1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ‘AĞIRDA’ (AĞIRDAĞ) KÖYÜNÜN UZAK VE YAKIN GEÇMİŞİ
‘AĞIRDA’ (AĞIRDAĞ) KÖYÜNÜN UZAK VE YAKIN GEÇMİŞİ

‘AĞIRDA’ (AĞIRDAĞ) KÖYÜNÜN UZAK VE YAKIN GEÇMİŞİ

Girne Sıra Dağları’nın güney eteklerinde bulunan ‘AĞIRDA’...

A+A-

 

 

 

 

 

Tuncer BAĞIŞKAN

 

Girne Sıra Dağları’nın güney eteklerinde bulunan ‘AĞIRDA’ köyünün tarihi geçmişiyle ilgili olarak yıllar önce başlattığım çalışmayı ancak bir UNOPS projesi vesilesiyle 2002 yılında tamamlayabilmiştim. Ancak bu yazım çok uzun bir süre yayınlanmadığından onu ilkin Halkbilimi Dergisi’nin 2003 yılının 51’inci sayısında,  son olarak da Afrika Gazetesi’nin 21.2.2004 – 16.3.2004 tarihleri arasındaki sayılarında tefrika olarak yayınlamıştım. Bu nedenle bu konuda kaynakçalarıyla birlikte detaylı bilgi sağlamak isteyenlerin özellikle Halkbilimi Dergisi’ne başvurmaları gerekecektir.

 

KÖYÜN ADININ KAYNAĞI

Köyün adıyla ilgili olarak köyün yaşlılarının atalarından duydukları bilgiler, Osmanlı döneminde Ağrı’dan gelen bir kişinin buraya yerleşmiş olması nedeniyle köye ‘Ağırda’ adının verildiği doğrultusundadır. Ancak ortaçağa ait kaynaklar bu bilginin nostaljik bir yakıştırmadan öte gitmediğini ve bu köyün Osmanlı döneminden çok önce benzer bir isimle var olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Bizans döneminde buradaki araziler ‘Agridi’ veya ‘Agridia’ adlı bir Bizans soylusuna verilirken, Frenk (Lüzinyan) döneminde ise idaresi Ioannis de Verni adında bir Derebeye verilmişti. Ayrıca 15 Haziran 1232 tarihinde burada Kıbrıs Kraliyet ordusu ile İmparatorluk ordusu arasında “Agridi/Agridhi Savaşı” gerçekleşmişti. 1573 yılında Abraham Ortelius’un yayınladığı Kıbrıs haritasında adı ‘Agridi’ olarak geçmektedir.  İngiliz Sömürge Dönemi’nde Antikalar Dairesi müdürü olan George Jeffery, Rumca’da Agros’dan (Latince ‘Ager’) türeyen Agrithi, Agridin, Agridakin, Kridhia ve benzeri isimlerin Kıbrıs’ta yaygın olarak “Mera” veya “Çiftlik” anlamına geldiğini kaydetmiştir.  İngiliz Sömürge dönemi haritalarında adı ‘Aghirda’ olarak geçerken, köylüler tarafından da ‘Ağırda’ adıyla anılmaktaydı. Ancak Kıbrıs Cumhuriyet döneminden başlayarak resmi kayıtlara ‘Ağırdağ’ adıyla girmiş, 1999 yılında ise bu ad resmileştirilmiştir.

 

KÖYÜN KURULUŞ RİVAYETLERİ

Dillirga’dan başlayıp Girne Sıra Dağları boyunca Karpaz’a kadar uzanan dağ eteği köylerinin kuruluş rivayetleri genellikle çobanlara dayandırılmaktadır. Bu rivayetlerde insanların dağlarda mandıra kurma nedenleri arasında, hayvanlarının beslenmelerine olanak sağlamak, çaldıkları hayvanları saklamak, işledikleri suçlardan dolayı devlet güçlerinden kaçıp kurtulmak ve o bölgede başıboş dolaşan küçükbaş hayvanları sahiplenmek gibi gerekçeler yer almaktadır.    

