1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Fazla Düşüncelerinizden Nasıl Kurtulursunuz? Minimalizm Diyeti
Fazla Düşüncelerinizden Nasıl Kurtulursunuz? Minimalizm Diyeti

Fazla Düşüncelerinizden Nasıl Kurtulursunuz? Minimalizm Diyeti

Fazla Düşüncelerinizden Nasıl Kurtulursunuz? Minimalizm Diyeti

A+A-

 

Uygar Erdim
uygarerdim@gmail.com

Yazının başlığına dayanarak şöyle bir soru aklınıza gelebilir: Düşüncenin fazlası nasıl olur? Fazla kilolarımız olabileceği gibi, pekâlâ düşüncelerimizin de fazlası olabilir. Eğer düşünceler üst üste birikip başınızı ağrıtıyorsa veya sizi mutsuz ediyor, normalde kısa sürede yaptığınız işi çok daha uzun bir sürede yapıyorsanız, o zaman fazla kilolar gibi, fazla düşüncelerden de kurtulmanın zamanı gelmiştir diyebiliriz. Bu başlığı, bizi mutsuz eden düşünceleri fazla kilolara benzeterek, konuyu felsefi ve sanatsal bir akım olan minimalizme bağlamak için seçtim. Çünkü konu biraz da azaltmak ve azaltmayı sevmekle ilgilidir.

Aslında diyet ve minimalizm sözcükleri yan yana geldiğinde düşünsel anlamda absürt bir tezat oluşmaktadır. Çünkü diyet, kısa süreli olan veya geçici olan bir durumdur. Minimalizm ise bir kere başlandığında süreğen hale gelen bir disiplindir. Diyet, sağlık amaçlı ve ihtiyaç dışı olarak kullanıldığında, zayıflama trendlerini takip eder veya ona yön verir. Modernizmin her şeyi idealleştirmesi gibi, bedenleri de idealleştirmesi ve bu durumda fazla kilolu veya çok zayıf insanların sürekli kendilerini suçlu veya toplumdan dışlanmış hissetmesine sebep olabilmektedir. Minimalizm ise, gerekmeyen şeyleri bize aldırtmaz. Bir şeyi dikte ettirmeye gerek duymaz. Çünkü minimal bir hayat, benimsenmeden yapılabilecek bir şey değildir. Gereksiz tüketimden uzak durur. Eğer fazla düşüncülerimizi fazla kilolarımız gibi algılarsak, bu noktada diyeti tatil veya hafta sonları gibi görebiliriz. Pazartesinden nefret edilir. Her hafta sonu nasıl geçiciyse ve verdiği mutluluk da diyet sonrası gibi geçiciyse, yaşam şekli de öyledir. Demek ki daha kalıcı bir formül bulmak gerekir. Hayat sadece zayıfladığımız anlardan veya hafta sonlarından ibaret değildir. Hayat kilolu olduğumuz anlardan ve hafta içlerinden de ibarettir. Can yakan, aslında sevmediğimiz bir işte çalışmaktan çok, bu duruma alışmamız gerektiğini söyleyen insanlar ordusu tarafından etraflıca çevrilip özgürlüğümüzün kısıtlanmasını normalleştirmektir. Alternatiflerin sayısının yok denecek kadar az olduğu varsayılmasıdır. Çünkü insan, artık tüketim endüstrisinin çarklarını döndürmeye yarayan tüketim öznesi haline gelmiştir. Bu da ilişkiler dâhil hayatın her alanında kendisini göstermektedir. Bu duruma sebep olan sorunlardan bir tanesi, tüketim meraklılığı ve tükettikçe daha iyi olacağımızı sanma düşüncesidir. Minimal bir hayat, bu düşünceyi aklımızdan çıkarıp az olanla daha iyi ve daha dolu bir hayat yaşayabilmemize yardımcı olur. Minimal bir hayat, belki maaşınızı artırmaya yardımcı olmaz fakat tüketim bağımlılığından kurtararak daha az harcamanızı, dolayısıyla daha özgür olmanızı sağlar. Söz konusu, az olanla yetinme düşüncesi değildir. Az olanla mutlu olma düşüncesidir. Çünkü yetinmek, yine bir kıyas durumu yapmak demektir. Minimal hayatı benimsemiş bir insanın etrafı kıyas yapmaya gerek duymayacak kadar daha az şeyle çevrilidir. Bu tabii kişinin seçimine göre değişir. Bu durumda, minimalizmin kendisini de idealleştirmenin bir manası olmaz. Bu yazının amacı minimalizmi olması gereken gibi göstermek değildir fakat tüketim hayatına bir alternatif olarak sunmaktır. Amaç; minimalizmi hem sanatsal hem de kavramsal boyutuyla ele alıp, onu hayatlarının merkezine alan insanlardan örnekler vermektir. Dolayısıyla, minimalizmin hem sanatsal hem de sosyal anlamda nasıl hayatımızın içerisinde bir etki yaratabildiğini irdeleyeceğiz. Bu bağlamda Kemal Sunal’ın başrolde oynadığı ‘Gülen Adam’ filmindeki Yusuf Şaplak karakterini minimal hayat bağlamında ele alacağım. ‘Gülen Adam’ filmi belki bir minimal sinema örneği değildir ancak, filmin karakteri Yusuf Şaplak’ın hayat anlayışının minimalizm ile bir ilgisinin var olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü karakter, aklını sıradan insanlar gibi detaylarla sürekli meşgul edecek düşüncelerle doldurmaz. Karşılaştığı her durum ona sebepsiz yere gülme hissi vermektedir. Belki insanlar da düşüncelerini bir tarafa bıraksa, gülmek bu kadar zor olmayacaktır. Ciddi olaylar karşısında bile kendisini tutamayıp gülen Yusuf, deli olduğu varsayılarak akıl hastanesine sevk edilir. Doktorlar sebepsiz yere güldüğü için ona adı olmayan bir hastalık teşhisi koyarlar. Hâlbuki belki de tüm insanlığın hastalığı, gülmek için bir sebep aramasıdır. İşte minimal düşünce yeteneği de bu noktada kendini göstermeye başlar. Zihnimiz öyle gereksiz detaylarla çevrilidir, mutlu olmaya öyle şartlanmışızdır ki, artık her şey için bir sebep aramaya alıştırılmışızdır. Şunu yaparsam daha çok mutlu olacağım, şunu da aldıktan sonra daha iyi olacağım… Hep daha sonrasına şartlanıp olduğumuz anı kaybetmek işte böyle bir şeydir.

