1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Türk Romanında “öteki kadını”: Girit’ten Cunda’ya Romanında Yunan Kadını
Türk Romanında “öteki kadını”: Girit’ten Cunda’ya Romanında Yunan Kadını

Türk Romanında “öteki kadını”: Girit’ten Cunda’ya Romanında Yunan Kadını

Türk Romanında “öteki kadını”: Girit’ten Cunda’ya Romanında Yunan Kadını

A+A-


  Damla Demirözü

Bu yazıda Ahmet Yorulmaz’ın “Girit’ten Cunda’ya” isimli romanında Yunan kadınının ne şekilde resmedildiğini inceleyeceğim. Kazantzakis’in “Kaptan Mihalis” romanından 50 yıl sonra yayımlanan ve Girit’i anlattığı kitabında nasıl bir Girit ve Türk-Yunan ilişkisi gördüğüne, bunu ne tür karakterler aracılığı ile anlattığına ve ‘ötekinin kadınına’ yüklediği role ışık tutacağım. 

Girit’ten Cunda’ya: Aşkın Anatomisi

[Vladimiros Dede, Bayan Marigo’ya]: “Evet kızım! Türklerle Yunanlılar arasında bir gel-git oyunu bu.  Biz [Yunanlılar] yayılıyoruz, onlar [Türkler] kovalıyor.  Durduk yerde onları   kovmaya başlıyoruz, sonra yine onlar hareketlenip  ardımızdan koşturmaca geliyorlar… Ve bu oyun, oyun dememe bakma, tarihsel ve siyasal dram böyle sürüp gidiyor!  Bizim siyasiler bu oyunları sergileyerek o iktidar koltuğu rahatlığında yaşamlarını sürdürmek istiyorlar.” (88).  (…)[ Haralambos yani Hasan,] Annesini de [Kira Marigo’yu] çok sevmişti; ne ki babası [Hasan] başkaydı, ondan olmuştu, onun oğlu olarak kalacaktı burada.  Ulusların hemen hemen tümü erkek egemendi, böyle bir davranışı kimse yadırgamazdı.”(202).

Girit’ten Cunda’ya. Aşkın Anatomisi ilk olarak 2003 yılında yayımlanmıştır.  Türk romanlarında giderek daha çok işlenen Mübadele bu kitabın konusunu oluşturmasa da kurgusunda önemli bir yere sahiptir.  Başlıktan da belli olduğu gibi konu, Girit’te başlayan Cunda’da sonlanacak bir hikayedir.  Yazar zaman içinde geri dönüşlerle Mübadele öncesine gider.   Mübadele öncesi Giritli Kira Marigo ile Hasanaki’nin yaşamış oldukları aşk konusunda bilgi verir.  Okuyucu, romanın ilk sayfasında, Haralambos’un “yalnız Kira Marigo’nun değil Hasanaki’nin de oğlu” olduğunu öğrenir (7).  Roman Yunanlı bir kadının/Kira Marigo’nun Mübadele öncesi Türk bir babadan/Hasanaki’den doğurduğu çocuğun/Haralambos’un Yunanistan’daki yaşamını anlatır ve Haralambos’un Türkiye’ye yerleşmesi, Hasan adını alması ile sonlanır. 

Romanın konumuz açısından bir diğer ilginç noktası ise, kitaptaki Haralambos karakterinin Kaptan Mihalis romanı hakkında yaptığı yorumlarıdır.  Yazarın bu konudaki yorumuna konumuz açısından ilginç olduğu için kısaca değinilecektir. 

Bu romanda da anlatılan aşk hikayesi bizler arasında geçen bir aşk hikayesi değil, uluslararası bir aşktır.  Ve gene ‘öteki kadın’ aşık olmak üzere bizi seçmiştir.  Bizi seçen öteki kadın ise herşeyiyle; giyimi, zekası ve seksapeli ile tüm diğer kadınlar üstün, farklıdır:  “ [Kira Marigo] Girit diline ‘kapella’ olarak damgasını vurmuş, Venediklilerden kalma söyleyişiyle capello elegante (zarif büyük şapka)  meraklısı, aydın ve zeki bir kadındır Kira Marigo…Kafası olağanüstü çalışan, kültürlü, o ölçüde de etkileyici bir kadın… Bu yaşlılık döneminde bile, şahane şapkaların taçlandırdığı güzel yüzü ve iri göğüsleri ile, gösterişli bir büstü vardır. Onunla konuşup da havasına, seksi çekiciliğine kapılmayan, sohbet ilerlediğinde bilgisi karşısında hayran olmayan, tartışmalı, konuşmalarda ellerini ovuşturarak, süklüm püklüm olup sinmeyen az adam çıkar.” (11) 

