1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sense8 ve Yeni Medya’nın Özgürleştirici Gücü
Sense8 ve Yeni Medya’nın Özgürleştirici Gücü

Sense8 ve Yeni Medya’nın Özgürleştirici Gücü

Popüler kültür, üretilen ürünü biricikliğinden koparıp fabrika üretimi haline getirmeye çalışırken, Sense8 her alanda özgünlüğünü korumaya çalışıyor.

A+A-

Uygar Erdim
uygarerdim@gmail.com

 

Bir toplumun ön yargılarından ve korkularından karşılıklı şekilde beslenen popüler kültür, toplumun bazı kalıplarını kırmada işe yarayabilir mi? Bir sistem kendi kendisinin karşıtını yaratabilir mi? Geleneksel medyanın aksine yeni medyanın, sadece teknolojik anlamda değil ama içeriksel anlamda da farkını ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. İnternet üzerinden yayın yapan Netflix bunun son zamanlardaki en bilinen örneklerinden bir tanesidir. Her ne kadar arz-talep ilişkisi yeni medyada da bir esas teşkil etse de, bu yazıda ele alınacak konu bir fenomen haline gelen Sense8 dizisinin nasıl olup da diğer dizilerden ve popüler kültür ürünlerinden farklılaştığıdır. Belirtmek gerekir ki bu yazı bir dizi kritiği değildir. Tartışılan konu, popüler kültür ürünü olsa bile bir dizinin, toplumda korkuyla yaklaşılan, hiçbir şekilde benimsenmeyen bazı konulara, aşılması için yardımcı olup olmayacağıdır. Bu noktada Sense8 dizisi; medya ve kültür ilişkileri, yeni medya kültürü ve estetiği bağlamında ele alınacaktır.

‘Yeni Medya Sanatı ve Estetiği’ isimli kitabında Nazan Alioğlu dijital teknolojinin dünyamızı dönüşürmekte olduğunu söyleyerek yeni medya kuramı’nı tanımlamaya çalışıyor. “Lev Manovich’e göre gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olarak ‘yeni medya dili’ gerçek dünyanın değişim sürecini yansıtan, değişim dilini açığa çıkaran, düzenli olarak bilgiselleştirilmiş toplumu tanımlamak için kullanılan sözcükler, metaforlar ve anlatılar anlamına geliyor”. (1)

İnternet üzerinden yayın yapan Netflix gibi kuruluşlar, konu itibarıyla daha esnek, daha özgürleştirici yapıtlar üretilmesine vesile olabilmektedir. Geleneksel olandan sadece içerik ve fikir bakımından değil, estetik anlamda da ayrılmaktadır. Estetik felsefesi ‘yeni medya’ya göre çok daha eski bir tartışma konusu olsa bile, her ikisi de düşünce tarihindeki turunu tamamlamamıştır ve yeni medya kavramı henüz yolun çok başındadır. Bir Netflix yapımı olan Sense8 dizisini konuşmaya değer kılan hem estetik kurgu yapısı hem de ciddi anlamda sosyal mesajlar verme derdinde olmasıdır. Bunların en başında geleneksel toplum anlayışı tarafından sürekli ötekileştirilen ve ‘öcü’ olarak kabul edilen eşcinsellik ve transseksüellik gibi konular gelmektedir. Dizide Nomi isimli transgender bir karakter vardır ve hayatına  kadın olarak devam etmek istediği günden beri ailesi ve yakınları tarafından dışlanmıştır. Ailenin iyi eğitimli ve burjuva olması bu önyargıyı değiştirmemektedir. Diziyi özel kılan unsurlardan bir tanesi de bu konuları ana hikayeye yan hikaye olarak sunmamasıdır. Özellikle geleneksel medya ürünlerinde, LGBT konuları yama veya yan konu olarak yer alır ya da hiç yer almaz. Kendini bir anda ‘öteki’ olarak bulması çok mümkündür. Bir de her karakterin veya konunun hikaye içerisinde ne kadar samimi durduğu da önemlidir. Bazı dizilerde, laf ola bir karakteri kullanmak, o karakterin temsil ettiği değerlere zarar verebilir veya zarar vermese bile, önemsiz gösterebilir. Bundan ayrı olarak, özellikle Türkiye dizilerinde eşcinsel karakterlerin gülünçlük nesnesi olarak kullanıldığı ve homofobikliği - bilerek veya bilmeyerek -yücelttiği dönemler çok da uzak değildir. Bu gibi sosyal konular bir tarafa, görsel ve işitsel estetik bakımdan Türkiye’de özellikle ana akım medyası tarafından üretilen dizilerin çok geri planda kaldığını söylemek mümkündür. Görsel estetikle, kameranın görüntü kalitesinden bahsedilmediğini belirtmek gerekir. Çünkü estetik ve kalite, benzerlik gösterseler bile farklı şeylerdir. Bir yapım kaliteli olabilir ama estetik açıdan zayıf olabilir. Bir yapım estetik olabilir ama sıradan izleyiciye kaliteli görünmeyebilir. Sıkıcı gelebilir. Estetiğin mükemmel olma veya görünme gibi bir derdi yoktur. Orijinallik ve biriciklik, estetiğin en önemli öznesidir ve burada Sense8’ten bahsetme sebeplerimizden biridir.