Rivayete göre çok eskiden burası bir Hıristiyan köyüymüş. Şimdiki caminin bulunduğu yerde ise bir kilise varmış. Hıristiyanların İslam akınları sırasında veya Osmanlıların Kıbrıs’ı ele geçirmelerinden sonra köyü terk etmeleri üzerine buraya yerleşen Müslümanlar kiliseyi camiye çevirip kullanmaya başlamışlar.  Osmanlı döneminde Ağrı’dan gelen Hacı Musa burada evlenmiş. Biri İbrahim (Dayılar), diğeri ise Hamza adında iki oğlu olmuş.  Benzeri bir başka rivayete göre köyün bulunduğu alana üç keçi çobanı gelmiş ve buradaki üç ayrı su kaynağına yerleşerek birer mandıra ile ev yapmışlar. Köyün diğer kurucuları ile ileri gelenleri arasında Piroili çoban Çırak Hüseyin/Aşık Ağalar, Ağrılı Keleş Ağalar (Keleşler), Yerolakkolu bir çiftçi olan Hacı Fellahlar, Arnavut Hasan Ahmet, Solyalı Sucu Hüseyin Dede (Sucular), Yukarı Girneli Hacı Çerkezler, Gönyelili Zerdaliciler, Çatozlu Hasan sülalesi, Kırnılı Hacı Lordlar ve Ağırdalı Pirolar’ın adları da telaffuz edilmektedir.

 

SU KAYNAKLARI VE SU ÇEŞMELERİ

Çok eskiden köyde belli başlı üç pınar vardı. Pınarlardan biri Dayılar Mahallesinde (“Büyük Pınar” – “Pınarönü”) diğeri köyün güneybatısındaki “Pınar” mevkiinde ve sonuncusu ise köyün kuzeydoğusundaki “Lağım” mevkiinde yer almaktaydı. Eskiden köyde büyüklü küçüklü başka pınarların da bulunduğu, ancak İngiliz Dönemi’nde köyün üst başına artezyen açılması nedeniyle bunların kurudukları bilgileri edinilmektedir. Bu pınarlar arasında Goyağın pınarı, Kartal pınarı, Hacı Musa pınarı, Bostanlık pınarı ve Gamar’ın (Kamer’in) pınarı yer almaktadır. Köy kadınlarının 15 günde bir toplanarak Pınarönü’nde çamaşır yıkadıkları halen anımsanmaktadır. Çamaşırların yıkanmasında küllü suyu, yeşil sabun ve tokuç kullanılırmış. Çamaşırlar yıkandıktan sonra pınardaki mağaranın önüne çarşaf geren kadınlar orada yıkanırlarmış.

Köyün üst başına artezyen kuyusu açıldıktan sonra köyün sokaklarına, çoğu günümüze kadar gelemeyen, 18 adet sokak çeşmesi yapılmıştır. Günümüze gelenlerin üzerlerinde İngiltere Kraliçesi Elizabeth II’nin saltanat yıllarında yapıldıklarını belirten ER 1957 kaydı bulunmaktadır.

 

DOĞRU YOL AĞLAR

Eskiden beri Ağırda’da anlatıldığına göre, Kasım/Aralık aylarında  güneyden gelip 100-200 metre yüksekten geçen müthiş bir hava akımı köyün gerisindeki ‘Doğruyol’ adıyla bilinen yarım ay şeklindeki dağa vurmaktaymış. Bu hava akımı yerden hiç belli olmamasına karşın dağdaki ağaçlara vurduğunda ahenkli bir ses oluşurmuş. Uzaktan hoş gelen bu sese “Doğru Yol ağlar” denirmiş. Bu ses 1-2 gece devam ettikten sonra arkasından çok bereketli yağmurlar başlarmış. Aslında Doğruyol’un ağlamaya başlaması bir bakımdan bereketli yağmurların habercisi sayılırmış.

