1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Fatih Sultan Tayyip Hazretlerinin Kıbrıs Çıkarması
Fatih Sultan Tayyip Hazretlerinin Kıbrıs Çıkarması

Fatih Sultan Tayyip Hazretlerinin Kıbrıs Çıkarması

Umut Bozkurt: Ve Bir 20 Temmuz Yıldönümünün Düşündürdükleri...

A+A-

Fatih Sultan Tayyip Hazretlerinin Kıbrıs Çıkarması ve Bir 20 Temmuz Yıldönümünün Düşündürdükleri...

                                                                                               

Umut Bozkurt

bozumut@gmail.com

 

 

Kendimi bildim bileli 20 Temmuz’ları sevmedim.  İlk gençliğim Kıbrıs’ın karanlık ve klostrofobik olduğu bir döneme rastgelir. Hem Kıbrıs’ın güney yarısından hem de dünyadan koparılmış olduğumuz, milliyetçiliğin ve hamasetin damgasını vurduğu o günlerde kendimi çoğu kez bir açık hava hapishanesinde hissederdim. Hele 20 Temmuz’un yıldönümlerinde bu hissiyat daha da yoğunlaşırdı, o askeri törenler, güç gösterileri, kullanılan ağdalaşmış dil, anavatan’a şükran belirten politikacıların yağdanlık halleri yeni yetme öfkemi daha da azdırır, her şeyi geride bırakarak kaçmak, kaçmak isterdim.

          Sonra kaçtım da. Tam on beş yıl buradan uzaklaştım, başka ülkelerin hikâyelerine açtım kendimi, kendi ülkemin hikâyesi bana çok ağır geliyordu. Yüzleşmek istemiyordum sanki.  Yıllar sonra doğduğum ülkeye geri dönünce yüzleşmekten kaçtığım her şey gelip birer birer karşıma dikildi. Bu adada yaşamanın koskoca bir travmadan ibaret olduğunu bilirdim elbet, ne kadar uzaklara taşınırsanız taşının buradaki lânetin peşinizi bırakmayacağını da. Ama yepyeni binalar, son model arabalar ve içi boş mutluluk oyunlarıyla üstü örtülmeye çalışılan derin travmaların, sınır boylarındaki kurşun delikleriyle dolu evlerin hikâyelerinin, kayıp yakınlarının yüzündeki sessiz ve derine işlemiş hüznün farkına varınca bir daha eskisi gibi olamadım.

O yeniyetme öfkesinden daha farklı bir şeydi bu kez hissettiğim, bir kandırılmışlık, hatta uyutulmuşluk hissi. Yıllar yılı kendi acılarımızın çetelesini tutmuştuk da, karşı tarafın bizden neden bu kadar nefret ettiğini, güvenemediğini sorgulamamamıştık. Yine bir 20 Temmuz’un yıldönümünü kutluyoruz. Aslında kutladığımız şey milliyetçiliğin şaha kalkışı, fetihçi zihniyetin kutsanmasından başka bir şey değil. “Şafak nöbeti” etkinliği önünden geçerken ellerinde iki bayrak sallayan yeniyetme gençlere bakıyorum, tam otuz yedi  yıl önce, kendi yaşlarında bir sürü Rum gencinin ölümüne, savaş kaybı olarak kayıtlara düşmesine, kimilerinin tecavüze uğramasına yol açan bir savaşı böylesine iştahla kutlamaları içimi acıtıyor. Bu trajediden zafer devşirmek yaşını başını almış, içi nasır bağlamış muktedirlere yakışıyor, bir başka muhtemel savaşta ilk gözden çıkarılacak olanlar arasında olan bu fidanlara değil.

         Bu içi nasır bağlamış muktedirler, Kıbrıs topraklarına diktikleri bayrakla artık adanın Kuzey yarısını fethettiklerini tüm dünyaya haykırıyorlar. Yağma da başlıyor, nüfus akını da. Besleme sözü bile şükran talimini bozamamış, ada halkının şakşakçı üyelerini bir tarafa koyarsanız, balkonlardan seslendikleri kendi tebaaları çoğunlukla... “Padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa!”, yankılansın gökkubbede tebaamızın tek yürek olduğu bu sözleri, yankılansın ve herkes bilsin ki artık tek muktedir biziz ve biz burada olduğumuz sürece Kıbrıs adasının kuzey yarısının tek fatihleri biz olacağız. Hiçbir yerde taviz vermeyiz. Güzelyurt tamamen Kuzey Kıbrıs’ındır. Sembolik sayıda da olsa asker çekmeyiz. Karpaz’dan toprak vermeyiz. Maraş’ı açmayız. Rum yönetiminin AB dönem başkanlığında AB’yle ilişkileri dondururuz.

         Fatih Sultan Tayyip hazretlerinin gökkubede yankılanan bu sözleri bir yerlerde Kıbrıs’ın bir sömürgeye dönüştürülmesine, kamu teşekküllerinin birer birer Türkiye sermayesine peşkeş çekilmesine, özelleştirilen işletmelerde yüzlerce insanın işsiz kalmasına direnen protestocuların haykırışlarına, çığlıklarına karışıyor. Polis muhalefetin m’sine bile müsaade etmeme talimatı almış, pankart asmaktan ibaret barışçıl protesto yöntemlerine bile müdahale etmek, gereksiz bir şiddet uygulamak, hatta kimi protestocuları ölümle tehdit etmekten imtina etmiyor.

Artık buna başka isimler koymakla zaman harcamamak gerekiyor. Bu düpedüz fetihçi zihniyetinde bir milliyetçi muhafazakar sömürge valisinin buradaki direnci zor kullanarak kıracağı, “marjinal” “sığınmacı gruplar” diye tanımladığı -ki bahsettiği adada çalışanların çok önemli bir bölümünün örgütlü olduğu sendikalardır da aynı zamanda- kesimlerin sergilediği toplumsal direnişe rağmen kemer sıkma politikalarını dayatacağı, “çözümsüzlük çözümdür” politikasının kalıcılaşacağı anlamına geliyor.

Bu kriz durumundan çıkışın tek bir yolu olabilir, o da Kıbrıs’ta yaşayan halkların örgütlenmesi, Kıbrıs sorununu çözmek yerine siyasal pragmatizmle hareket eden liderliğin, bu ister Erdoğan, ister Eroğlu, isterse Hristofyas olsun oyunlarını bozması ve Kıbrıs’ın birleştirilmesi için ortak bir mücadele verilmesiyle... Öncelikle kuzeydeki hareketin Türkiye düşmanlığı üzerine kurulu tepkisel muhalefetin ötesine geçip böyle bir zamanda doğal müttefiki olması lazım gelen sol siyasi partileri de dışlamadan hem neoliberalizme alternatif bir ekonomik modeli hem de çözümü kendine hedef koyan bir stratejiyi benimsemesi gerekir. Öte yandan, güneydeki son skandalla birlikte iyice köşeye sıkışmış olan Hristofyas’ın yükselen milliyetçilik karşısında güç kaybetmeye başlamasıyla, temsil gücü olan sendikalar ve diğer kitle örgütleriyle bu kritik zamanda işbirliği yapılması, çözüm yönünde ortak bir irade koyulması çok önemli bir etki yaratacaktır. Binlerce Kıbrıs Türkünün, Rumunun, Ermenisinin, Maronitinin, Latininin  “Barış, Hemen Şimdi!” diye haykırması size umut vaat etmiyor mu? Bugün etmeli ve mücadeleye hazır olmalıyız zira yarın çok geç olacak...

 



 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1317 defa okunmuştur