1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gaile’nin Kütüphanesi: Mağaradakiler*
Gaile’nin Kütüphanesi: Mağaradakiler*

Gaile’nin Kütüphanesi: Mağaradakiler*

Gaile’nin Kütüphanesi: Mağaradakiler*

A+A-

 

Mayıs-Haziran-Temmuz 2000. Sayı:11, Doğu-Batı Dergisi’nin konu başlığı “Türk Düşünce Serüveni: Âraftakiler”di. Aynı derginin Taşkın Takış imzalı “Birinci Dereceden İki Bilinmeyenli Denklemler” başlıklı editoryal yazısında neden böyle bir sayı ve neden böyle bir başlık sorusuna ise şöyle yanıt veriliyordu: “Âraftakiler tanımlamasıyla bir tereddütü paylaşma gereksinimindeyiz. Uzun zamandır rahatlıkla çizilen cennet-cehennem (iyi-kötü) tasvirlerinin dışında Türk düşüncesi felsefi, politik ve estetik bağlamını oluşturamadı. Sözde muhalif-aydın figürü, esasta iktidarın en imtiyazlı rolüne bürünen gülünç kılığıyla Türkiye’de alternatif bir kimlik yaratamamıştır. 1960’lı yıllardan itibaren âraftakiler böylesi bir arayışın ürünü…”  Yine aynı yazıda solda ve sağda bu tanımlama kapsamında kimi isimler zikrediliyordu. Örneğin solda İdris Küçükömer, Kemal Tahir, Mehmet Ali Aybar, Hikmet Kıvılcımlı; sağda ise Nurettin Topçu, Erol Güngör, Peyami Safa bu isimlerden bazılarıydı. Onların ârafta olma halleri ise şu cümlelerle anlatılıyordu: “Bu isimleri aynı çatıda değerlendirmemizin sebeplerine gelince; mensup oldukları cemaatlere eleştirileri, kullandıkları yöntemlerin benzerliği, doğu batı problemini sürekli gündemde bulundurmaları, nefret ve sevgi arasında tek bir kabın içine sığmamak, eylemci ve polemikçi tavırları, yerli duyuşları vb… sonraki gelenler tarafından anlaşılmamak, deyim yerindeyse onları cennet ile cehennem arasındaki yerde; ârafta bekletmemize neden oldu.”

Bu yazıda ‘Mağaradakiler” kitabından söz edeceğimiz Cemil Meriç işte bu kapsama dâhil olan, dahası hakkında “ayrı bir parantezin açılmasını” gerekli kılacak önemi haiz bir entelektüel, düşünce adamı.. Şundan: Günümüzde büyük oranda hâlâ kes(k)in “cennet-cehennem (iyi-kötü) tasvirlerine ve saflaşmalarına, “taraf olmayan bertaraf olur” çığırtkanlıklarına mahkûm düşünce/entelektüel dünyasının varlığı göz önüne alındığında, Cemil Meriç’in, evrensel ve yerel serüvenini izlediği entelektüeli merkeze aldığı ‘Mağaradakiler’ kitabını -ve hatta bu vesileyle külliyatanı- okumak, zihinsel konformizmin kes(k)inliklerle örülü kalın duvarlarının ötesine bakabilmenin imkânlarını sunuyor.

