1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. PİYANO VE GÜLSEREN SADAK
PİYANO VE GÜLSEREN SADAK

PİYANO VE GÜLSEREN SADAK

Uzun yıllardan sonra, geçtiğimiz yıl Bellapais Müzik Festivali’nde verilen bir klasik müzik konseri bitiminde karşılaşmıştım piyanist Gülseren Sadak’la

A+A-

 

Stella Aciman

Uzun yıllardan sonra, geçtiğimiz yıl Bellapais Müzik Festivali’nde verilen bir klasik müzik konseri bitiminde karşılaşmıştım piyanist Gülseren Sadak’la. Zaman denen azılı düşman ondan çok fazla şey alıp götürmemişti. Gözlerindeki canlılık; yüreğindeki müzik aşkı, geçen seneler sürecinde hiç değişmemişti. Bana “senelerdir burada yaşıyorum” dediğinde bugüne kadar bu durumdan benim neden haberim olmadığını düşündüm ve onunla bir söyleşi yapmanın kaçınılmaz olduğuna karar verdim. O söyleşiyi yaptıktan sonra, O’nu tekrar sahnede göreceğim günü beklemeye başladım. Çünkü bir kaza sonucu sol el bileğinin birkaç yerinden kırılması nedeniyle konser turnelerine ara vermiş ve o 1999 yılında çok sevdiği Kıbrıs’a yerleşmişti. Ve o gün geldi! Geçtiğimiz Ekim ayında Bellapais Manastırı’nda yapılan Uluslararası Kuzey Kıbrıs Müzik Festivali’nin kapanış konserinin sanatçısı Gülseren Sadak’tı…  

Karlı bir 24 Aralık gecesi gözlerini İstanbul’da dünyaya açan Gülseren Sadak; Türkiye’de bir- çok ilke imzasını atmış, İstanbul Belediye Konservatuarı’nın ve Opera Korosu’nun kurucusu viyolonselist Muhittin Sadak ve Mihri Hacıbekir Sadak’ın tek kızlarıdır. Amcası merhum Necmettin Sadak eski Dışişleri Bakanı, Akşam Gazetesi’nin kurucusu ve başyazarıydı. Dayısı merhum Ali Muhiddin Hacıbekir, 1777 yılında aynı isimle kurulan ve günümüze kadar gelen müessesenin sahibi idi.

Türkiye’nin geçmişinde; yaptıklarıyla var olmuş bir ailenin kız evladı olarak müziğe gönül veren Gülseren Sadak, uzun ve zor bir eğitim süreci sonunda yalnız Türkiye’de değil, dünya çapında konserler veren bir piyanist olmuş ve çeşitli ödüllerin sahibi olmuştur. Müzik birikimini Verda Erman, Emre Aracı, Arda Aydoğan gibi pek çok öğrencisiyle paylaşmış, onların uluslar arası başarılarıyla “Gülseren Sadak Hoca” olarak gurur ve mutluluk duymuştur. Türkiye’nin ilk çocuk sinema yıldızı olan Gülseren Sadak; Allahın Cenneti ve Şehvet Kurbanı filmlerinde rol almıştır.

SADAK: “SADECE SİYASETİ SEVMİYORUM”

15 yıl ara verdikten sonra konser verdiniz, sahnede neler hissettiniz?

Evet, 15 yıl…  Çok heyecanlıydım, çok coşkuluydum. Aslında her zaman öyleydim. Ama bu defa daha farklıydı çünkü yeni bir Gülseren Sadak vardı sahnede. Teknoloji, teknik çok ilerledi, ilerlediği için benim de onlara uymam lazım. Çok dinliyorum, çok çalışıyorum, çok da düşünüyorum, hayalimde de çalışıyorum.  Tüm bunlara dikkat edince çalışım bayağı iyiydi, bana göre de iyiydi. Dinlediğim iki genç Çinli piyanist çok etkiledi beni.  İşte çalışımı da değiştirdim. Tepkiler benim için çok önemli, ‘bakalım nasıl alkışlayacaklar?’ diye merak ediyorum. Herkes çok coşkuluydu, bu da çok hoşuma gitti. Konserde hissettiğim şey iyi çaldığımı bilmem oldu, seyirci alkışladı. Ben öğrenme delisiyim, bu yaştan sonra da öğrenmek istiyorum. Öğrenmenin yaşı yok, ölene kadar da öğrenmeye devam edeceğim. Televizyonu hiç eğlence için seyretmem, film izlerken bile ‘rejisörü kim, senaristi kim?’ diye incelerim. Bir tek şeyi sevmiyorum ve öğrenmek de istemiyorum, o da siyaset. 