Gülen Adam filminden bir diyalog:
Sıkışık trafikte beklerken:
Doktor: Niye gülüyorsun?
Yusuf: Gidemiyoruz!

Minimalizm, sadelik öğretisi bakımından Zen Budizmi ile de benzeştirilmektedir.
“Bir alıntı şöyledir: Nan-in konuğa çay sunar. Profesörün fincanını doldurur ama durmaz, çayı fincana döker de döker. Konuk taşan çaylara bakadurmaktadır. Bir süre sonra kendini tutamayıp boşalır.

- Taştı, artık almaz ki…
- Bu fincan gibi sen de kendi düşüncelerin, kurgularınla dolusun. Önce fincanını boşaltmazsan sana Zen’I nasıl gösterebilirim?” (1)

Bu zen hikâyesinde de görüldüğü gibi, yine bir azaltma söz konusudur. İşte fazla düşüncelerimizden kurtulmanın bir yolu daha.  Ne kadar da kalabalık yaşıyoruz değil mi? Biz yalnızken bile kafamızın içinde bize konuşan sesler sadece kendimizin değil kalabalığın sesidir. Bu sesler, genelde duymak istemediğimiz şeyleri bize fısıldar. Yer açmak ve azaltmak düşüncelerimiz için de geçerli bir durumdur. Önce, düşünceden başlamak gereklidir. Nasıl ki kalabalık bir odanın içerisinde yürüyemiyorsak, düşüncelerimiz içerisinde bir sürü iç sese çarpar dururuz. Bu da üretken bir insan olmamızı engeller. Albert Einstein’ın fizik teorisi burada da geçerlidir diye düşünüyorum: ‘Bir cisim hızlandıkça kütlesi düşer’. Düşünsel anlamda bu teori niye gerçek olmasın?
Minimal felsefe anlayışının diğer öğretilerden bir farkı da, günlük yaşam alanı içerisinde rahatça kullanılabilmesidir. Düşünsel anlamda, insandan çok uzakta değildir. Onu bilmek ve benimsemek için yüksek bir entelektüel bilgi birikimine ihtiyaç yoktur. Zaten minimal bir yaşam anlayışını seçmek, tüketim toplumunun içerisinde başlı başına bir zor bir iştir.
Gülen Adam filminden bir diyalog:
“Doktor: Televizyonda mı aldınız?
Yusuf: Yok, şimdilik sadece anten takabildik”