Dizide ana karakterlerinden birinin trans kadın diğerinin ise gay oluşu ve onların mücadelelerine tanıklık ettiğimizi söylemiştik. Bu konuyu işleyen birçok film varken neden Sense8 yazı için seçilmiştir? Özellikle geleneksel medyada LGBT bireylere ayrılan alanın ya sınırlı ya da ‘diğeri’ kategorisine girecek yaklaşımlarda bulunulduğu ve dizinin tüm dünya çapında büyük bir izleyici kitlesine sahip olduğu için. Bu tabii daha çok hem ülkemiz hem de Türkiye dışındaki yapımlar için geçerlidir. Bunun ayrıca vurgulanması lazım çünkü herhangi bir internet sitesinde içerisinde eşcinselliğin olduğu herhangi bir videoda altına birçok homofobik yorumlar bırakılırken, Sense8 herhangi bir straight (düz) veya LGBT ayırımı yapmamasına ve başlıca karakterlerden bazılarının LGBT birey olmasına rağmen homofobik yorumların nerdeyse yokluğu şahsen dikkatimi çekmiştir.  Özellikle muhafazakar ülkelerde bile dizinin bu başarıyı sağlaması farklı bir başarı örneğidir. Her ne kadar bir popüler kültür ortamının içerisinde yer alsa da, Sense8 izlenme oranını artırmak için kitlesine ihtiyaç duymuyor. Benimsenmek için çaba sarfetmiyor. Gizemli bir öykü etrafında farklı karakterleri bir araya toplayıp, izleyicinin karakterle özdeşleşmesine veya empati yapmasına olanak tanıyor.  Popüler kültür, üretilen ürünü biricikliğinden koparıp fabrika üretimi haline getirmeye çalışırken, Sense8 her alanda özgünlüğünü korumaya çalışıyor. İronik bir şekilde, Matrix’in yaratıcıları Wachowkski kardeşlerin yönetmenliğinde, Sense8, matrix içinde matrix hesaplaşmasına giriyor. Yine de şu soruyu sormak gerekiyor: Dizinin dünya çapında popüler olması onu popüler kültürün bir parçası yapar mı? Sadece popüler olmak, popüler kültürün içerisinde yer  almaya yeter mi? İşte Sense8 bu noktada popüler kültürün sınırlarından ayrılmaya başlıyor. Kendi savlarını ortaya koyuyor ve isteyen beğensin, istemeyen beğenmesin diyor.