Sizi her konser sonrası ‘daha iyi olabilirdi’ duygusu mu sarıyor?

Eskiden böyle olmuyordu, pek tatmin olmuyordum. Hep iyiyi aradığım için tatmin edici değildi. Bu sefer çok iyi çaldığımı hissettim, çok iyi çalıştım çünkü. Kafamdaki çalma tarzını buldum, bulunca da iyi olacağımı bildim. Çalarken zevk aldım. Piyanoyu da ayarladım, oturma şeklimi de… Piyanoya basmak abanmak iyi değil, çünkü çok abanırsan ses boğulur, Manastırın akustiği de iyi ama abanarak çalarsan felaket. Akustiği güzel olan bir konser salonunda çaldığını duyarsın, çaldığımı dinlediğim için gelsin bekliyorum, ama burada gelmiyor, ona göre ayarlamak lazım.   

Arjantinli, Tango Nuevo’nun kurucusu, bandoneoncu Astor Piazzolla’nın bestelerini yorumladınız son konserinizde. Ben çok sevdim yorumunuzu aynen diğer dinleyiciler gibi. Zor olmadı mı?

Piazzolla’ besteleri 4-5 kişinin çalması için yazılmış. Bandoneon, gitar, piyano ve kontrbas gerekir. Arjantin budur yani… bandoneon havasını vermek için çok çalıştım ve pedal kullanmadan çaldım. Hadi bakalım, görelim, kim çalabilir pedalsiz? 

“ESKİ GÜLSEREN GİTTİ, YENİ GÜLSEREN GELDİ”

Bu konsere ne kadar zamanda hazırlandınız?

4 yaşından beri piyano çalıyorum, repertuarım da oldukça geniş. Son konserde iki eski parçam da vardı, fakat çalış tarzımı o zamanlar beğenmediğim için bunlar benim için hepsi yeni. Çalıştım ve yeniden teknik olarak yorumladım o parçaları. Bugün benim için önemli olan; klasik müzik camiasında tekniğini müzikaliten için kullanman.  Mesela en çabuk çalan piyanist diye ortaya çıkıyor, felaket bir şey oluyor, müzik diye bir şey olmuyor, yani dinleyenin ürpermesi lazım, zevk alacak ama hızlı çalarsan hiçbir şeye benzemez. Chopin’i düşünün… Lokomotif gibi çalıyorlar.  Benim müzik anlayışımda böyle bir şey yok. En önemli şey tekniğini müzikaliten için kullanmandır, yani teknik sana yardımcı olacak, sen müzisyensen tekniğin onu ortaya çıkarıyor. Eskiden pek teknik kullanmadığım için kolaylığım da yoktu. Teknik kolaylaştırıyor. Bu konserde çaldığım tüm parçaları yeni teknikle çaldım, o yüzden de hepsi yeni diyorum. Eski Gülseren gitti yerine yeni Piyanist Gülseren geldi bu konserle.

Konser 45 dakika sürdü, çok güzeldi ve doyamadım…

Parmağım kırılmıştı, 2-3 sene çalışamadım. 50-55 dakika çalarsam parmaklarda şişme başlıyor. Artık Rusya’da da konserler 45 dakika. Ben de memnunum, hiç kimse de sıkılmıyor konserde. Süre olarak da ideal tadında bir konser oldu. Konserde müzik bilmeyenler de dinlesin istedim, nota bilen anlar zaten ama ben kalbe girsin, etkilensinler istedim. Öyle de oldu. ‘Bu değişik’ desinler istedim, programı çok beğendiler.

“NOTANIN CANI VAR”

Yıllar öncesinin Piyanist Gülseren Sadak’ı müthiş bir değişimle sahnelere döndü…

Hep bir arayış içindeydim, kafamda hep ‘olmadı’ diyordum. Bu tarzı yani hakiki bir teknik arıyordum. Doğuştan müzisyenim, müzikalitem var ama bir teknik aradım hep. Mesela notaya bakar notayı çalarsınız, bir robot da notayı çalar ama teknik olmalıdır. Hocaların öğrettiği yetmez, geliştirmek lazım. Ben hocamı taklit ederdim ama kötüydü bu. Bunu yenmek için senelerce çalıştım, tekniğimi geliştirdim. Müzisyen olmakla büyük bir piyanist olmak farklı. Bir hocam vardı, dünyadaki bütün ünlü piyanistlerin hocasıydı, ‘bana seni piyanist yapacağım ama bildiğin her şeyi unut ve yeniden başla’ demişti. Müzikte nota çalmak önemli değil, önemli olan notanın arkasında ne olduğunu bilmek çünkü notada her şey yazmaz. O notanın bir canı olduğunu bilmek lazım yoksa bu devirde bir robot da çalar. Piyanoyu bir orkestra gibi çalmak gerekiyor… Senelerdir bunu aradım. Flüt, keman, kontrbas vb. seslerini piyanoda çıkarmak zorundasınız. İşte o zaman siz bir piyanistsiniz!

