1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 21 Aralık 'Kıbrıs Rum İsyanı'
21 Aralık Kıbrıs Rum İsyanı

21 Aralık 'Kıbrıs Rum İsyanı'

21 Aralık 1963 tarihinde sabahın erken saatlerinde Lefkoşa’da Kıbrıs Rum polisi ile Kıbrıslı Türkler arasında kimlik kontrolü yüzünden kavga çıktı. Sivil kıyafetli Kıbrıs Rum polisleri Türk mahallesinde kimlik kontrolü ve arama yetkisi olmadığı hald

A+A-

 

 

21 Aralık 1963 tarihinde sabahın erken saatlerinde Lefkoşa’da Kıbrıs Rum polisi ile Kıbrıslı Türkler arasında kimlik kontrolü yüzünden kavga çıktı. Sivil kıyafetli Kıbrıs Rum polisleri Türk mahallesinde kimlik kontrolü ve arama yetkisi olmadığı halde bir arabayı durdurup zorla arama yapmak istediler. Buna itiraz eden Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rum polisleri arasında çıkan arbedede silahlar patladı ve Zeki Halil ile Zalihe Hasan vurularak öldürüldü. Olay yerine gelen Kıbrıslı Türk polisler Kıbrıs Rum polis arabasına ateş ederek bir polisi yaradı. “Cumhuriyetin polisleri” birbirlerine kurşun sıkıyorlardı. Ardından da beklenen an gelmişçesine bütün ada ateşe atılmaya hazırlanıyordu. Olayların başladığı gün Kıbrıs Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu son kez tam kadro olarak bir araya geldi. 21 Aralık 1963 tarihinde saat 11.00de toplanan bakanlar kurulunda Cumhurbaşkanı Makarios ve Cumhurbaşkan Muavini Dr. Küçük de hazır bulundular. Bakanlar Kurulunun bu son toplantısında dile getirilen görüşler toplumlar arası ilişkilerde yaşanan güven bunalımını bütün açıklığıyla gözler önüne seriyordu. İçişleri bakanı Yorgacis’in kısa bir durum değerlendirmesinden sonra ilk sözü alan Cumhurbaşkanı Makarios şöyle diyordu: “Son günlerde durum iyice kötüleşti. Toplumlar birbirlerinden şüphe ediyorlar. Rumlar Türklerin saldıracağından korkuyor, Türkler de Rumların. Rumlar arasında ve Türkler arasında yeraltı teşkilatlarının olduğu sır değildir. Bunun için fazlasıyla kanıt vardır. Önerilerimi Dr. Küçük’e sunduktan sonra tansiyon yükseldi. Bazı Rumlar Türklerin saldırabileceğini düşünüyor ve öyle durumlar ve olaylar oluyor ki, herkes, Rum veya Türk yeraltı teşkilatı üyelerinin bir gece veya gündüz çatışmaya sürükleneceğini düşünüyor ve korkuyor. Rum polislerinin görev esnasında kendilerin “Rum”, Türk polislerinin de “Türk” olarak hissetmeleri çok doğaldır. Bir bütün olarak Polis, gizli teşkilat üyelerinin bir yerden bir yere silah taşıdıklarını düşünüyor. Rum polisler silah taşıma ihtimali veya Rumlara karşı bir şey yapma ihtimali olan Türk yeraltı teşkilatı üyelerini yakalamaya çalışıyor. Elbette aynı şey Türk polisleri için de geçerlidir. Son zamanlarda polisin insanları daha yoğun bir biçimde aramasının nedeni budur.” Makarios, “biz hükümet olarak tansiyonu düşürecek yöntem ve araçları bulmalıyız” diyerek sözlerine son veriyordu. Toplantı tarafların ortak bir bildiri kaleme alarak halkı sükûnete davet etmeleriyle sonuçlandı. Tabii, hiç bir sonuç alınamadı.