Kitabının çeşitli yerlerinde parça parça okuyucuya sunulan Kira Marigo ve Hasanaki hikâyesinin okuyucu için pek de inandırıcı olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Romanın 2000li yıllarda yazılmış olmasından kaynaklansa gerek, bu sefer söz konusu ‘öteki kadın’ yalnızca karşı tarafı tercih etmekle kalmaz.  Tam tersine biyolojik babası olmaksızın bir çocuk büyütmeyi de göze alır.  Mübadele olacağı halde hamileliğini baba adayına söylememiş, ne kendisi Türkiye’ye gelmek istemiş ne de sevdiği adamın Girit’te kalması için uğraşmıştır (41-48, 170).  Kira Marigo’nun davranışını, 1920’lerin Yunanistan’ı özellikle bugün bile kadın-erkek ilişkilerinde bir hayli tutucu bir yer olarak bilinen Girit için bir hayli ilerici olarak kabul edebiliriz.   Yazar Girit’in iki farklı kesimi arasında pek çok aşklar yaşandığını söyler.  “…Mübadele söylentileri çıktığında, nasıl ki Rum sevgililerine kaçıp Hıristiyanlığı kabul ederek –hem de kilise de evlenerek- adada kalan bir hayli Türk kızı olmuşsa, Kira Marigo gibi, Türk sevgilisinden gebe kalmayı becerenler ve Türk sevgilisine varıp Müslüman olan Rum kızları, kadınları da vardı.  Türk ailelerinin gösterdiği anlayış ve yardımla onlarla birlikte Türkiye’ye, Anadolu’nun herhangi bir yerine gelerek din değiştirip ailenin kızıyla evlenen Rum delikanlıları da olmuştu.” (36). Öte yandan kullandığı “Türk sevgiliden gebe kalmayı becermek” üzerinde durulmayacak türden bir cümle değildir.  Bir Yunan kadının bir Türk erkeğinden gebe kalması niçin bir beceri olsun?  Üstelik de tarihsel olarak gerginliklerin olduğu bir dönemde.  Ama zaten ‘öteki kadının’ bizi seçmesi ile vurgulanmak istenen budur.  Biz üstünüzdür, ‘öteki kadın’ da bizi seçerek kimin daha üstün olduğunu göstermiştir.  

Haralambos’un babası Hasanaki’yi bir karakter olarak değil daha çok Kira Marigo’nun anlatttıklarından tanırız.  Hasanaki hakkında konuşan Kira Marigo aslında Yunanlılar ile Türkleri karşılaştırmaktadır.  Bu karşılaştırma Türk anlatısının ta kendisidir demek mümkün.  Muhtemelen Yunan anlatısında karşılaştığı ‘öteki/Türk’ imajından rahatsız olan yazarımız kendi için seçtiği kimlik değerlerini ve kendisinin oluşturduğu ‘öteki’ imajını Yunanlı kadının  ağzından okuyucuya aktarmaktadır:  [Kira Marigo] “Kültür farkı mı?  İşte o vardı.  Ama o, kasıtlı bir biçimde karşısındakini, özellikle Hasanaki’yi hor görmek, ezmek anlamında bilgi sergilmeyi, hiçbir zaman ne düşünmüş ne de yapmıştı. Hasanaki’den önceki yıllarda, Rumluğunu üstün gördüğü, gözü Anadolu topraklarının, zenginliklerinde olan Venizelosçular gibi yayılmacılığa, yani ‘Büyük Yunanistan’ düşüne gönülden bağlı olduğu zamanlarda bile Türkleri hor görmemişti. 

Hele Hasanaki’nin kişiliğinde, Türklerin barbar olmadıklarını hatta, uygarlığa büyük yatkınlıkları olduğunu anlayınca insanlara karşı, daha yumuşak ve daha anlayışlı bir tutum içine girmişti.” (83).  Kısacası kadın Hasanaki ile yalnızca aşk yaşamamış Hasanaki ile “Türklerin barbar olmadıklarını hatta, uygarlığa büyük yatkınlıkları olduğunu” da anlamıştır.  Belki yazar ‘yatkınlık’ yerine ‘katkı’ kelimesini kullansa çok daha iyi olacaktı.  