Ötekileştirilecek çok konu, dışlanacak çok hayat vardır. Mesela bir başka popüler dizi olan ‘Supergirl’de, dizinin ana karakterlerinden Alex  (Supergirl’ün ablası) eşcinsel olduğunu farkeder ve bunu çevresinden saklamaya başlar.  Uzaydan diğer canlıların, çeşitli yaratıkların ve insanların beraber vakit geçirdiği bir bar vardır. Herkes kendi görünümünde sıkıntı yaşamadan ve hor görülmeden vakit geçirmektedir ama lezbiyen ve gay olmak daha korkutucu birşeydir. Bir uzaylı bile bu denli dışlanmaz. Bir popüler kültür ürünü olan bu dizide yan hikaye olsa bile buna yer verilmesi, yeni medya kültürünün geleneksel algıyı değiştirmesi bakımından da önemlidir. Şivesi farklı diye karakterlerin komikleştirildiği diziler vardır. Ana akım ve popüler kültür için bu oldukça sıradan bir durumdur. Sınıf farklılığı, ırk ayrımcılığı ve LGBT gibi konular ciddi uğraşlar gerektirir.  Sense8 bu mücadelelerin hepsine vakıf oluyor. Sense8’te herkes eşit derecede vardır. Dizinin en başındna itibaren karakterler ve konular izleyiciye sunulmuştur. Herhangi bir ‘normalleştirme’ çabasına girilmemiştir. Homofobik, transfobik izleyicilerin de diziyi takip edebileceği olasılığı için bir yumuşatmaya, onların da beğenisini kazanmaya gidilmemiştir. Herkes olduğu gibi dizide vardır ve herkes kendi sorunlarını yaşayan diğer insanların da temsilidir. Yalnız tüm bunların dışında, dizinin öyle çekici bir hikayesi vardır ki, tüm bu fobiklik durumunu ortadan kaldırıyor ve normalde kabul edilemez olan tabular bile ‘kabul edilir’ olup dizi geniş bir izleyici ağı kitlesine ulaşıyor. Bu, popüler kültür ürünü olan bir dizinin ‘tabu’ olarak kabul gören unsurların nasıl benimsenebileceğine dair somut bir veri olarak kabul edilebilir. “Dizi filmler, tüm popüler kültür ürünleri gibi, emeğin gündelik üretiminin girdisi olan eğlencedir. Bu aşamada estetik kaygılar genellikle hedonistik bir yaklaşımla açıklanabilirler. Duygusallık, cinsellik, yazgıcılık, usdışılık, güçlülük temel kaygılardır”. (2)

Sense8’in yapım olarak da farklı yanlarından biri hikayenin aynı anda dünyanın birçok yerinde geçiyor oluşudur. Sekiz ana karakter vardır ve hepsi de dünyanın farklı yerlerinden kişilerdir. Bu da dizinin geniş çaplı etkisini haliyle artırıyor.  

Dizideki her bir karakter, bir nevi modern dünyada farklı bölgelerdeki sorunları temsil ediyor. Bunlar tamamıyla bölgesel sorunlar olmayabileceği gibi global anlamda da sorun niteliği taşıyan konulardır.

Sun (Kore): Ataerkil bir aile yapısında kız çocuğunun hep geri planda kalması ve erkek çocuktan sonra gelmesi üzerine artık kendi yolunu çizmek isteyen dövüşçü kadın.

Wolfgang (Almanya): Ayyaş bir babaya sahip olan ve varoşlarda tek başına büyüyüp çetelere ve suç dünyasına katıldıktan sonra düzgün bir hayatın özlemini hayal eden erkek kurban.

Nomi (San Fransisco): Burjuva bir aileden gelip cinsiyetini değiştirmesi ile dışlanan ve kendi hayatını yeniden kuran ve bir lezbiyene aşık olan trans kadın.