 

KÖYÜN ARAZİSİ VE KÖYÜN HUDUTLARININ BELİRLENMESİ

Ağırda köylüleri Osmanlı döneminde dağlarda keçi çobancılığı yaparlardı. Ancak İngiliz Sömürge döneminde köyün dışından başlayarak dağın zirvesine kadar olan arazilerin hali ilan edilip keçilere yasaklanmasına karar verilmesi üzerine köylüler bu arazilerin tapulu malları olduğu iddiasıyla tapucuların ölçüm için diktikleri taş yığınlarını (“Gugo”) geceleyin yıkmaya, yerlerini bozup kaybetmeye başlamışlar. En sonunda köy ileri gelenlerinin dağın zirvesine kadar olan toprakların köylünün malı olduğuna ilişkin olarak tapucular ile hükümet görevlilerine yemin vermeleriyle bu topraklar köylünün tapulu malı kapsamına alınmış. Bunun bir de ilginç öyküsü vardır. Anlatıldığına göre köyün ileri gelenleri dindar  olduklarından, köyün hudutlarının belirlenmesi için tapucuların köye gelecekleri gün, çangar çizmelerinin içine köyden aldıkları toprağı koyduktan sonra çizmelerini giymişler. Böylece tapucular ile devlet görevlileriyle köyün arazilerini gezmeye başlamışlar. Her gittikleri arazide “Bastığımız toprak vallahi da billahi da Ağırda toprağıdır, kendi malımızdır” diye yemin ederek dağın zirvesine kadar çıkmışlar. Aslında bu araziler kendilerine ait olmamasına karşın, çizmelerinin içine koydukları toprak Ağırda toprağı olduğundan yalan yemin vermemiş olurlar. Böylece tapucular köyün sınırlarını belirleyen gugoları dağın zirvesine dikmişler. Bu nedenle komşu Kömürcü ile Kırnı köylerinin tapulu arazileri köyün hemen dışında son bulmasına karşın, Ağırda toprakları dağın zirvesine kadar uzanmış, böylece köye keçi yasağı gelmemiş.

1917-1919 yılına ait İngiliz Sömürge Dönemi tapu haritalarında Ağırda arazilerinin neredeyse tamamı Türkçe isimler taşımaktadır. Bunun nedeni ise Osmanlı dönemi ile sonrasında köy nüfusunun tamamının ‘Müslüman’ oluşuna bağlanmaktadır.

1934 yılında yağan yağmurlar nedeniyle dağdan koparak yuvarlanan çok büyük kayaların köyü tehdit ettiği ve bazı ölümlere neden olduğu halen anlatılmaktadır.  Köyün değişik yerlerinde bu kayalardan bazıları görülürken, İngiliz kamp alanına bu kayalardan bir anıt yapılmıştır.

 

KÖYÜN NÜFUSU, GEÇİM KAYNAKLARI VE EVLERİ

1831-1833 yılları arasında köyde 21 hane ev bulunurken, nüfusu ise 61 kişiydi . 1946 yılında gerçekleştirilen sayımda köyün nüfusu 279 kişi iken, köyde sadece 69 hane ev vardı. Bu tarihten sonra işsiz gençler İngiliz ordusunda görev alıp ekonomik bir ferahlığa kavuştuklarından 11.Aralık.1960 tarihine kadar köydeki ev sayısı 115’e yükselirken, köyün nüfusu da 382 kişiyi bulmuştur. Eskiden Ağırda’nın başlıca geçim kaynağı ‘Gara davar’ adıyla anılan keçi çobancılığıydı. Keçiler kendi başlarına dağda dolaşırlar, geceleri ise orada ‘yataklanırlardı’. Köylülerin diğer geçim kaynakları ise odunculuk, çalıcılık, mertekçilik, rençberlik, orakçılık, harnıpcılık, zeytincilik ve bahçecilik idi. 