Yazar okuyucuya Haralambos’un taşrada geçen çocukluğu ve Atina’da geçen askerliği sırasında tanıdığı Yunan karakterleri anlatır.  Bu Yunan karakterlerinden Kira Marigo’nun yanısıra İstanbullu matbaacı Vladimiros, edebiyat öğretmeni ve Atina’da bir kütüphanede tanıyarak sevişmeye başladığı Klio iyi insanlardır.  Bu Yunanlılar’ı ‘iyi’ yapan ortak özellikleri Yunalılara ait  kabul edilen değerleri  (Hıristiyanlık dini gibi) ya da yazar tarafından Yunanlılara layık görülen milliyetçilik, ırkçılık ve yayılmacılık gibi değerleri red etmiş olmalarından ileri gelir.  Kısaca bir göz atalım:
(1) [Kira Marigo]:  “Yani iş yaşamının başarılı kadını, iyi anne, güzel, kafalı, paralı, becerikli kadın imajına, bir de kilise desteğini eklemişti.  Oysa günlük yaşantısında ne perhizlere, ne diğer Hıristiyanlık kurallarına uyardı!… Gerektiğinde sessizce ve gösterişsiz küçük hareketlerle, istavroz çıkarırdı, o kadar… Üstelik onu bile çok ender yapardı.  Kiliseye giderek ne İsa’ya, Meryem’e, Ruhül Kudüs’e, ne de ölmüşlerine ve azizlerine mum yakardı.”(15).  Haralambos’tan annesi Marigo’ya bir soru: “Irkımızın iliği kemiği olan yayılmacılığı, bunun doğal sonucu savaş sempatizanlığını filan, tam anlamıyla reddedişin ne zamandır?” (158). Yani Tüm Yunanlılar ırkçı ve savaş sempatizanı ama Marigo Yunanlılar’ın doğuştan gelen bu özelliğini reddetmiş!  Zaten bir Türk’ten ‘çocuk yapmayı becermesi’ de diğer Yunanlılar’dan ne kadar farklı olduğunun bir başka kanıtı.

(2) Matbaacı Vladimiros: Kira Marigo matbaacı Vladimiros’un ne kadar iyi bir insan olduğunu oğluna şu sözlerle açıklar: “Öye de diyebiliriz oğlum…Evet, bir halk bilgesi. Matbaacı. … İnsancıl, barışçı ve ateist… İnsanların kardeşliğine inanan, siyasilerin, çıkarcıların savaşları kışkırtığını bıkmadan usanmadan savunmuş gerçek bir aydındı.” (53).  Matbaacı bilge Vladimiros bir başka seferinde ise Girit Türklerinin nasıl genetik olarak Türk, Karamanlıların ise Yunan olduğunu şöyle açıklar: “…Bizimkiler Çin’e kadar uzandıklarında Anadolu’dan geçerek gittiler.  Bu gidiş-gelişte Anadolu’da insanlarını bırakmış olamazlar mı? Düşün…Yayılmacı ruhumuzu da unutma; bu ruhla kesinkes bırakmışlardır.” (90).  Yazının başında gördüğümüz gibi (88) Vladimiros da Yunanlıların ne kadar yayılmacı kitapta çeşitli defalar dile getirir.  

(3) iyi Yunanlı öğretmen:  Haralmbos’un ‘iyi’ edebiyat öğretmeni de Yunanlılar hakkında şu sözleri söyler: “Bunları öteki öğrencilerime söyleyemem oğlum.  Bizdeki bağnazlığı bilmen gerekir.
(…) Hayır oğlum, çünkü biz ulus olarak koşullanmışız.  Bu koşullanmışlıkla anlatmak istediğiniz nedir? Milliyetçilik duygumuz…Bunun zaraları var mı? Var oğlum, var.  Hem de çok var.  1789’daki Büyük Fransız Devrimi, biz Balkan ülkelerinde milliyetçilik rüzgarlarının şiddetlenmesine yol açtı.  O rüzgar, fırtınadan öte, içine alıp yok eden bir sifondu sanki. Sadece bizde değil, tüm Balkanlar’da bu ulusculuk had safhaya ulaştı. Birinci ve İkinci Balkkan savaşları, ardından I. Dünya Savaşı ve onu izleyen Anadolu çıkartması yaşandı…  Bu çıkartmaya neden, bizimkileirn yayılmacılık tutkusu unutma. ” (98).

Açıkça belli olduğu gibi romandaki bütün iyi Yunanlı karakterler aslında içi boşaltılmış karakterlerdir.  Yazar bu iyi karakterleri (!) kendi tezlerini okuyucuya aktarmak için kullanır. 

