1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Lanet, kurtuluş ve ‘sessizlik’
Lanet, kurtuluş ve ‘sessizlik’

Lanet, kurtuluş ve ‘sessizlik’

21.yy’ın yüzeyselliği insanların bölünmüş kimlikler ve ‘bastırılmış kişilikler’ altında boğulup kalmasına yol açmaktadır

A+A-

 

“Tanrıyla konuşmayı dilemek saçmadır. Kavrayamadığımızla konuşamayız — ve Tanrı’yı kavrayamayız; O’na sadece inanabiliriz. İşte bu yüzden duacının davranışları özneldir…” - Kant

Çağıl Günalp
cakilgunalp@gmail.com

Martin Scorsese'nin filmleri genellikle “ticari başarıları” ve popülerliği ile bilinmektedir. Shutter Island, Departed, Taxi Driver, Scorsese’nin ünlü kategorisine giren ve ticari anlamda “başarı” yapmış filmleri arasındadır. Özellikle de sinema izleyicileri, popülarite, felsefi ve entelektüel yönlerin filmlerde nadiren kendilerine yer bulduğunu düşünmektedir. Genel anlamda bakacak olursak; bu düşünce günümüzün tüketim alışkanlarına bağlı olarak geçerlilik kazanmaktadır... 21.yy’ın baskın ilkeleri olan hareket, yüzeysellik, açıklık ve şeffaflık yukarıda belirtilen geçerliliğin sebepleri olarak belirtilebilir.

Medyada yaşanan modern gelişmeler ve küreselleşmenin yarattığı etkilerin aracılı sosyal ilişkilerin emsalsiz şekillerini doğurduğu ve insanların kolayca tüketilen, hızlıca hazmedilen, hemen başarılabilen fenomenlerden etkilenmesine yol açtığı bir çağda yaşıyoruz. 21.yy’ın yüzeyselliği insanların bölünmüş kimlikler ve ‘bastırılmış kişilikler’ altında boğulup kalmasına yol açmaktadır. Şüphesiz ki bu durum, sonu gelmeyen isteklere insanları yöneltirken, aynı zamanda da ‘modern toplumu’ şekillendiren yapay ihtiyaçlara insanların muhtaç olmasını sağlamaktadır. Bu anlayış günümüz sanat ve ticari hedeflerinin felsefesini şekillendirirken, şöhret ve fazla sayıda insana ulaşmak da (popülarite) sanatçılar için önemli bir hedef haline gelmiştir... Kısacası, ‘nicelik’ ‘nitelik’ karşısında üstün hale gelmiştir. Buna karşın, Rönesans döneminden beri sanatın hedefi, toplumları aydınlatmak adına kişilerin gelenek ve inançlarını şekillendirmek olmuş, geleneksel doktrinleri etkilemiş, dogmaları ortadan kaldırmış ve kara delikler ve zor tabulara ışık tutmuştur... ‘Ticari mallar’ olmak yerine, yüzyıllardır sanat eserleri, hayatın özünü yakalamaya çalışmaktadır. Buna ek olarak, sanat insanlığın kaderini şekillendirmek ile ilgilenmektedir... Daha da önemlisi, on yıllardır, baş yapıtların ana hedefi; gösterdikleri üzerinden çeşitli anlatımlar ve görüşler sunmaktır... Özet olarak, yüzyıllardır sanat, pürüzlü ve bilinmeyen bir toprak parçasını keşfetmek gibidir. Sağlıklı algı, düzgün gözlem ve yargılama peşinde olanlar; sanatın lirik tadını fethedebilir...

Ticari kaygılar ile yüzeyselliğin günümüz sinema endüstrisine egemen olduğu gerçeğine karşın, nadiren de olsa istisnai durumlar ile karşılaşabiliyoruz... Çoğunluk tarafından ticari veya popüler olarak yorumlanan bazı istisnai filmler, felsefi ve entelektüel açılardan öne çıkan konuların altını çizerek bu konulara değinmektedir... Martin Scorsese'nin dini özellikler barındıran filmi ‘Silence (Sessizlik)’ filmi bu kategori altında kabul edilebilir... Tarihi olaylardan esinlenilmiş olan bu eşsiz film, anlatışı, film müzikleri, sinematografisi ve filmin baş rol oyuncuları Andrew Garfield, Adam Driver, Liam Neeson, Tadanobu Asano, Iseei Ogata tarafından gösterilen performans açısından tam bir baş yapıt olarak kabul edilmektedir...