Görüleceği gibi, Makarios son derece sakin bir şekilde iki toplumda da yeraltı teşkilatlarının olduğunu, üstelik bunun için “yeterince kanıt” bulunduğunu söylüyordu. Bu durumda insanın aklına hükümetin başı olarak Makarios’un gizli örgütlere karşı neden hiç bir önlem almadığı sorusu geliyor. Bu sorunun yanıtı aslında basittir. AKRİTAS adlı yeraltı örgütünün başında bizzat kendisi vardı ve 21 Aralık olayları yaşandığında Makarios AKRİTAS Planını uygulamak için çoktan düğmeye basmış bulunuyordu. Nitekim Yunan Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 6 Aralık 1963 tarihinde Genel Kurmay Başkanı I. Pipilis tarafından Yunan Milli Savunma Bakanlığına gönderilen Kıbrıs Raporunda “Yunan hükümetinin planla ilgili karşıt görüşlerine rağmen “Makarios Planı” 30 Kasım 1963 tarihinde Makarios’un Dr. Küçük’e 13 maddelik anayasa değişikliği önermesiyle uygulamaya başlanmıştır” deniyordu. Yunan Genelkurmay Başkanının imzasını taşıyan raporda sözü edilen “Makarios Planı” AKRİTAS Planı olarak adlandırılan plandan başka bir şey değildi. Raporda söz konusu planın amacı ve bu amaca ulaşmak için geçilecek dört aşama özetleniyordu: “Birinci Aşama: Anayasanın olumsuz maddelerini değiştirmek; İkinci Aşama: Garanti Anlaşmalarını ortadan kaldırmak; Üçüncü Aşama: Self Determinasyon hakkını kullanmak; Dördüncü Aşama: Yunan hükümetine başvurarak Kıbrıs’ı Yunanistan sınırları içine almayı kabul edip etmediğini sormak.” Raporda yer alan Makarios’un anayasa değişikliği için yaptığı önerilerle “Makarios Planın fiilen uygulamaya başladığı” bilgisi, anayasa değişikliği önerisinin “devlet mekanizmasını daha iyi işletmek için” yapılmış masum bir girişim olmadığını, daha büyük bir planın ilk aşamasını oluşturduğunu gözler önüne seriyor. AKRİTAS Planında bu zaten açıkça ifade ediliyordu ve Örgüt üyelerine kesin bir dille “bir aşama tamamlanmadıkça diğer aşamadan söz etmemeleri” emrediliyordu. Aksi halde uluslararası topluluk nezdinde inandırıcı olunamazdı: “Dördüncü aşama (Enosis’i ilan etme aşaması) önceden bilinirse, birinci aşama (devletin daha iyi işlemesi için anayasanın olumsuz maddelerini değiştirilmesi) için söylediklerimizde inandırıcı olamayız” deniyordu. Tam da bu nedenle “AKRİTAS” adıyla bilinen ama “Teşkilat” adıyla anılan yeraltı kuruluşunun yayınladığı bildirilerde örgüt üyelerine sık sık “ağızlarını sıkı tutmaları” salık veriliyordu. Örneğin bir bildiride “Helenlerin gereğinden fazla konuşmalarının karakteristik özelliği” olduğu vurgulanıyor ve siyah puntolarla “Hiç kimseyle teşkilat ve teşkilatın amaçları hakkında konuşmayın!” deniyordu.

Sonuç olarak, 21 Aralık 1963 çatışmalarının başlangıç nedeni ne olursa olsun, Kıbrıs Rum liderliğinin Enosise ulaşmak için planlarını önceden yapmış olduğu ve bu plan çerçevesinde harekete geçtiği kesindir. Anayasayı değiştirme girişiminin AKRİTAS Planını, diğer adıyla “Makarios Planını” uygulamaya koymak için atılmış ilk adım olduğuna hiç bir şüphe yoktur. Yunan Genelkurmay Başkanlığının hazırladığı Kıbrıs Raporunda “Makarios Planının” uygulamaya konulduğu 30 Kasım 1963 tarihinden sonra Kıbrıs’ta gerginlik yaşanacağına ve olayların meydana geleceğine de işaret ediliyordu: “Bu olaylar ya iki toplum tarafından hazırlanan Planlar çerçevesinde tahrik edilecek, ya tesadüfî bir olay sonucu ortaya çıkacak, ya da bir toplumun diğer topluma saldırı düzenlemesiyle baş gösterecektir”.

Kıbrıs Rum toplumunda 21 Aralık 1963 “Türk İsyanı” olarak adlandırılıyor. Tarih kitapları böyle yazıyor, siyasiler, ister sağcı olsun ister solcu, böyle konuşuyor. Oysa gerçek şudur ki, Kıbrıs Rum toplumu “1960 Düzenini” bir an için bile benimsemedi. Kendini “egemen toplum” ve “asli unsur”, Kıbrıslı Türkleri de “azınlık” sayıyordu ve Enosisin yasaklanması ile Kıbrıslı Türklerle egemenliği paylaşmak zorunda kalmasını “büyük bir haksızlık” ve “statü kaybı” olarak görüyordu. Bu da hınç ve intikam duygularını tetikliyordu. Kıbrıslı Türklere karşı beslenen hınç 1960 Düzeninde Türklerin edindiği ve kendilerinin “kabul edilmez” bulduğu konumdan kaynaklanıyordu. Amaç Kıbrıslı Türkleri yok etmek değil, statülerini aşağıya çekmekti. Nitekim AKRİTAS teşkilatı üyelerine dağıttığı bildirilerde amacını şu sözlerle açıklıyordu: “Amacımız Kıbrıslı Türkleri şiddet yoluyla yok etmek değil, onlara sıradan bir azınlık olduklarını ve bugün sahip oldukları aşırı imtiyazlara sahip olamayacaklarını göstermektir”. 

Yukarıda anlattıklarımızdan aslında Kıbrıslı Rumların 1960 Düzenine karşı isyan ettikleri anlaşılıyor. Nitekim Yunanistan başbakanı Yorgos Papadoplullos Noel arifesinde çağırdığı Kıbrıs’ın Atina büyükelçisi Nikos Kranidiotis’e öfkeyle şöyle diyordu: “Sizi Kıbrıs’ta olup bitenlerden ötürü Yunan hükümetinin duyduğu rahatsızlığı bildirmek için davet ettim. Elimizdeki bilgiler adanın bir isyan yaşadığını, durumun kaotik ve çok tehlikeli olduğunu gösteriyor. Anladığım kadarıyla Kıbrıs halkı (Kıbrıslı Rumları kast ediyor NK) anlaşmalara karşı isyan etti”. Yorgos Papandreou doğru söylüyordu. “Kıbrıs halkı” değil ama Kıbrıs Rum liderliği Zürih ve Londra anlaşmalarına karşı isyan etmişti. Kıbrıs Türk liderliğinin ne murat ettiği ve hangi planları hazırladığı başka bir yazıya kalsın… 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2723 defa okunmuştur