Köyün tepe yamacında olması nedeniyle, diğer dağ köylerinde olduğu gibi evler araziye uydurularak dağlardan toplanan taşlarla inşa edilmiştir. Köy dokusunu oluşturan dışa kapalı ve bir iç avluya açılan evlerin % 90’ının Girneli Andreas Savulli Savi usta tarafından yapıldığı halen anımsanmaktadır.  Fakirler ile çocuk sayısı az olanlar tek katlı (“yer odalı”) evler inşa ettirirlerken, zenginler ile çocuk sayıları artan aileler ise “hanay, hanayaltı” şeklinde ifade edilen hanaylı evler inşa ettirirlerdi.  Sokakların çok dar olması ise eski köyün bir özelliği sayılmaktadır.

 

ESKİ ESER ALANLARI

Bugüne kadar Ağırda ile yakın çevresinde gerçekleştirilen kısıtlı araştırmalar, bu alanın Neolitik Çağdan başlayarak (M.Ö 8200) günümüze kadar kesintisiz iskan edildiğini ortaya koymaktadır. Eskiden yerleşim yerleri su kaynaklarının kenarlarına kurulurken, emniyet, savunma ve stratejik amaçlarla tepelere, tepe yamaçlarına ve stratejik öneme haiz geçitlerin ağızlarına da kurulurlardı.  Lefkoşa ile Girne’ye hakim olmak isteyen güçlerin Ağırda Boğazı’nı ellerinde bulundurmaları gerektiğinden M.S 1232 yılında Lüzinyan krallık ordusu ile İmparatorluk ordusu arasındaki Agridi (Agridhi) Savaşı şimdiki boğazda gerçekleşmişti. Değişik kaynaklarda boğazın adından “Dar Boğaz”, “Girne Geçidi”, “Ağırda Geçidi”, “Ağırdağ Boğazı” ve “St. Katherin Geçidi” şeklinde söz edilmektedir.

 

İMBOARY (İNPINAR) YERLEŞİM YERİ

Ağırda’nın güneydoğusunda bulunan taş ocaklarının hemen gerisindeki İmboary kayalığının özünde, günümüzden yaklaşık 10 bin yıl önce yaşamış olan Bodur Hipopotamus ile Bodur Fillere ait fosil kalıntılarına rastlanmıştır. Kayalığın çevresinde mimari kalıntılar, Neolitik devre ait çakmak taşı aletler ve M.S XV. Yüzyıl’a ait Skrafitto tekniğinde yapılmış çanak çömlek parçaları saptanmıştır. Buluntulara dayanılarak  bu alanın Neolitik (M.Ö 8200 – 3900), Bizans (M.S 330 – 1191) ve Lüzinyan (M.S 1191 – 1489) dönemlerinde ikamet amacıyla kullanıldığı anlaşılmıştır. Kayalıktaki mağaranın ise yakın geçmişimizde Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından adak amacıyla ziyaret edildiği ve bunun bir de ilginç rivayetinin olduğu belirlenmiştir.  

 

AĞIRDA MAĞARALARI

Ağırda’nın gerisinde bulunan Doğruyol vadisinin doğu bitişiğindeki Koca Taş mevkiinde görülen doğal mağaraların en büyüğü Koca Kaya Mağarası’dır. Yazın ağzından serin bir hava, kışın ise sıcak bir hava çıktığından köylüler tarafından “Sıcak Mağara” adıyla bilinmektedir. Uçsuz bucaksız olduğu, köyün altında devam ettiği ve köydeki Kilise Yeri veya Lağım Pınarı’na açıldığı anlatılmaktadır. İlkin 1935 yılında arkeolog Porphyrios Dikaios ile zamanın Antikalar Dairesi Müdürü J. R. Hilton tarafından incelenmişti. Mağaranın iskana elverişli platformları ile iç taraflardaki duvar kenarlarında gerçekleştirilen incelemeler sonucu saptanan kültür katlarının en altında Neolitik çağa (M.Ö 8200 – 3900) ait kalıntılara, en üst katında ise Eski Tunç Devrine (M.S 2500 – 1900) ait kalıntılara rastlanmıştır.