Lito (Meksika): Ataerkil değerlerin ön planda olduğu bir yerde yetişip eşcinsel olduğunu sürekli gizlemeye çalışarak toplumun gözünde kusursuz star görünümüne sahip olan fakat daha cesur, özgür ve kendi olmayı düşleyen erkek karakter.

Will (Chicago): Babası gibi polis olup kendini suçla mücadeleye adayan ve hep başkalarını kurtarmaya çalışırken kendini unutan orta tabakadan erkek karakter.

Capheus (Kenya): Ataerkil düzenin egemen olduğu, kan davası, yasa dışı ilaç tüccarlığı, fakirlik ve sınıf tabakalarının derin olduğu bölgede onurlu bir yaşam mücadelesi vermeye çalışan erkek karakter.

Kala (Hindistan): Çevresi tarafından dayatılan kadın normları ve kendi olmak istediği kadın arasında bir kararsızlık yaşayan, yine ataerkil düzende kendine ait bir yer edinmek isteyen Hindistan orta-tabakasından bir kadın portresi.

Riley (İzlanda): Sürekli kendisini suçlu hissederek sorunlu bir gençlik dönemi geçiren, uyuşturucu problemi yaşayan ve hem geçmişle bağlarını koparıp özgürleşmek isteyen hem de bunu yapamayan kadın portresi.

Bunlar sadece karakterlerin kısa bir analizidir ve hikayede her biri eksikliğini duyduğu duyguya göre bir diğerinden destek alabilmektedir. Durduk yerde yedi farklı dil konuşabilmek fena olmazdı değil mi? Sense8 bir bilim-kurgu ve fantezi dizisi olablir ama üstüne değindiği konular gerçekçidir. Karakterlerin birbirini tanımasında hikayesel boşluklar ve eksiklikler olsa da, bu kadar çok karakteri bir araya getirip ortak maceralarda buluşturmak kolay da değildir ve yapım olarak da zorlayıcıdır.  Mesela dizinin bir bölümünde, Kala karakteri Kenya’da hasta annesiyle yaşayan Capheus’un evini ziyaret eder. Capheus ve annesi, içinde yaşadıkları bölge gibi yoksul ve alt tabakadandırlar.

“Kala: Bombay’da böyle bir eve ilk gidişimde yatakları yoktu ama böyle büyük bir televizyonları vardı. Televizyon yataktan nasıl daha önemli olabilir ki?

Capheus: Çok basit. Yatak sana varoşlarda yaşadığını hatırlatıyor. Televizyon ise seni dışarıya çıkartıyor.”

Sense8’i postmodern bir ürün olarak okumak mümkündür. Yine de tam anlamıyla bu -izm içinde yer aldığı söylenemez. Özellikle alt-tabaka söz konusu olduğunda, John Fiske’in imgelerin üretimi üzerine olan yazısı hem Sense8 izleyicisine hem de dizi içerisinde Capheus’un ve temsil ettiği yapının da imgelerden nasıl etkilendiğini gösteriyor. “Ne postmodernizmin gönderge-bağımsız imgeleri, ne de postyapısalcılığın anlamı sonsuz erteleyişi, bu alt tabakadan insanların yaşamlarında kullanılan imgelerde bulunabilir. Gerçekten de, toplumsal olarak bastırılanlar yalnızca kendi toplumsal deneyimlerinin maddi koşulları içine kolayca yerleştirilebilecek imgelerin peşinde koşmaktadırlar. İmgelere ilişkin maddeci bir kuram, alımlama koşulları içinde aranmalıdır”. (3) Bu da birçok alt tabaka yaşantının özeti gibidir. Dizideki bu sahnede doğru veya yanlış tartışmasına girilmiyor. Sadece gözlem ve bir şaşkınlık vardır. Aslında her karakterin hem kendi özel yaşantısı hem de yaşadığı bölgeye ait belli başlı sorunları vardır. Her karakter kendisinde olmayıp da diğer ruh arkadaşında olan bir özelliğe gıptayla bakar ama herkes günün sonunda kendi eksiklikleri ile başbaşa kalır. Modern insanın yalnızlığı ve çaresizliği, sekizlinin dayanışması ile çekilebilir bir hal alıyor. Çünkü hayatta bazen kelimeler ve konuşmak, anlaşılmak için yeterli değildir fakat karşıdaki kişinin neler hissebildiğini tam olarak hissedebilseydik o zaman dünya çok farklı bir hal alırdı. Yalnızlık duygusu böyle yıpratıcı olmazdı. Düşmanlık olmazdı. İnsanlar arasındaki sınıf farklılığı somut olarak devam etse de duygusal sömürü ve emek sömürüsü bu düzeyde olmazdı. En önemlisi önyargılar ve umursuzluk olmazdı. Hangi karakter, kime ve ne dinleyeceğine ihtiyacı varsa onları söyleyecek karakterin yanında belirir. Eşcinsel oluşunun duyulmasıyla şöhretinin ve hayatının mahvolacağı korkusuyla yaşayan Lito’nun yanında Nomi belirir ve benzer yollardan geçmiş bir kişi olarak onu cesaretlendirir:

