
Önümüzdeki Yüzyıl Yerel İnsiyatiflerin Yükseliş Yılları Mı Olacak?...
Okan DAĞLI: Adamızda belki de dünyada son yıllarda kriz kelimesi sanırım en çok dile getirilen kelimelerin başında gelmektedir
Okan DAĞLI
Adamızda belki de dünyada son yıllarda kriz kelimesi sanırım en çok dile getirilen kelimelerin başında gelmektedir. Ekonomiden siyasete, üretimden tüketime kadar her alan krizler içinde dövünüp durmaktadır.
En büyük ekonomiye sahip ülkeden tutun da en demokratik ülkelere kadar bu övündükleri ekonomik ya da demokratik yapılarının/değerlerinin krizin tam da içine düşmesi ve bunu tekrar tekrar üretmesi rastlantı değildir.
Kriz, kapitalist modelin ve onun yarattığı demokrasi anlayışının bir sonucudur. Bunun nedenlerini bir asır öncesinden teşhis edenlerin kitapları tekrar basılmakta, anlattıkları ekonomi biliminde, demokrasi kültüründe yer bulmaktadır. Kapitalizmi en iyi analiz eden filozoflardan Karl Marx hala daha dünyada düşüncelerinden/yazdıklarından dolayı en fazla alıntı yapılan kişiler arasındadır. Ayni yönde bir başka bilim adamı, politik eleştirmen, dil bilimci ve aktivist olan filozof Noam Chomsky onu takip etmektedir.
Krizin sebepleri tartışıla dursun krizin en önemli yanı insanların kendi kendini ilgilendiren konularda aktif rol üstlenememeleridir. Kendileri adına ve kendileri için(!) hep başkalarının çözümler üretmesi ve vesayet altında tutulmalarıdır. Sözde kendisi için üretilen programlara ve modellere, kapitalist sitemin doğası gereği, birey seyirci kalmış durumdadır. Veya seyirci bırakılmışlardır. Ve aslında bu da insanların siyasetten niçin uzak durduğu konusunda hep eleştirildikleri halde, bu duruma sistemin tarafından gerçekten çözüm bulunmasının istenilmediği de bir başka gerçektir. Sistemin yada statükonun insanların siyasete ilgisizliğinden yakınıp, bu soruna çare üretememesi, aslında bir “timsah gözyaşından” öte anlam taşımamaktadır. Temsili demokrasi bireyin hızla geliştiği, bireyselleşmenin arttığı –bireycileşmenin değil- yeni bir yüzyılda demokrasi anlayışı ile beraber topluma dar gelmekte, insanları sıkmaktadır.
İlhan Tekeli bu durumu aşağıdaki iki paragrafta çok iyi anlatmaktadır:
Klasik liberal demokrasilerin, temsile dayalı siyaset yapma tarzı “yeni toplum”un ihtiyaçlarına ve karmaşık siyasal yaşamına yanıt veremiyor. Toplumsal alanda yaşanan bu siyaset krizinin aşılması için yapılan tartışmalar “demokrasinin demokratikleştirilmesi” düşüncesi etrafında cereyan ediyor. Bunun için verilen cevapların neredeyse en önemlisi olan katılımcı demokrasi, sivil ağlar ve inisiyatifler yoluyla etkileşime açık katılımcı devlete geçişi; temsili demokrasinin ancak dört-beş yılda bir kendini vatandaş hisseden “yarı-zamanlı” vatandaşından, yine sivil ağlar ve örgütler yoluyla kendi sorunlarına her daim sahip çıkabilmenin kanallarını arayan ve açan “tam zamanlı” vatandaşına geçişi; ve artık ulus devletin rasyonel, homojen bireylerinden, küresel dünyanın karmaşık kimlik siyasetlerinin taşıyıcısı heterojen bireylerine geçerken, bu öznelerin bir arada tutulabileceği bir kamusal alanın oluşturulması ve böyle bir toplumda cereyan eden çatışmaların demokratik kurumlar yoluyla çözümünün nasıl kotarılabileceği arayışını ifade eden bir düşünceyi işaret eder.[1]
Çözüm aslında çok bilinmeyenli bir denklem değildir. İnsanların/toplumun kendilerini direk ilgilendiren programların veya modellerin oluşumuna doğrudan katılımından başka çaresi yoktur. Halbuki onlara mevcut yapıların -statükoların- yaptığı çağrı, gelin bize katılın ve destek verin çağrısıdır. Bu çağrıya en demokratik ülkelerde bile yanıt artık %50 civarındadır. İnsanların talebi, aktif katılımdır, özne olmaktır. Birey olmaktan doğan haklarını kullanmaktır. Belki de son dönemlerde “sosyal medya” bundan dolayı en demokratik ülkelerde dahi 1.parti durumundadır. Sosyal medyanın çağrısına insanlar, siyasetin ve onu temsil edenlerin çağrısından çok daha fazla kulak asmaktadırlar.