Köyün üst başındaki sarp yamaçta bulunan Sivri Mağara’da (Karaönü – Karaönü’nün Mağara) ve köydeki Koşubaşı, Taşbaşı ve Mezarlık mevkiilerinde de Neolitik Devre ait seramik parçaları ile çakmak taşı aletlere rastlanmıştır.

Köylüler tarafından mağara olarak anılan antik mezarlarla ilgili bir rivayet günümüze kadar gelmiştir. Rivayet göre çok eskiden Kıbrıs’ı işgal eden Siga/Sicies adıyla bilinen arılar insanları sokarak öldürmeye başlamışlar. Onlardan kurtulabilmek için mağaralar kazan insanlar, içlerine girdikten sonra giriş kapılarını kapatıp kenarlarını da çamurla sıvamışlar. Ancak arılar çok uzun süre Kıbrıs’ta kaldıklarından, mağaralara saklananların kimileri açlıktan, kimileri de selli yağmurların mağaraları basmasıyla içlerinde boğularak ölmüşler. İşte bu mağaralarda bulunan iskeletler o kişilere aitmiş. Bu rivayet Karpaz’daki Gilanemos (Esenköy), Ay. Andronikos (Yeşilköy) ve Leonarisso (Ziyamet) köylerinde yaşayan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında da bilindiği belirlenmiştir.

 

BİZANS İLE LÜZİNYAN KALINTILARI

Ağırda’da gerçekleştirdiğimiz araştırmalarda, köy meydanının batısındaki evlerin arasında bir kilise duvarı, köyün batısındaki Taş Başı mevkiinde ise “Kilise Yeri” adıyla bilinen bir arazi saptanmıştır.  Ayni şekilde Mezarlık, Meteris’in başı, Bademlik, Harman yeri, Kilise yeri, Paskalın Çamlığı, Viranlar, Katranlı mağara, Mor mersin ve Kel tepe mevkiilerinde M.S XIII-XV. Yüzyıla tarihlenen Skraffito (kazıma) tekniğinde yapılmış seramik kırıklarına rastlanmıştır. Ağırda’da bu tür seramiklere bolca rastlanması Bizans ile Lüzinyan dönemlerinde bir Fief olarak kullanılmasına yorumlanmaktadır.  “Kilise Yeri” mevkisiyle ile ilgili olarak anlatılan bir rivayet, bu kilisenin altındaki düz bir tünelin Sıcak Mağara’nın altından geçip St. Hilarion Kalesi’ne ulaştığı doğrultusundadır. Rivayete kanıt olarak bu üç yerin aynı hizada bulunması gösterilmektedir.

 

METERİS’İN BAŞI  (METERİS)

Boğaz geçidinin kuzeyindeki tepe köylüler tarafından “Meteris” ile “Meteris’in Başı” adlarıyla bilinmektedir. Bu noktadan adanın hem kuzey sahili, hem de Lefkoşa ile Mesarga ovası rahatlıkla görülmektedir. St. Hilarion Kalesi’nin sarp bir tepeye yapılmasıyla ilgili bir rivayete göre, deniz ile dağ arasına dizilen insanlar deniz kenarından sağladıkları taşları elden ele vermek suretiyle tepeye çıkartmışlar ve kaleyi oraya yapmışlar. Ancak sarp bir yerde olduğundan ortaçağda ele geçirilememiş. Bu nedenle Meteris tepesine bir top mevzisi yapılarak top atışına tutulmuş. Böylece kalenin güney duvarı çökertilmiş ve Meteris’ten hücum edilerek kale ele geçirilmiş. Şimdilerde Meteris’te o dönemden kalma siyah taş örgülü ve yaklaşık kare planlı bir mevziinin bulunduğu anlatılmaktadır.