Platon’dan mülhem ‘Mağaradakiler’ adını verdiği, sivri ve şiirsel diliyle “Mağaranın içi, mağaranın dışı. İnsanlık aynı sefil putlara tapan bir şaşkınlar kafilesi. Hakikatte mağaranın içi de dışı da bir..Yüzelli yıldır gölgeler aleminde yaşıyoruz.” diyerek yola koyulduğu  kitabında Meriç, bir bakıma putlarına (ya da gölgelerine veya dogmalarına) esir olmuşların hem hikâyesini yazar ve hem de eleştirisini yapar. Geçerken hatırlamakta yarar var, Platon’un ‘Devlet’ kitabında yer alan ve Meriç’e ilham veren “mağaradakiler” bölümünde anlatılan özetle şudur: Bir mağaranın içinde çocukluklarından beri zincire vurulmuş esirler, yüzleri mağaranın karşı duvarına dönük, sadece karşılarını görebilir vaziyette durmaktadırlar..Uzakta bir tepede bir ateş yanmakta ve ateşin ışığı mağaraya vurmaktadır. Ateşin bulunduğu tepe ile mağara arasında yer alan yol boyunca ise insanlar ellerinde taşıdıkları çeşitli nesnelerle yürümektedirler. Ateşten yayılan ışık, bu nesneleri, mağara içinde zincire vurulmuş insanların önündeki duvara ‘gölgeler’ halinde düşürmekte ve onlar da bu nesneleri sadece ‘gölgeler’ halinde izlemektedirler. Aynı anda yoldan geçenlerin sesleri mağaranın içinde yankılanmakta ve içerdekiler bu sesleri  ‘gölgeler’in konuşmaları olarak algılamaktadırlar. Platon, yıllardır taş gibi duran bu esirlerin zincirlerinin çözüldüğünü ve birinin mağaradan dışarıya çıktığını varsayarak, bu durumda neler yaşanabileceğine dair düşüncelerini aktarmaktadır.. Ona göre dışarıya çıkan (özgürlüğüne kavuşan) esirin önce gözleri kamaşacak, ona “Ömür boyu gördüklerin hayâldi. Şimdi gerçekle karşı karşıyasın” denildiğinde ise ilk anda tepki gösterse de giderek sırrını öğrendiği bu yeni duruma alışacak; mağarada geçen eski günlerini hatırladığında her şeyi ne kadar yanlış algılamış olduğuna yanarak, mağarada kalan arkadaşlarında acıyacaktır. Platon tam da bu noktada, yıllarca yeraltı mağarasında yaşadıktan sonra özgürlüğüne kavuşup dışarıya çıkan bu esirin yeniden mağaraya dönüp de içerdekilere hakikati söylediği zaman muhtemelen kendisiyle alay edeceklerini, “Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin arkadaş. Saçmalıyorsun..Biz yerimizden çok memnunuz..Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline.” diye konuşacaklarını belirterek sözlerini şöyle tamamlayacaktır:  “İşte böyle aziz dostum. Sana anlattığım hikâye kendi halimizin tasviridir..Yer altındaki mağara: Görünürler dünyası..Yücelere çıkan tutsak, meseller (idea’lar) âlemine yükselen ruh.”

Uzatmadan söyleyelim: Meriç’in ‘Mağaradakiler’ kitabında sivri oklarının esas hedefi, ideolojik farklılıkları konusunda ayrım gözetmeksizin, en önemli işlevleri putları eleştirmek ve yıkmak ve sadece görüntülerle (gölgelerle) değil, onların tarihsel arka plânlarını ve değişken dinamiğini sorgulamakla yükümlü olmaları gereken entelektüellerdir. Buradan hareketle “En uzak ced: Sofist”lerden başlayarak “entelektüel’in soy ağacını” araştırır ve onun, zamanın dinamik akışkanlığından ve değişkenliğinden koparılarak, bütün zamanlara hakim kılınmak istenen ‘putlar’ ya da ‘gölgeler’ karşısındaki duruşunun ne olması gerektiğine dair görüşler ortaya koyar. Meriç’in Türk(iye) entelektüel/düşünce dünyasındaki kaderi ise çok ilginçtir. Marxizm’den yola çıkan, oradan İslam-Hint felsefesine ve kültürüne kadar uzanan geniş entelektüel-eleştirel birikimi ile başlangıçta ne sağ’a ne sol’a yar olabilmiş, iki cephe arasında çekiştirilip durmuş ve sonuçta -uzun süre- sağ’ın elinde kalmıştır. Seksenli yıllardan itibaren bütün eserlerinin ‘İletişim Yayınları’ tarafından da basılıyor olması, bir bakıma bu kendine özgü bağımsız-eleştirel düşünce adamının ve dünyasının, sol tarafından gecikmiş keşfi olarak algılanabildiği gibi onun “âraftaki” hâlinin önemli göstergesi olarak da kabul edilebilir.

2016 Cemil Meriç’in yüzüncü doğum yıldönümü. Türkiyenin düşünsel-siyasal iklimi hâlâ büyük oranda  “ya benden tarafsın ya da yoksun” (cennet-cehennem) seçeneğine mahkûm;  ‘taraf’ olmanın şehveti (kendi putlarına/doğrularına tapıyor olmanın şehveti) , ‘âraf’ta olmanın çilesine (o putları yıkmanın, sorgulamanın çilesine) tercih ediliyor. 

 

 

‘Mağaradakiler kitabı bir bakıma ‘âraf’ta olmanın kahırlı çilesini anlatıyor.
*Cemil Meriç. Mağaradakiler. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1978.
Kitap daha sonra, İletişim Yayınları tarafından tekrardan yayımlandı.

Bu haber toplam 2759 defa okunmuştur
Gaile 360. Sayısı

Gaile 360. Sayısı