Sosyal medya ile büyüyen bir diğer alan da sivil insiyatiflerdir. Gönüllülük ve fedekarlık prensipleri çerçevesinde örgütlenen bu yapılır, doğrudan demokrasinin ve katılımcı anlayışın belki de yükselen yeni değerleri olmaya adaydır. Tüm karar alma ve katılım süreçlerinin merkezileşmenin tam da karşıtı olan merkezsizleşmesi veya bir başka anlamda perifere (çevreye) yayılması, daha fazla demokrasinin önünü açacaktır.
Böylelikle daha sağlıklı kararlar üretilmesinin ve insanların her alanda çok daha fazla söz söyleyebildiği ve kendilerine rağmen politika üretilemediği yeni anlayışların hakim olabileceğini söylemek zor olmasa gerek. Bu durum birçok krizin oluşmasını engelleyebileceği gibi aşılmasını da kolaylaştıracaktır. Bu süreç - yani merkezden perifere demokrasiyi yani karar alma süreçlerini ve katılımı yayabilmek ve bunun önünü açabilmek - toplum üzerindeki her türlü vesayetin de kırılma noktası olabilecektir...
Bu anlamda Gaile Dergisinin 187. sayısında “Vesayete Karşı Alternatif Düşünmek” yazısı ile Kıbrıs özelinde Mertkan Hamit’in söyledikleri çok anlamlıdır.
İradenin merkeziyetçi yapısının çözülmesi Kuzey Kıbrıs’taki iktidar odaklarının topluma karşı daha sorumlu olmasını da getirerek, topumsal fayda yönü ağır basan politikaların oluşturulmasına zemin sağlayabilir. Bir taraftan katılımcı ve kapsayıcı demokratik bir yapıyı, diğer taraftan özerkleştirilmiş ekonomik aktiviteyi mümkün kılacak bu oluşum içerisinde sosyal ve siyasi koşullar kitleleri kapsayıcı bir niteliğe sahip olacağı aşikardır.
Peki pratik olarak bunun aracı ne olmalıdır? Bu noktada en önemli görev bahsi geçen bölgelerdeki sivil inisiyatiflere düşmektedir. Şu an için İskele’de Petrol Dolum Tesislerine karşı ‘İskele Yurttaş İnisiyatifi’ (ile Petrol Dolum Tesisine Hayır İnisiyatifi OD) veya Mağusa’da Maraş, Suriçi ve Liman üzerine kapsamlı öneriler yapan ‘Mağusa İnisiyatifi’ gibi oluşumlar mevcuttur. Bu oluşumların ortak özelliği önceden belirlenmiş olan konuları gündeme taşımak olmasına rağmen, yapılarını bölgesel meseleleri daha kapsayıcı bir biçimde kurgulamaları radikal bir dönüşümü de yanında getirebilir. Adı geçen örgütlerin temsil ettikleri kitlenin siyasete dair kararların Lefkoşa’dan alıp kendi mekanlarına ve hatta yaşadıkları sokağa kadar getirmeleri, politikanın öznesi olmalarını sağlayacaktır. Böyle bir duruş gelişmeden, mevcut şartlar altında adil bölüşümü sağlayacak, eşitlikçi bir yapının oluşması son derece zordur. Bu yüzden sivil inisiyatiflerin bu yönde talep oluşturması son derece gereklidir. Ancak merkezi yapının bölgeleri kapsayacak biçimde yeniden düzenlenmesi, sessizleştirilmiş kitlelerin politik sürec ile bütünleşmesini sağlanması koşulu ile vesayete karşı bir direnç oluşturmak mümkün olabilir.
[1] Tekeli, I. (2006). ‘Katılımcı Demokrasi, Sivil Ağlar ve Sivil Toplum Kuruluşları’. 15. Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu.

