İlk bakışta ‘Silence’ misyonerlerin çektiği acıların anlatıldığı “sıradan bir film” olarak görünse de, hikayenin barındırdığı felsefe bundan daha öteye gitmekte ve ‘inanç emperyalizminin’ hikayesi olarak kabul edilmektedir... Buna ek olarak, Scorsese’nin filmi Silence, aynı zamanda 17.yy’da Japonya’nın günlük hayatını yansıtan sosyolojik bir kaynak olarak da görülebilir... Toplumsal değerler, görenekler, feodalizmin etkisi, ticaret ve asimilasyon arasındaki sarsılmaz bağ, doğrudan veya bilinçaltında sahneler ve diyaloglar olarak göz önüne gelebilmektedir... Genel bağlamda, ‘Silence’, boşluk, sessizlik ve kişinin kendisini dinlemesine karşılık gelse de filmde ‘sessizliğin’ Tanrı’nın sessizliğini ortaya koyduğu düşünülebilir. İddiamı daha geniş kapsamlı olarak değerlendirmek adına, Peder  Sebastião Rodrigues’in karşılaştığı etik ikilemden bahsetmek faydalı olacaktır... Japon Engizisyon Mahkemesi Üyeleri tarafından yakalandıktan sonra, Peder Sebastião Rodrigues İsa’nın resmine basarak dini inkara ve ayrıca, diğer Japon Hristiyanların gördüğü işkenceyi izlemeye zorlanmıştır. Benim bakış açıma göre ve bu sahneler çerçevesinde düşündüğümüz zaman, Scorsese inanç, vicdan, acıma ve akılcılık arasındaki çelişkileri dramatize etmenin çabasına girmiştir: Bir kişi insanlığı kurtarmak için kendi insanlığını feda eder mi? Bir kişinin diğer topluluklara inanç ‘götürme’ hakkı var mıdır? Kurtuluş nedir? Tanrı tüm ruhların huzurunu düşünüyorsa, insanlar neden inançları ve ‘Tanrı’ için kan döküyor? Daha ciddi şekilde anlayabilmek adına Amerikalı film eleştirmeni Roger Ebert’in konuyla ilgili görüşünü belirtmek doğru olacaktır: “ ‘Sessizlik’ sessiz değilse, arkadaki müzik acı inlemeleri ve ıstırap çığlıkları ile kırılan kemiklerin sesi ve alevlerin bedenleri dağlamasının sesi ile dolu olmasından dolayı sessiz olmasını dilersiniz. Ve, tabii ki, mezar sessiz olduğundan dolayı sessizlikten korkarsınız... Bir insan kendi insanlığından vazgeçip kendisi için en önemli olan şeyden feragat etmeden önce ne kadar acıya dayanabilir? Vazgeçerse, Tanrı’yı hayal kırıklığına uğrattı mı demektir? Bedeli her ne olursa olsun Tanrı dine küfretmemeye direnç göstermesini ister mi? Veya rahiplerin Tanrı’nın onlara olan sevgisinin dayanılmaz acıya dayanamadıkları için onları affedecek kadar büyük olduğu bilgisine dayanarak inançlarından feragat etmelerini ister mi? Tanrı ıstırap karşısında umursamaz mıdır? Farkına varır mı? İsa ne yapardı? Peder Rodrigues'in durumunda olan bir çok insan fiziksel bir zorluk olarak yorumlamaktadır: Eğer İsa, çarmıhın ıstıraplarına dayandıysa, ben de dayanabilirim. Öte yandan, İsa ölümlü değildir, yani bu adil olmayan bir test. Ama peki testin adil olmaması testin ta kendisi ise? Ve Peder ile orda olan diğer mahkumlar? Istıraplarına son vermenin tek yolu- ya da rahibin dediği gibi- kurtarıcının görüntüsünün tek ayak izi bile yeterlidir.  Diğerlerinin acıları sembolik tek bir adım ile sona erebilirken acı çekmelerine izin vermek ahlaki midir? Tanrı bunu ister mi? Belki Peder, diğerlerini sona erdirecekse dinine küfretmenin doğru şey olacağını fark etme yoluna gidecek midir…”

Yukarıda belirttiğim üzere; Scorsese’nin Silence filmi inanç ve etik ikilemlerin bir hikayesidir... Scorsese’nin Silence filminde dindar ve ahlaklı olmak arasındaki farkı bilinçaltından ortaya koyduğu da söylenebilir... Ahlaklı olmak için kendini adamak yeterli midir? Dürüstlük, erdem, bilgelik ve empati noktasına ulaşmada dinin rolü nedir? Bunu vurgulamak adına, Peder Sebastião Rodrigues’i oynayan Andrew Garfield’in sözlerini belirtmek doğru olabilir: “Dua ediyorum ama kayboldum. Sadece sessizlik için mi dua ediyorum? Endişeleniyorum, inancın bu zayıf işaretlerini inançtan daha fazla değerli buluyorlar. Peki ama onları nasıl inkar edebiliriz? Cezbedilmiş hissediyorum. Ümidimi yitirmek için etkilenmiş hissediyorum. Korkuyorum. Sessizliğinin ağırlığı kötü. Dua ediyorum, ama kayboldum. Yoksa sadece hiç bir şey için mi dua ediyorum? Hiç bir şey. Çünkü orda değilsin...”

