1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. TMT’nin Solcu Avı
TMT’nin Solcu Avı

TMT’nin Solcu Avı

...işçiler Taksime karşı çıkıyor ve iki toplumun barış içinde bir arada yaşadığını ve yaşayabileceğini savunuyorlardı.

A+A-

 

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

 

22 Mayıs sabahı TMT’nin vurucu timleri solcu Kıbrıslı Türk avına çıktılar. 7.30’da PEO’nun Türk Bürosu başkanı Ahmet Sadi’ye maskeli adamlar kurşun yağdırdılar. O saatlerde Dr. Küçük ile Rauf Denktaş Ankara’ya hareket etmek üzereydiler. Yeni İngiliz önerisi Macmillan Planının masaya yatırılmasına çok az bir süre kalmıştı ve iki lider Ankara’da temaslarda bulunmaya ve de “Ya Taksim ya Ölüm” mitingleri düzenlemeye  gidiyorlardı.

1958 yılıydı. Kıbrıslı Türk işçilerin bir kısmı 1 Mayıs’ı Kıbrıslı Rum işçilerle birlikte kutlamışlardı. PEO’nun örgütlediği ve Türk Yunan bayraklarının taşındığı 1 Mayıs yürüyüşünden sonra, TMT militanları solcu işçileri hedef alırlar. Kıbrıs Türk toplumunda hatırı sayılır bir sol hareket yoktu. PEO’da örgütlü çoğu işçi, ekmek parası derdindeydi. Ne sınıf bilinci vardı, ne de sınıf mücadelesi...  

Fakat Kıbrıslı Türk işçiler arasında bir kesim vardı ki, onlar TMT’nin Taksim planına açıkça karşı çıkıyor ve iki toplumun barış içinde bir arada yaşamasını savunuyordu. Örneğin, AKEL içinde faaliyet gösteren çok az sayıdaki Kıbrıslı Türk, 1957 yılının sonunda Taksim tezini hayata geçirme imkânlarını araştırmak üzere Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından Kıbrıs’a gönderilen Prof. Nihat Erim’e bir mektup ileterek Taksim’e karşı olduklarını cesaretle ortaya koymuşlardı. Derviş Ali Kavazoğlu tarafından kaleme alınan ve “AKEL Türk Kolu İdaresi” imzasını taşıyan mektupta şöyle deniyordu: “Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar ve yaşamaktadırlar. Tarlalarda toprağı beraberce sürmüşler, işyerlerinde tezgâhlarda yan yana kardeşçe çalışmışlar, şehirlerde ve köylerde kucak kucağa yan yana beraberce ikamet etmişler iyi günlerde beraberce gülerek, kötü günlerde beraberce ıstırap çekmişler ve kader birliği yapmışlardır. ... Son zamanlarda parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olamayacağı gibi, kabili tatbik de değildir.”

Görüleceği gibi, işçiler Taksime karşı çıkıyor ve iki toplumun barış içinde bir arada yaşadığını ve yaşayabileceğini savunuyorlardı. Anti komünist liderliğin ısrarla iki toplumun bir arada yaşayamayacağını ileri sürdüğü ve Kıbrıslı Rumlarla bütün ilişkilerin koparılmasını istediği bir dönemde işçilerin tam tersi bir tutum içinde olmaları, kurşunlara hedef olmalarına yetip artmıştı.

TMT yayınladığı bir bildiriyle 1 Mayıs kutlamalarına Kıbrıslı Rumlarla birlikte katılan PEO üyesi Kıbrıslı Türkleri sendikadan derhal istifa etmeye çağırdı. Bu çağrıyı siyasi cinayetler izleyecekti.

Cinayetlerin işlendiği ortama bakalım: milliyetçi Türk liderliği Taksim fikrini “iki toplumun bir arada yaşayamayacağı” tezine dayandırıyordu, Kıbrıslı Rumlarla ilişkilerin kesilmesini istiyordu, ayrıca, İngilizlerin Taksim değil özerklik önereceğinden çekiniyordu ve Taksim için şiddet kampanyası başlatmaya hazırlanıyordu. Nitekim TMT 19 Mayıs 1958 tarihinde kaleme aldığı ve 20 Mayıs’ta dağıttığı bir bildiride özerklik ilan edilmesi halinde bunun “toplu eylem ve isyanın başlangıç anı” olacağından söz ediyordu. 21 Mayıs 1958 tarihinde Dr. Küçük ve Rauf Denktaş ile bir araya gelen Vali Foot, iki lidere yeni İngiliz planı konusunda bazı ipuçları verdi. Özerkliğe dayalı bir planla karşı karşıya olduklarını anlayan liderler, “Türkiye’nin politikasının Taksim olduğunu ve bunun dışına çıkılamayacağını” söylüyordu.

