1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. Bekir Azgın'dan PARTİ GAZETECİLİĞİNE bakış
Bekir Azgından PARTİ GAZETECİLİĞİNE bakış

Bekir Azgın'dan PARTİ GAZETECİLİĞİNE bakış

Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği'nin MEDYA dergisi "Medya ve Siyaset" başlıklı 11'inci sayısını yayınladı. Bu sayıda, araştırmacı-akademisyen-gazeteci BEKİR AZGIN'ın da 'parti gazeteciliği' ve 'YENİDÜZEN'i anlatan bir yazısı dikkat çekiyor.

A+A-

 

 
  • Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği'nin MEDYA dergisi "Medya ve Siyaset" başlıklı 11'inci sayısını yayınladı. Bu sayıda, araştırmacı-akademisyen-gazeteci BEKİR AZGIN'ın da 'parti gazeteciliği' ve 'YENİDÜZEN'i anlatan bir yazısı dikkat çekiyor.



Bekir Azgın

Muktedirlerin yazılmasını istemedikleri her şey haberdir
Muktedir her şeyden önce iktidar sahibidir. Sonra da güçlü, kuvvetlidir; becerikli ve erklidir. Bir telefonla işini halledebilir. Telefonla olmazsa yemekli bir sohbette iş halledilir. Bir işi yapabilme veya yaptırabilme gücüne sahiptir. Muktedirlerin bazıları insanları, bazıları parayı yönetir, bazıları da hem insanları hem de parayı yönetirler.

Muktedirleri, halk adına denetleme görevi, “4. Kuvvet” olarak bilinen medyaya verilmiştir. Muktedirler arasında üstü örtülü işler yürütülüyorsa bunu açığa çıkarıp halka duyurma medyanın birincil görevidir. Bu nedenle Amerikalılar gazetecilere “köpek bekçiliği” görevini yüklemişlerdir. Evi hırsızlardan koruyan bir bekçi köpeği. Sahibinin önünde takla atan, ona yaltaklık yapan süs köpeği değil.
Bir gazeteci, muktedirlerle ilişki içinde olmak zorundadır çünkü onlar en önemli haber kaynaklarıdır. Ancak gazetecinin bu gibi insanlarla arasına bir kol boyu mesafe koymak zorunluluğu vardır. Gazeteci muktedirlerin elini sıkacak kadar onlara yakın olmalı. Daha fazlası sorun çıkarabilir. Çıkarabilir, ne kelime, eninde sonunda çıkarır.

Bir gazeteci ne kadar iyi niyetli olursa olsun, yüzde yüz objektif olamaz. Buna karşılık dengeli olmak durumundadır. Belli bir olaya karışmış tüm tarafların görüşlerini yansıtarak objektifliğe yakın bir denge tutturabilir. Dengeli haber yazımını dolaylı ve dolaysız olarak etkileyebilen güçler vardır. Bunların başında da medya kuruluşunun sahibi veya patronun atadığı yazıişleri müdürü gelir. Patronun kendisi elbette muktedirler çevresinin ortasında veya kenarındadır. Dolaysız etkileyen çevreler de reklâm veren kişilerdir. “Reklâmı keserim ha” ifadesi medya yöneticilerine yöneltilecek en etkin tehditlerden biridir.

Parti gazeteciliği

Bu tür etkilerden azade yayın yapmak arzusunda olan toplulukların kendi medya kuruluşlarını oluşturmaları gerekir. Bir de ulusal/merkez medyanın dışladığı veya yok farzettiği azınlık gruplarının kendi medyalarını oluşturma zarureti vardır. Ekstrem bir örnek verecek olursak, bir ülkede yeryüzünün yuvarlak olmadığına ve tabak gibi düz olduğuna inanan insanlar varsa bu insanların “Tabak” adlı bir gazete çıkarma hakları niye olmasın?

Kıbrıs’ta bugünkü medya durumuna bakılarak parti gazeteciliğine gerek olmadığı sonucuna varılabilir. Ne var ki adada parti gazeteciliği sosyolojik bir gereksinimden doğmuştur. Parti gazeteceliği bir seçim değildi, bir zaruretti. Ve partiler gazeteciliği, başını yara yara, gözünü çıkara çıkara öğrendi.

Ben, hasbelkader, Yenidüzen gazetesini çıkaran bir grup içinde bulundum. Dünyayı değiştirebileceğine inanan gençler olarak CTP’de toplanmıştık. Ancak görüşlerimize ve eylemlerimize, o zamanki gazetelerde katiyen yer verilmiyordu. Tamamen dışlanmıştık.

O zaman adı Bayrak Radyosu olan BRT’deki durum ise trajikomikti. 1976 seçimlerinde CTP’den adaydım. Her partinin günün belli saatlerinde, yanılmıyorsam, beşer dakikalık konuşma hakkı vardı. Aslında bu “konuşma hakkı”ndan çok “yazılı metni okuma hakkı” idi. Her konuşmacı, okuyacağı metni yazıp müdürlüğe teslim etmek zorundaydı. Onaylandıktan sonra çıkıp metni okuyabilirdiniz.
Benim sıram gelince ben de büyük bir dikkat ve itinayla yani otosansürle yazdığım metni teslim ettim. Öğle saatlerinde radyodan arandım. Postanın üst taraflarında bir yere çıktım. Yüzbaşı olduğunu sandığım üniformalı birileri, el yazımla kaleme aldığım metni elinde tutuyordu. Bölüğündeki bir ere emreder gibi konuşmaya başladı: “Şurasını çıkaracaksın, şurasını işaret ettiğim gibi değiştireceksin”. Metni elime aldım, ona bir göz attıktan sonra “Çıkıp siz konuşsanız daha uygun olmaz mı?” dedim ve çıktım. O binaya bir daha da ayak basmadım.