“Gerçek şiddet, affedilmez olduğunu fark ettiğim şiddet kendimize yaptığımız şiddettir. Gerçekte kim olduğumuzdan korktuğumuz zaman” (Nomi)

Özellikle Türkiye dizilerinde olduğu gibi, karakteri topluma uyumlamaya ve ataerkil kalıplara koymaya çalışmak yerine, birçok yabancı dizide bireyin özgürleştiğine ve onun kişilik haklarına ağırlık verildiğine tanıklık ederiz. Artık kalıpları koruma ve insanları topluma uyumlamak yerine, insanın tercihleriyle mutlu yaşayabileceği bir dünya tasarımı sunmak yaratıcı yazarlığın ve sanatın da bir görevi haline gelmelidir. Yeni medya ve sanat ilişkisi hiç bu kadar olduğu kadar yakın olmamıştır. Bu arada dizide yer alan ‘Anonymous’ hacker grubu, başka bir ‘düzen karşıtı’ veya ‘ kaos’ dizisi diyebileceğimiz ‘I Robot’ta da yer alır ve gerçekle kurmaca birbirine girerek, dizilerde neredeyse ilahlaştırılmıştır. Bu, dijital ve sanal ortamdan yayın yapan yeni medyanın, özgürlükçü ve anarşist ruhlu hackerları selamlama şeklidir. Sense8’in yaratıcılarının aynı zamanda Matrix’in yaratıcıları Wachovski kardeşler olduğunu göz önünde bulunurursak, yeni medya biçimi olarak internetin ve sanal dünyanın hem çıkış yolu hem de aynı zamanda bir varış yolu olarak kullanılması, bu dijital asilerin bir kahraman gibi göstermeleri şaşırtıcı olmaz.  Yeni nesil hikayelerde, kahramanlar, mükemmel olmaktan uzaktır. Onlar sorunları, delilikleri ve hatta şizofrenleriyle beraber vardır. En önemlisi ise tercihleriyle vardırlar ve bunun sorgulanması kimsenin haddine değildir. Çünkü insanın asıl özgürlüğü kendini olduğu haliyle kabul ettikten ve başkalarına  kendini beğendirtme dürtüsünü ortadan kaldırdıktan sonra başlıyor.


Kaynakça                   

  1. Yeni Medya Sanatı ve Estetiği; (2011) Dr. Nazan Alioğlu.
  2. Medya ve Kültür, İletişim Estetiği, Ragıp Taranç.
  3. Medya Kültür Siyaset (Derleyen: Süleyman İrvan), (Postmodernizm ve Televizyon: John Fiske).

 

 

Bu haber toplam 4016 defa okunmuştur
Gaile 432. Sayısı

Gaile 432. Sayısı