 

ŞARAPÇI YOLU

Ağırda’nın güneybatısındaki kullanılmayan köprülü yol  “Şarapçı yolu” adıyla bilinmektedir. Yaşlıların anlattıklarına göre, bir zamanlar bu yol Baf’ta başlayıp Ağırda’nın altından geçtikten sonra Girne’ye ulaşırmış.  O sıralarda Müslümanların şarap içmeleri ile imal etmeleri günah sayılmasına karşın Ağırdalılar şarabı çok sevdiklerinden bu yoldan gelecek olan şarapçıları beklerler, gelince de onlardan şarap satın alırlarmış.  Köyün arazi adları arasında  “Bağlar”, “Bağların altı” ve “Viran bağ” adlarının bulunması, çok eskiden köyde bağcılık yapıldığının düşünülmesine neden olmaktadır.

 

SAKALLI DEDE ŞEHİDASI

Köy meydanının gerisindeki sokakta bulunan Sakallı Dede’nin mezarının daha önce burada var olan eski bir mezarlık alanına ait olduğu tahmin edilmektedir. Zamanla mezarda yatan kişinin “Sakallı Dede” adında bir şehidaya ait olduğu söylentisi yayılmış, böylelikle de adak amaçlarıyla ziyaret edilmeye başlanmıştır. Bu mezarın köyün eski muhtarı olan Seyfi’nin dedesi Mehmet Salih tarafından 1930’lu, 1940’lı yıllarda inşa edildiği kaydedilmektedir.

 

AĞIRDA CAMİSİ VE İLKOKULU

Şimdiki cami yapılmadan önce bulunduğu yerde eski bir cami vardı. Ancak harap durumda olan bu caminin yerine 1886 yılında şimdiki cami yapılmıştır. Cephesinde dam seviyesine kadar yükselen ve camiye minare görevi gören merdiven ayakları vardı. O zamanlar mikrofon olmadığından Ramazanlarda caminin önüne toplanan çocuklar ezandan sonra “Top atıldı, top atıldı” diye bağırıp köyde dolaşırlar, böylece oruçlu olanlar iftar saatinin geldiğini anlayıp oruçlarını bozarlardı. Şimdiki minare 1971 yılında Boğaz Sancağı, Evkaf İdaresi ve köylülerin işbirliğiyle yapılmıştır.

Köyün camisi eskiden okul olarak da kullanılmaktaydı. Kömürcü köyünün Ağırda’ya bağlandığı 1906 yılında caminin kuzeydoğu bitişiğine bir sibyan okulu yapılmıştır.  Şimdiki ilkokul ise 1958 yılında inşa edilmiştir. Bu okulun ilk öğretmenleri arasında, 12.12.2012 tarihinde vefat eden, Arif Hasan Tahsin Desem hocanın adı da geçmektedir.

 

İNGİLİZ KAMPI

1939 -1940 yıllarında Boğaz’da Eliezin Yeri (Mandıralar Önü) mevki’inde yaklaşık 2000 İngiliz askerini barındıran lamarinadan yapılmış barakalar İngiliz Kampı adıyla bilinmektedir. 1956 yılında İngiltere’den Kıbrıs’a gelen Wiltshire Birliği bu barakalarda kalmaktaydı. O sıralarda işsiz olan Ağırdalı geçlerin bir kısmı bu kampta, bir kısmı ise  1955-1956 yıllarında Oksilary polis olarak çalışmaya başladıktan sonra Boğaz’daki polis karakolunda görev yapmışları anlatılmaktadır. 1963 olayları sonrasında kamptaki barakalar “Göçmen Evi” olarak kullanılmıştır. Çoğunluğu son yıllarda yıkıldığından sadece üç tanesi harap durumda günümüze gelebilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 7030 defa okunmuştur