Yenidüzen macerası

Parti olarak sesimizi duyurmak amacıyla broşür bastırıp dağıtmak zorundaydık. Ama bu usül hem zahmetliydi hem de pek etkili değildi. En sonunda gazete çıkarma fikri ortaya atıldı. Haftalık bir gazete, derde deva olabilirdi. Özker Yaşın’la konuşuldu ve matbaası kiralandı. Gazeteyi çıkarmak için her birimiz 10’ar Kıbrıs Lirası mı, 100’er mi ne, bir para yatırmıştık.

Matbaa, Nuhunebi’den kalma antika bir eserdi. Yazılar, dökülen kurşun harflerden hazırlanırdı. Bu nedenle yazıların tashihi büyük bir sorun yaratırdı. Tashih demek her şeyin sil baştan yapılması demekti. Tashihten sorumlu kişi olarak sıkça matbaa çalışanları ile yüz göz olmak durumunda kalırdım. Çalışanlar, haklı olarak, tashih işlerini beğenmiyorlardı. Zaten tashih işleri olmadan da kurşun zehirlenmesi olmasın diye yoğurt yemek mecburiyetindeydiler.

Hafızam beni yanıltmıyorsa gazetenin ilk yazı kurulu iç kişiden oluşuyordu: Naci Talât, Hüseyin Celâl ve ben. Üçümüz oturur yazıları okur ve hangilerinin yayımlanacağına karar verirdik. Basılacak olan yazıları ben alır ve dilini düzeltmeye koyulurdum. Yazılar el yazısı ile yazılırdı. Herkesin el yazısını okumak da kolay olmuyordu. Haftada bir yayınlanan gazeteye yazıları yetiştirmekte zorlanırdık çünkü bu işleri çalışma saatleri dışında yapmak zorundaydık. (Gösterilen titizliğe rağmen bazan elime geçen eski Yenidüzen gazetelerine bir göz atınca hatalarla dolu olduğunu görür ve yapılan işten utanırım.)

Açık söylemek gerekirse biz gazeteyi tarafsız yayın yapalım diye çıkarmadık. Gazetenin tek amacı farklı olduğunu sadığımız sesimizi duyurmaktı. O gazetenin bugün yayınlanan Yenidüzen’le bir ilgisi yoktu. Bir toplumda dışlandığını hisseden her azınlığın bir yayın organına ihtiyacı vardır. Biz de, o günlerde, çoğunluğun indinde; sürüden atılmış, damgalanmış azgın boğalardık.
Gazete kendi yağıyla kavrulmak zorundaydı. Hiç kimse, hiçbir kuruluş gazeteye reklâm vermeye cesaret edemezdi. Gazete parti parti  köylere, kasabalara gönderilirdi. Oradaki partililer gazeteleri satar ve parayı merkeze gönderirlerdi. Ve böylece çark döndürülmeye çalışılırdı. (Daha sonra öteki partiler de kendi gazetelerini çıkarmak ihtiyacını duymuşlardı.)

Parti gazeteciliğinin, en azından o günlerde, en zor yanlarından biri, her partilinin kendisini gazetenin sahibi gibi görmüş olmasıydı. Tanıdığınız veya tanımadığınız birileri sokakta sizi durdurup sizden hesap sorabilirdi: “Falanca yazıyı niye yayımladınız?”, “Filanca yazıda niçin şu ifade kullanıldı?” Hayatında iki satır yazı yazmamış kişiler, size gazetecilik dersi vermeye kalkışırdı. Her bireyin kendine göre bir “sosyalizm” anlayışı vardı ve o anlayışın tek hakikat olduğuna inanılırdı.

Dikkat edilmesi gereken noktanın “Parti tüzüğü ve Programı” olduğunu söylediğiniz zaman ya sizinle dalga geçilirdi ya da size güzel bir “Sosyalizm dersi” verilirdi. Duyan da partililerin birçoğunun gönlünde birer Lenin yattığını sanırdı. “Kaç tane eserini okudun?” diye sorduğunuzda arkalarını dönüp giderlerdi. Ben bu tip ukalaalıklara prim vermediğim için parti içinde pek sevilmezdim.

Sansür merakı

Gazete ile ilgili parti içinde çıkan kavgaların bir nedeni de sansürdü. Sansüre meraklı ne çok partili vardı. İleri gelen çoğu partili kendi anlayışlarına göre bir şeyleri sansür etmek istiyorlardı. Tek ölçünün partinin tüzük ve programı olması gerektiğini kabul etmiyorlardı. Tartışmalarda “ideolojiye aykırı olmamalı” gibi savlar havada uçuşurdu ama ideolojinin ne olduğunu kimse izah etmezdi, edemezdi. O herkesin bilmesi gereken esrarengiz bir olguydu.

Sansür nedeniyle doğan anlaşmazlık ve kavgalar sonucu gazetenin yazı kurulundan ayrıldım. Bir süre sonra, bir yazımın sansür edilmesine yeltenilmesi nedeniyle partiden de istifa ettim. Kimsenin de üzüldüğünü sanmıyorum. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bir CTP ileri geleni bana şöyle diyecekti: “Bildiğin gibi Hoca, erken öten horozun başını keserler”.

Yenidüzen gazetesi bugün belli bir düzeye gelmişse çok sancılı evrelerden ve dikenli patikalardan geçtikten sonra o mertebeye ulaşmıştır ve kanımca, şimdilerde parti gazeteciliğinin olgun örneklerinden birini oluşturmaktadır.

 

 

Bu haber toplam 3676 defa okunmuştur