Yusuf ve eşi yüksek kira harçlarından dolayı istedikleri evde oturamazlar. Satın aldıkları gecekondu, devlet tarafından yıkılır ve karı koca evsiz kalırlar. Bunun üzerine Yusuf Şaplak, ahşaptan taşınabilir küçük bir ev yapar ve devlet görevlilerinin evlerini yıkma girişimine bir çözüm bulur. Bu küçük ev, filmde belki zorunluluktan yapılan bir evdir fakat biraz daha derin düşünecek olursak, birçok insanın sadece ev kirası ödeyip, evi lüks eşyalarla donatıp hayatını yaşayamadığı fakat Yusuf ile eşinin küçük de olsa kaldıkları küçük evde mutlu yaşadıklarına tanıklık ederiz. Belki biraz Polyannacılık gibi görünse de (ki filmde göndermeler de var) Yusuf ve ailesinin yaşadığı seyyar küçük ev minimal yaşama ve hatta minimal estetiğe bir örnektir. Ne kadar az eşya varsa o kadar özgürlük vardır. Buna paralel olarak, bir de gerçek yaşamdan ünlü bir örnek vermek yerinde olacaktır. Haberlerde ‘dünyanın en yoksul başkanı’ olarak nitelendirilen Uruguay eski devlet başkanı José Mujica yoksulluğu ve özgürlüğü şöyle yorumluyor: “Gerçek yoksullar, sürekli yaşamdan talepleri olan ve elde ettikleriyle yetinmeyen insanlardır. Elimde hafif bir bavulla dolaşmak, istediğim yaşamı sürdürmek için yeterli zamanı veriyor. Asıl özgürlük, yaşamak için kazandığın zamandır” (2).

Minimal sinemada insan ve mekân ilişkisi yoğun olarak hissedilir. Seyrek değişen kamera planları, yavaş veya gerçek zaman anlayışına uygun bir kurgu yapısı, genel planların sıklıkla kullanıldığı minimal filmlerde, karakterin mutlaka mekânla ilişkili bir hikâyesi vardır. Bu bir dönüş olabileceği gibi, bir gidiş de olabilir. Uzaklara duyulan özlem veya uzaktayken geride bırakılan evi özlemek, bu tür filmlerin başlıca konuları arasındadır. Yani aslında,  mizansende gördüğümüz görüntüden ziyade, filmin geçtiği mekânın gösterilmediği anlarda bile, mekânın ağırlığı hissedilir. Minimal etki, izleyende böyle bir his yaratır. Derin boşluklar, izleyiciyi kendisine doğru çeker. Filmin karakterlerinde de bu etkileri görmek mümkündür. Karakterler, bedenen oradadırlar, oyuncular o mizansenin içerisindedirler, ama aslında benlik olarak orada değildirler. Başka bir an’da başka bir zamandadırlar.  Söz konusu bir dönüşse, ne gelen aynıdır ne de mekân aynıdır. Söz konusu bir gidişse, giden gittiği yere yalnızlığını da götürür. Modern dünyada, insanın sığınacağı çok bir yer yok gibidir.

Bir sinemacı olarak (veya ülkemizdeki şartlardan ötürü bir sinemacı olmaya çalışan birisi olarak) insan ve mekân ilişkisinin yoğun olarak hissedildiği adamızda, minimal sinemaya dair çok başarılı örneklerin çıkabileceğine inanmaktayım. Başkalaşım, kimlik bunalımı, geleneksel değerler ve dayatılan yaşam modeli arasında sıkışıp kalmış karakterlerin yaşadığı gitme ve gelme ikilemi, en azından benim üstünde durmayı seçtiğim konulardır. Minimal sinema örnekleri ve adamızdaki varoluş potansiyeli, ayrı bir yazıda irdelenecektir. Minimal sinemaya merak duyanlar Yasujiro Ozu, Satrajit Ray, Robert Bresson, Abbas Kiarostami, Jon Jost ve Nuri Bile Ceylan’ın filmlerini izleyebilirler.

Minimalizmin hayatımızdaki etkisi, sanattaki üslubu bakımından biçimsel bir benzerliği bulunsa da, içerik bakımından tam olarak aynı değildir. Sinemada karmaşık duygulanmalar hakim durumdayken, minimalizm; gerçek hayatta bu karmaşıklıktan uzak durmanın yollarını arar. Minimalizm, sadece odamızı dekore etmemize yarayan bir felsefe değildir. Zihnimizi eğiten, zihnimizdeki odaları boşaltıp, gereksiz duvarları da yıkıp daha esnek, daha hafif, daha özgür, daha dolu yaşamaya dair bir adımdır.

Gülen Adam filminden bir diyalog:
“Doktor: Hasta değilim diyorsun sebepsiz yere gülüyorsun.
Yusuf: Keşke herkes bu hastalığa yakalansa fena mı olurdu? Sen benim hastalığıma çözüm bulmayı bırak da gülmeyi unutmuş bu milletin derdine çare bul!”

 

Kaynakça

1. http://blog.milliyet.com.tr/budizm-ve-zen-budizmi
2. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/134565/Benzersiz_bir_lidere_veda.html#
Gülen Adam (1984) (Yönetmen: Kartal Tibet)
Pelin Özüdoğru. Minimalizm ve Sinema. İstanbul: Es Yayınları, 2004

Bu haber toplam 3818 defa okunmuştur
Gaile 394. Sayısı

Gaile 394. Sayısı