Piazzolla ve tango… Sırada ne var?

 Arabesk ve Chopin düşünüyorum. Yeni bir yorumla bir Chopin resitali verebilirim.  

Sahnede piyanonun önüne oturduğunuzda ne hissediyorsunuz, piyanoyla aranızda nasıl bir bağ var?

Piyanoya oturduğumda seyirci yok oluyor. Ben bir de şarkı söylerim kısık bir sesle, bunu yapmayı planlamıyorum ama yapıyorum, seyirci de bundan hoşlanıyor. Hayalimde bir tasarım yaparım ve onu uygularım, hayalimde çalarım. Sahneye çıkarken kıyafetinizden makyajınıza kadar çok önemli… Bunları da tasarlamanız lazım, sahne arkası da kıyafetinizle uyumlu olmalı. Sadece kulağa değil göze de hitap etmelisiniz. Işık sahnede çok önemlidir. Sahnede turuncu ışık kullanmayı Gülriz Sururi anlatmıştı bana. Beyaz ışık kullanırsanız drakula gibi çıkarsınız. Sahne bir şovdur. Dikkat etmeniz gerekir. Ben bu konserde tango çalacağım diye kırmızı giydim, arkamdaki de sarı taştı ve güzel uydu.

CHOPİN’İN EVİNDE KONSER

Shumann, Fransız bestecilerinin eserlerinin yanı sıra Chopin’ e ayrı bir sempatiniz olduğunu biliyorum. Onun doğduğu evde, piyanosunda bir eserini çaldınız, nasıl bir duyguydu?

Hayatım boyunca unutamayacağım duygulu anlar yaşadım o piyanoyu çalarken, o muhteşem bahçeyi gezerken. O zamanlar 8 mm’lik filmler çekiyordum. Bahçeyi dolaşırken filme çektirdim ama ağaçlardan bir yaprak, bitkilerden bir çiçek kopartmadığıma hala üzülürüm. Bunları yapamadım ama Steinway piyanonun telini çalarken kopardım.

Babanız Türkiye’de İstanbul Belediye Konservatuarı ve İstanbul Opera Korosu’nun kurucusu ve şefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahnede konser veren ilk viyolonselisti Muhittin Sadak’tı. Onun çok değerli viyolonselini sembolik bir paraya satarken neler hissettiniz?

Viyolonsel’in çalınması lazım yoksa alet size küser, insan eline muhakkak temas etmesi gerekiyor yoksa kurur. Bir çok sanatçı babamın viyolonseline sahip olmak istemişti ama çok seçici olmam gerekiyordu. Berlin Filarmoni Orkestrasının viyolonselisti çok istemişti ama aleti bir Türk sanatçısının çalmasını arzuladım ve şu anda Amerika dâhil birçok ülkede konserler veren Şölen Dikener’e verdim. Babamın ruhunun enstrümanın çalındığını hissettiğine inanıyorum ki bu benim için çok önemliydi.

TOPUK KIRILDI, BÜYÜK AYAKKABIYLA KONSER

Kıbrıs’a yerleşmeye nasıl karar verdiniz ve neden Kıbrıs?

Her yıl birkaç kez eşimle Ada’ya tatil yapmaya geliyorduk. Aslında Ada’ya ilk adım attığım yıllarda içimdeki ses bana, ‘sen buraya aitsin’ diyordu. Zaman içinde, Ada’yı yaşadıkça Kıbrıs  Türk insanının yakınlığı, hayatın İstanbul’a göre yavaşlığı, doğası çok hoşuma gitti ve 1999 yılında Ada’ya yerleşmeye karar verdim.

Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Bir gün Ankara’da, TRT’de konserim vardı. Konsere sahne kıyafetimle gittim ama araba beni yanlış yerde indirdi. Sırtımda vizon mantom, yokuştan aşağı inerken ayakkabımın topuğu kırıldı. TRT’ye ulaştığımda durumu anlattım ‘belki çakarlar’ diye düşündüm ama onlar bana ayağıma büyük gelen bir ayakkabı verdiler. ‘Ayakkabılar, çalarken her pedala bastığımda ayağımdan fırlayacak’ diyecek oldum. Bana ‘biz göstermeyiz onu’ dediler, ben de o halde çaldım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2016 defa okunmuştur