Dr. Küçük ile Denktaş ertesi gün, yani 22 Mayıs’ta istişarelerde bulunmak üzere Ankara’ya hareket ettiler. İşte, silahların solcu Kıbrıslı Türklere çevrilmesi o güne rastlayacaktı.

22 Mayıs sabahı PEO Türk Bürosu başkanı Ahmed Sadi Erkurt kurşunlandı. Erkurt, saldırıdan yaralı olarak kurtuldu. 24 Mayıs’ta İnkılâpçı gazetesinin yazı işleri müdürü Fazıl Önder öldürüldü.

Bu cinayetlerden TMT’nin sorumlu tutulması karşısında Dr. Küçük TMT’nin “katiller yuvası” olmadığını, “insan hak ve hürriyetlerini koruyan bir topluluk” olduğunu ileri sürüyordu. TMT’nin vurucu timlerinde görev yapan Mehmetali Tremeşeli de solcu işçileri “fanatik unsurlar öldürüyordu ve TMT’nin böyle fanatik unsurlarla hiçbir ilgisi yoktu” diyordu. Rauf Denktaş yıllar sonra  mahkemede kendisine sorulan bir soru üzerine “diplomatik” bir yanıtla şunları söylüyordu: “TMT ben bunu yaptım demediyse yapmamıştır.”

Denktaş, bu görüşünü sürekli olarak tekrarlayarak, o dönemde yaşanan şiddet olaylarından TMT’nin sorumlu olmadığını iddia ediyordu. Örneğin bir mülakatında şöyle diyordu: “TMT’yi kurduk, bildiriler yayınlanmaya başlandı. Birinci bildiride ‘Volkan lağvedildi’ dendi ama komutanlar gelinceye kadar yapılan olaylar var. Hiç TMT’nin yetkisi dâhilinde değil, bilgisi dâhilinde değil. Bizim, 3 kurucunun haberi olmayan işler oldu. Öldürmeler oldu, dükkân yakmalar oldu, bilmem ne oldu... Orada TMT yoktu.”

Ne var ki, belgeler solcu işçilerin öldürülmesini TMT’nin planladığına işaret ettiği gibi, TMT’nin bu cinayetleri resmen üstlendiğini de ortaya koyuyor. TMT 26 Mayıs 1958 tarihinde yayınladığı bir bildiriyle cinayetleri resmen üstlendi. İngiliz arşiv belgelerinde İngilizce çevirisi bulunan TMT bildirisinde “komünist vatan hainlerinin temizlenmesine devam edileceği” tehdidinde bulunuluyordu. Bildiride, TMT’nin “ölüm cezasını uygulamaya koyduğunu” ve “kızıllara hizmet eden vatan hainlerini ölümle cezalandırdığı” yazıyordu. Aynı bildiride, “milli birliği” bölmeye ve zayıflatmaya çalışan herkesin “kafasına kurşun sıkılacağı” belirtiliyor ve “vatan haini komünist maşa olan Ahmet Sadi ile Fazıl Önder’in hak ettikleri cezayı buldukları” vurgulanıyordu. Onlar gibi “satılmış yoldaşlarının da cezalandırılacağı” tehdidinde bulunan TMT, adanın çeşitli bölgelerinde “komünist propagandası yapanların sonunun aynı olacağını” duyuruyordu. Gazetelere ilan vermek suretiyle PEO sendikasından istifa edenlerin ve “komünist zehirden” arınanların hayatlarının bağışlandığını ama TMT’nin bu kişileri yakın takibe aldığını ve “en küçük şüpheli davranışları görüldüğü takdirde öldürülecekleri” tehdidi tekrarlanıyordu. Suikast timlerine bu doğrultuda “hazır ol” talimatı verildiği ifade ediliyordu. TMT, “teşkilatımız tarafından öldürülen vatan hainlerinin Türk halkının en büyük düşmanı olduğunu” ileri sürüyor ve Türk halkına çağrıda bulunarak, cinayetler veya Teşkilat konusunda kimseye bilgi verilmemesini, bu konuda konuşulmamasını talep ediyordu. Bildiride, böyle bir hareketin (konuşmanın) vatana ihanet sayılacağı özellikle vurgulanıyordu.

