesinde İonnidis’in 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe yapacağını öğrenmiş ve bu çok önemli bilgiyi Kıbrıs’ın Atina Büyükelçisi Nikos Kranidiotis’e bildirmişti. Kranidiotis, durumun ciddiyetini iyice anlatmak için Makarios’a elden bir mesaj göndermeyi denedi. O günlerde Atina’da bulunan ve Makarios’a yakınlığıyla bilinen işadamlarından Manglis’in Atina ziyaretini yarıda keserek Makarios’a mesajı iletmesini istedi. Bunun üzerine Manglis apar-topar Kıbrıs’a döndü ve Makarios’tan açil olarak randevu talep etti. Ne var ki, Makarios Manglis’i kabul etmekte hiç acele etmiyordu. Manglis’e Pazartesi sabahına randevu vermişti. Yani darbenin yapılacağı güne…
Makarios o Pazartesi sabahı darbe beklemiyordu. Aslında genel olarak sabahları darbe beklemiyordu. Darbe olacaksa, gece yapılacağına inanıyordu. Bu yüzden geceleri önlemleri arttırıyor sabahları gevşetiyordu. Cunta bu durumu bildiğinden darbeyi gündüz yapmaya karar verdi. Makarios’u yanıltan başka bir faktör ise Cuntanın Makarios’un mektubunu değerlendirmek üzere 15 Temmuz Pazartesi toplanacağını açıklamasıydı. Ve en önemlisi, Makarios hiç bir Yunanlının kendisine darbe yapacağına inanmıyordu.
15 Temmuz 1974 günü yaz tatilimi geçirmek üzere çiftlikteydim. O gün saman öğütmek gibi ağır işler olduğundan sürüyü benim gütmemi istediler. Büyükler zahmetli işleri yapmak için çiftlikte kalacaklardı. Sabah erken saatlerinde sürüyü alıp ovaya açıldım. Yanımdan eksik etmediğim radyomu dinleyerek araziye yayılan hayvanlara göz kulak oluyordum. Birdenbire program akışı kesilerek radyodan önemli olduğunu hissettiğim bir açıklama yapıldı. Öğrendiğim bir kaç kelime Yunanca işime yarıyordu. Duyduklarımı biraz da olsa anlıyordum. Emin olmak için hemen “Bayrak” istasyonunun buldum. Kulağımı radyoya dayadım. Tamam, doğruydu! “Makarios ölmüştü”. Heyecanla çiftliğe koştum. Lukas, yaramaz şakalarımdan birini yaptığımı düşünerek öfkeyle mırıldanmaya başladı. Fakat şaka filan yapmıyordum tabii. Radyo’yu kendisi de dinleyince tam bir şok geçirdi. Babam telaşla Luricina’ya döndü. Geride kalanlar çiftlik evinde toplandılar. Lukas, başını iki eli arasına alarak “adayı mahvettiler”, “Türkleri adaya getirecekler” diyerek üzüntüden adeta inliyordu. Hüzünlü bir sessizliğin doldurduğu küçük odada radyodan birdenbire Makarios’un sesi yükseldi: “Kıbrıs Rum halkı. Bu sesi tanıyorsun. Sana ben konuşuyorum; Başpiskopos Makarios. Ölmedim Yaşıyorum…” Makarios’un sesi Lukas’ın hüznünü bir nebze olsun dindirmişti. Yine de çok endişeliydi. Tam o sırada komşu köyün destebanı aile dostumuz Sotiris küçük çiftlik kapısından içeri girdi. Sotirisi hiç kimse daha önce böyle görmemişti. Normal gündelik kıyafetlerini giyen Sotiris’in belinde iki tabanca vardı. Bildiğimiz fakir, yumuşak insan gitmiş, yerine “güç sahibi”, “kendine güvenen” biri gelmişti. Sotiris dedem ve neneme dönerek son derece saygılı bir tonda “iktidar artık bizdedir. Sakın hiç bir şeyden korkmayın, yanınızda ben varım” dedi. Neredeyse iri gövdesiyle üzerine atlamaya hazırlanan Lukas’a ise “dua et ki Niyazi dayının (dedemi kastederek) hatırı büyüktür, yoksa seni şuracıkta öldürürdüm” dedi. Evet, “bizim” uysal, mülayim, müşfik Sotiris gerçekte EOKA B militanıydı. Ve şimdi bir Türk’ün küçük çiftlik odasında silahlı bir EOKA B militanı ile makariosçuluğuyla ünlü Lukas karşı karşıya gelmişlerdi. Ve ne ilginçtir ki, EOKA B üyesi Sotiris, “ortak Türk dostları hatırına” Makariosçu Lukas’ın hayatını bağışlıyordu…
Kıbrıs tam beş gün sonra çanak gibi ikiye bölüneceği savaşa uyandı. 20 Temmuz sabahı ilk Türk uçakları ve ardından Türk paraşütçüler Kıbrıs semalarında görüldüğünde Kıbrıslı Türkler bayram sevinci yaşıyordu. “Beklenen gün” nihayet gelmişti. Kıbrıslı Türkler bayram sevinci yaşarken, Kıbrıslı Rumlar perişan bir durumda hayatlarını kurtarmak için adanın güneyine doğru kaçıyorlardı.