Guardian’da belirtildiği üzere, “ dikkatli bir incelik ile işlenmiş ve az rastlanan, şaşırtıcı ve karşılıklı ince esprilerle ortaya konan Silence (Sessizlik) sadece tek bir dine sevinç nidaları göndermiyor, inancın sert ve heyecan verici doğası ile ifade edilişinin çeşitli koşulları gösterilirken inanmayan veya inanan hiç kimsenin üstün olmayacağı bir film olarak kabul ediliyor”.

Yukarıda da belirttiğim üzere, çatışmayı açık bir şekilde göstermek yerine, baş yapıtlar toplumların görenek ve değerlerini yeniden canlandırmak ve şekillendirmekle yükümlüdürler... Bu bağlamda, Cinemaretro’da vurgulandığı üzere, ‘güzel’ sanat genellikle, sanatçının aktarmayı amaçladığı noktanın tam da kalbinde bulunan acıya teslim olmak ve acıyı kucaklamak adına seyircisi ile ortada buluşur. Makaleye göre, Scorsese’nin ‘Silence’ filmi da bu filmlerden bir tanesi... Makale, Sessizlik filminin yönetmeni için on yıllarda süren bir tutku projesi olduğunu ve inançlı insanların karşı karşıya kaldığı en büyük engel olan Tanrı’nın ‘sessizliği’ ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Makalede altı çizildiği üzere “Kariyerinde çeşitli defalar bu konuyu irdeleyen Ingmar Bergman gibi bir kişide konu tam da yerini bulmuş olurdu. Buna karşın, Scorsese’nin tüm eserleri Katolik olarak yetiştirilmesi ve bununla ilgili çektiği ıstırapları barındırmaktadır. 1988 yılında çektiği filmi The Last Temptation of Christ (Günaha Son Çağrı) filmi oldukça kişisel ve dini bir imaj çizmekte olduğundan dolayı çeşitli uyuşmazlıkları ortaya çıkarmış ve hatta bazı yerlerde yasaklanmıştır. Sessizlik, usta yönetmenin ortaya koyduğundan daha dini bir ifade olmuş ve karışık tepkiler almıştır. Kimileri bir baş yapıt olduğunu söylerken, başkaları ise uzun ve sıkıcı bir film olduğunu söylemiştir. Sessizlik içerisinde karakterlerin amansız şekilde acı çekmesi durumu kötüleştiriyor. Belki de Scorsese’nin yapmak istediği de bu olmuş, rahiplerin test edilmesi gibi izleyicilerini test etmek istemiştir”.

Merhamet yolunun sadece sadakatli insanlar tarafından yürünmeyeceği açık ve net şekilde görünmektedir... Bu illüzyon, parlayan ıstırapların kaynağıdır... Bunun nedeni ise “iyi” olarak tanımlanan şeylerin ahlaki anlamda iyi niyete dayanması gerektiğidir... Tercüman rolündeki Tadanobu Asano’bub filmede söyledikleri her şeyi açıklar niteliktedir: “Herkes bir tür toprakta açan bir ağacın başka bir toprakta çürüyüp ölebileceğini bilir. Aynı şey Hristiyanlık ağacı için de geçerlidir. Yapraklar burada ölür. Tomurcuklar ölür...Merhamet yolu... Bu da sadece kendini terk ettiğin anlamına gelir. Kimse başkasının ruhuna karışmamalıdır. Başkalarına yardım etmek Buddha ve sizin yolunuzdur. Bu konuda iki din de aynıdır. Paylaşacak çok şey varken birini bir tarafa ya da diğer tarafa kazanmak gerekli değildir”.


Referanslar

https://www.theguardian.com/film/2017/may/07/silence-passengers-scorsese-jennifer-lawrence-monster-calls-review

http://www.rogerebert.com/reviews/silence-2016

http://www.imdb.com/title/tt0490215/

http://www.cinemaretro.com/index.php?/archives/9655-REVIEW-MARTIN-SCORSESES-SILENCE-2016;-PARAMOUNT-BLU-RAY-RELEASE.html

 

Bu haber toplam 2437 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 427. Sayısı

Gaile 427. Sayısı