(4) Klio:  Askerliğini Atina’da yapan Haralambos Klio ile bir kütüphanede karşılaşmıştır. Klio Haralambos’un ayak üstü yaptığı sevişme teklifini kabul etmiş böylece beraberce güzel saatler geçirmişlerdir!  Klio Haralambos’u kaybetmemek için onu kendi kızı ile evlendirmeye çalışır.  Bu ilişkilerinin sonu olur.  Bu olaydan sonra Haralambos Türkiye’ye babasını bulmaya gelir.  Şimdi Klio’nun Yunanlılar ve Türkler hakkında ne söylediğine bakalım: “… Bir de biz, bir adalar ülkesiyiz, Anadolu’ya yayılmak istedik bundan kavga patırdı çıktı.  Fakir, küçük bir devlet oluşumuz saldırgan yaptı bizi.  Bizim kusurumuz başkalarının yurduna saldırmak, oradaki tepkiyi görememek, görsek bile kabul etmemek. Ancak aydına düşen, kurbağa bakışıyla, alttan bakışla, tüm yanlarıyla olayları görmek, yorumlamak…. ” (128).  Yazarın cümleleri Türk anlatısının 1919-1922 ve Megali İdea hakkında neler hissettiğini yeniden kurguluyor.  Haralambos ile Klio arasında geçen konuşmada Klio’nun da dine inanmadığını, yani Hıristiyanlığı red etmiş olduğunu öğreniriz: “-İnançlı mısın Klio?
-Hayır, inançsızım.  Kafam kabul etmiyor böyle bir şeyi.  İnanmak için zayıf ve bilgisiz olmak lazım.” (128). 

Açıkça belli olduğu gibi bütün Yunanlı karakterler doğru düşünme yeteneğine sahiptir; inançsızdırlar ve Yunanlıların ne kadar yayılmacı olduğunun bilincindedirler!  Yunanlı öğretmenin Yunanlıların ne kadar yayılmacı olduğunu ifade ettiği konuşmasında Osmanlı İmparatoluğu’nun yokluğu hemen dikkatimizi çekiyor.   Romanda kaydedilmeye değer bir başka ilginç hususta Osmanlı’ya dair hiçbir referansın olmamasıdır.   Ne Osmalı’dan kalma bir camii ne de kilise görürüz.  Hatta biz Osmanlı’da beraber ve kardeşçe yaşadık söylemi bile yoktur.  

Yazarın Osmanlı konusundaki suskunluğu yalnızca Yunan karakterlere has bir durum değildir. Bir diğer Türk karakter de Yunan sandığı Haralambos’a şu sözleri söyler: “Hani epanastasi, epanastasi (ihtilal) diyerek sizinkilerin bizlere sopa atmalarındani asıp kesmelerinden, kıyıda köşede temizlemelerinden kurtulduk, çok memnunuz komşu.  Tanrı Kemal Paşa’dan razı olsun.  Rahat ettirdi bizi.” (164). 

Haralambos Kaptan Mihalis romanı üzerine düşünürken bile Osmanlı’yı görmez. Onu asıl meşgul eden kimin barbar olduğu daha doğrusu kimin barbar olmadığıdır: “Bazı Yunan yazarlarının romanlarında,  daha babasını öğrenmeden önce, örneğin edebiyat ödevi olarak okuduğu, Kazantzakis’in romanı Kaptan Mihalis’te Rum çetelerin, kesik Türk kafalarını sırıkların ucuna takarak gezdiklerini; Yeniden Çarmıha Gerilen İsa’da ise başka türden gaddarlıklarını okumuştu. Demek ki diye düşünüyordu; her milletten barbar çıkabiliyordu.  Savaşların, çatışmaların, doğal sonucu olarak karşımıza çıkan insanlık dışı davranışları, yani barbarlığı bir tarafa yükleyemeyiz.  Her iki taraf da savaşta vahşileşebiliyordu.  Pekiyi, hemen hemen tüm insan soyları vahşi olabilirken, sadece bir kısmını barbar diye öne sürmek, tarih boyu mahkum etmeye çalışmakda bir başka türlü barbarlık değil miydi?” (51).

Osmanlı İmparatorluğu konusundaki hafıza kaybını en azından şu iki nedenle açıklamak mümkündür: (1) yazar belki yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında oluşturulan tarih tezine paralel olarak Osmanlı’yı yok saymakta. Osmanlı İmparatorluğu’nu Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın geçmişi olarak görmemekte. Bu nedenle de Osmanlı ile ilgili hiçbir atıfta bulunmamakta.  (2) Belki de Batı anlatısında karşılaştığı kötü Osmanlı imajından etkilenerek, Osmanlı’ya farklı bir açıdan yaklaşamamakta, Batı’nın yaklaşımından rahatsız olmakta, ama farklı bir tarih yorumu üretmemekte ya da üretememekte.  Bu nedenle de Osmanlı hakkında konuşmak yerine Osmanlı’yı yok saymayı, görmemeyi tercih etmektedir.  