Ben savaştan bir gün önce çiftlikten ayrılarak Luricina’ya gitmiştim. Babam bunu özellikle istemişti. Savaş tehlikesinin büyük olduğunu düşünüyordu. Dedem ve nenem orada hayvanlarıyla baş başa kalmışlardı.
Savaş 16 Ağustos günü sona erdi. Adayı ikiye bölen “Atilla Hattı” (bu ismi Türk Genelkurmayı koydu) tamamlanmıştı. Çiftliğimiz “Atilla Hattının” adeta tam üstünde kaldı. Çiftliğin bir ucunda Türk askerleri, bir ucunda da BM askerleri ile Rum-Yunan kuvvetleri vardı. Bir süre önce ağır bir ameliyat geçiren ve yürüyemeyen nenem çiftlikteydi. Dedem de yanında kalmıştı. Hiç bir haber alamıyorduk ve merak içindeydik. Dostumuz Lukas, savaşın ortasında, top tüfek atışlarının hala devam ettiği bir zamanda arabasıyla çiftliğe giderek dedem ve nenemi çiftlikten aldı ve hattın güneyine, daha emin bir yere götürdü. Hayvanları da uzaklaştırdı. Bir süre sonra sattığı sürüden payımıza düşen parayı dedem ve nenemle birlikte bize gönderdi. Bu yardımsever adamın iyilik dolu davranışı bir bakıma temelli bölünmüşlüğü simgeliyordu. Artık “Kuzeyli” ve “Güneyli” olmuştuk. Ben ve ailem “Kuzeylilere”, Lukas “Güneylilere” katıldık.
Savaşın üzerinden uzun yıllar geçti. Bir gün telefonda bir ses Yunanca olarak Lukas’a “Merhaba Lukas, benim adım Niyazi. Bu isim sana bir şey ifade ediyor mu?” diye soruyordu. Lukas, büyük bir heyecan içinde “Niyazi mi?, sen Niyazi dayı olamazsın! Yoksa sen küçük Niyazi misin? Ne güzel Yunanca konuşuyorsun, neredesin?” “Lefkoşa’dayım” dedim. “Tony Bread and Breakfast” otelinde. Lukas uçarak otele geldi. Ucuz otelin bekleme solunun açılan sürme bir kapısı vardı. Kapıyı çekip açmadan önce epeyce heyecanlandığımı hatırlıyorum. Sonra kendimi toparladım ve kapıyı yavaş yavaş çekerek açtım. Neredeyse iki metre boyunda olan Lukas bekleme salonunun küçücük dar koltuğuna ilişmişti. Göz göze geldik. Lukas’ın saçı başı iyice ağarmıştı. Hafif bir ses tonuyla “seni gözlerinden tanıdım, gözlerin hiç değişmedi” dedi. Sarıldık. Gözyaşlarını tutamadı. Koca adam ağlıyor, vücudu tiril tiril titriyordu. Karısı arabada bekliyordu. Bir lokantaya oturduk. Hüzün yavaş yavaş yerini sevince bıraktı. Sonunda buluşmuştuk. Sabaha kadar bitmeyen anıları paylaştık. Kalkmadan önce Lukas’a Sotiris’i sordum. Kibar Lukas bütün kibarlığını unutarak, “o leş mi? Limasol limanında çalışıyor. EOKA B üyesi olduğu için fişlendi. Gözetim altınadır” dedi.
Sotiris’i bir daha hiç görmedim. Zaman zaman Limasol’a gidip onu bulmayı düşünüyorum. Bilmem; belki bu dizi bitmeden önce böyle bir şey yaparım… (DEVAM EDECEK)

