Bu bildirinin yayınlanmasından bir gün sonra, 27 Mayıs’ta, Pırlanta Dikimevi sahibi Abdurrahman Candaş ve Mustafa Ali “komünist” oldukları için silahlı saldırıya uğradılar fakat saldırıyı yara almadan atlattılar. Halkın Sesi gazetesi, saldırının gerçekleştiği yerde “üzerinde EOKA kelimesi bulunan bir levha bulunmaktadır” diyerek suçu EOKA’nın üstüne atmaya çalışıyordu. 29 Mayıs günü solcu Kıbrıslı Türklerden berber Ahmet Yahya uyurken öldürüldü. Ahmet Yahya bir gün önce gazeteye açıklama yaparak Kıbrıs Rum sendikaları ile “bir ilişiği kalmadığını” bildirdiği halde katledilmişti. Belli ki, katiller Yahya’nın gazeteye ilan verdiğini öğrenmemişlerdi. Ertesi gün, gazetelerde ölüm haberi ile Kıbrıs Rum sendikalarından istifa açıklaması yan yana yer aldı.

31 Mayıs 1958 tarihinde yayınlanan başka bir TMT bildirisinde “vurucu timlerimiz tarafından gerçek Türk olmayan bir hain daha öldürüldü” deniyordu. Gelecekte “hainlerin” öldürülmesine devam edileceği fakat şimdilik bu kişilere bir şans daha verileceği ifade ediliyordu. “Son Uyarı” alt başlığı altında 10 Haziran’a kadar vurucu timlere eylemlerini durdurma emrinin verildiğini, bu on günlük süre içinde “hainler listesinde” yer alanların gerekli adımları atarak “toplumu fikir değiştirdiklerine ve bizimle birlikte olduklarına” ikna etmeleri talep ediliyordu. Bildiri, “özgürlük mücadelemizi engelleyen herkesin öldürüleceği” uyarısıyla noktalanıyordu.

TMT, 10 Haziran’a kadar “hainlere süre ve şans tanıdığını” açıklamasına karşın, 5 Haziran 1958 tarihinde İnşaat İşçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı düzenlendi. Halkın Sesi gazetesi haberi şöyle duyuruyordu: “Bir vatan haini ve Akel’in üyesi olmakla itham edilen Hasan vücudunun muhtelif yerlerinden çeşitli yaralar almıştır.”

30 Haziran 1958 tarihinde, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların bir arada yaşayabileceği fikrini benimseyen berber Ahmet İbrahim vurularak öldürüldü. 3 Temmuz 1958 tarihinde ise Arif Hulusi Barudi silahlı saldırıya uğradı, saldırıdan yara almadan kurtuldu.

Saldırı ve cinayetlerin devam ettiği bir ortamda Kıbrıslı Türk işçiler gazetelere ilanlar vermek suretiyle Kıbrıs Rum sendikalarından istifa ettiklerini ve bundan sonra “Kıbrıs Türk liderliğinin yolunda yürüyeceklerini" açıklıyorlardı. Resmî tarihçilerden Ahmet Gazioğlu, saldırıların “etkili olduğunu” yazarken, cinayet kampanyasını da itiraf etmiş oluyordu: “Başlangıçta, solcu Rum sendikalarının faal Türk üyelerine karşı başlatılan kampanya, kısa sürede etkisini göstermiş ve özellikle Fazıl Önder’in öldürülmesi olayından sonra, Rum sendikalarında üye olan bazı Türkler, derhal Türk gazetelerine ilan vererek, sırf iş bulmak için üye olmak zorunda kaldıkları Rum işçi sendikalarıyla artık hiçbir ilişkilerinin kalmadığını, üyeliklerinin de sona erdiğini açıklamaya başlamışlardı.” (1)

Gerçekten de işçiler kelimenin tam manasıyla terörize edilerek sindirilmişlerdi. Gazetelere verdikleri peş peşe ilanlarla Kıbrıs Rum işçi sendikalarından ayrıldıklarını, “komünist olmadıklarını” ve “liderliğin yolunda yürüyeceklerini” açıklıyorlardı...


Kaynakça:

1. Gazioğlu, Direniş Örgütleri, Gençlik Teşkilatı ve Sosyo-Ekonomik Durum 1958-1960, s. 34.

 

Bu haber toplam 5842 defa okunmuştur
Gaile 453. Sayısı

Gaile 453. Sayısı