Sonunda Haralambos Ayvalık’ı ve babasını ziyaret etmeye karar verir.  Babasını tanıştıktan kısa bir süre sonra kaybeder.  Türkçe bilmemesi ve T.C. yurttaşı olmaması gibi büyük zorluklara rağmen Türkiye’ye yerleşmeye karar verir. Hayatı hakkında şunları düşünür:  “… Aşk ürünü oluşunu memnunlukla karşılıyordu; ne ki annesiyle babasının evlenememeyişlerini kendi açısından şanssızlık sayıyordu.  Fakat evlenmeleri de önemli değildi… Çünkü babasının Müslüman Türk Hasanaki olduğu ortaya çıktığına, o tutucu toplumda ‘Turkosporos’ yani Türk tohumu denerek dışlanacaktı.  Ayvalıkta’ysa değer verdiği babasının anayurdunda, insanlar ne denli tutucu olurlarsa olsunlar, bağırlarına basacakları. Çünkü çocuk babaya aitti, çocuk baba yolundan giderdi.  Tüm yaşamına damgasını vurmuş annesini fetheden babasına da gizli-açık bir alkış çıkardı bu işten: ‘Aferin adama! Bak çocuğunu bırakmadı, yanına aldı’ derlerdi. ” (192).  Ve kadın gene fethedilendir.  Kira Marigo’nun Hasanaki ile beraberliği Türk tarafının ne kadar üstün olduğunu göstermiştir.  Üstelik Haralambos’ta Hasan olarak ve Türkiye’ye yerleşerek babasının soyuna ihanet etmemiştir.

Ahmet Yorulmaz’ın da romanı Girit’te  başlar.  Ama Kazantzakis’in aksine yazar romanının  bütün kurgusunu Mübadele sonrası döneme, yani yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında gelişecek biçimde kurgular. Roman bir toplumu değil Haralambos’un Yunanistan’daki küçük dünyasını ve yaptığı seçimi, yani yaşamak için babasının vatanını Türkiye’yi seçişini anlatır. 

Türk-Yunan ilişkileri söz konusu olduğunda ise yazarın hassas olduğu birkaç konu vardır.  Bunlardan ilki kimin yayılmacı olduğu sorusudur.  İkincisi ise kimin, Türk’ün mü yoksa Yunan’ın mı daha uygar olduğu?  Yorulmaz’ın milliyetçiliğin doğal uzantısı olan bu soruları aşamadığını, teze karşı antitez üretterek bu soruları Türk anlatsına uygun olarak Türkiye lehine cevaplamakta olduğunu görüyoruz.  Romandaki bir diğer ilginç husus ise bütün bu Türk anlatısının bazı ‘iyi Yunanlı karakterler’ tarafından dile getirilmesidir.   Bu Yunanlı karakterlerin ortak noktası ise aydın ve hümanist olmalarıdır: yani, ateist olmaları ve kendi milletlerinin ne kadar yayılmacı ve saldırgan olduğunu dile getirmeleri…

Kadın konusunda ise roman benzerlerinden bir adım öndedir.  Kira Marigo hem diğer kadınlardan daha zeki ve egzotiktir. Hem de 1920’li yılların Yunanistan’ın da bir Türk’ten çocuk sahibi olmayı göze alacak kadar cesur ve becerikli!   Yazar bu egzotik kadının çocuğu sayesinde Yunan toplumu ile Türk toplumu arasında bir kıyaslama yapıyor.  Sonuç açık: çocuk yaşamak için hiç tanımamış olmasına, dilini bile bilmemesine rağmen Türkiye’yi seçiyor.  

Oysa anlatı tam tersine de kurgulanabilirdi.  Yazar Yunan bir babadan ve Türk bir anneden doğan bir Türk çocuğun babasının kim olduğunu bulduktan sonra Türkiye’ye, Türk toplumuna bakışını irdeleyebilirdi.  Bu çocuğunun hangi nedenlerden ötürü Yunanistan’a yerleşmeye karar verdiğini anlatarak kitabı bitirebilirdi.  Ama yazar doğal olanı yaptı, kendi içinde büyüdüğü, hislerini oluşturan anlatıya uygun bir kurgu yarattı.  Var olan anlatıyı tekrar üretti.

Bu haber toplam 4876 defa okunmuştur
Gaile 336. Sayısı

Gaile 336. Sayısı