
Ne kadar İtaat, O Kadar Menfaat…
Türkiye Büyükelçisi Sayın Akça “artık Türkiye Hükümeti’nin KKTC’ye limanlar, elektrik ve telefon konusunda yardım yapmayacağını” buyurdu.
“Ah keşke”… Ben bu buyruğa bayıldım. Hiç yardım yapmasın aslında, bıraksı
Türkiye Büyükelçisi Sayın Akça “artık Türkiye Hükümeti’nin KKTC’ye limanlar, elektrik ve telefon konusunda yardım yapmayacağını” buyurdu.
“Ah keşke”… Ben bu buyruğa bayıldım. Hiç yardım yapmasın aslında, bıraksın da dibe vuralım. Sürünelim. Aç kalalım. Kendi yağımızla nasıl kavrulacağımızı öğrenelim.
Rum’un malına konarak, havuzlu lüks villalarda oturarak, toplum olunamayacağının idrakine varalım.
Hiçbir ihracatı ve üretimi olmayan bir ülkenin başbakanının, bakanlarının, müdür ve müsteşarlarının, hatta polislerinin lüks makam arabalarında caka satmak gibi bir lüksleri olamayacağını kavrayalım.
Kamuyu beslemelerle doldurarak hükümet olamayacağımızı anlayalım.
“Maaş artışı ve on üçüncü maaş isterim” diye eylem yapacağımıza devleti sömürenlerin cezalandırılması için yargının kapılarına dayanalım. “Para değil, adalet isteriz” diye sokaklara dökülelim.
Ayşe teyzenin hellimi, Mehmet dayının zeytinyağı için gidelim marketlere. Çıkar için değil, sevgi ve onurlu bir gelecek için kenetlenelim.
Bizden önceki kuşakların yaşadığı acıların mükâfatının çocuklarımıza ganimet kültür mirası bırakmak olamayacağını yüreğimizde hissedelim.
Gerçek anlamda bir toplum olabilmenin kriterlerini bizzat tecrübe ederek anlayalım. Kendi minicik toprağımızda karın tokluğuyla da olsa efendi gibi yaşamanın bir onur olduğunu; bundan daha büyük bir mutluluk olamayacağını çocuklarımıza ders olarak anlatalım.
Bankalarımız ve iş insanlarımız bu adada topladıkları mevduatları ve kazandıkları paraları Türkiye bankalarına faize yatıracaklarına, bu adaya ve insanına yatırım yapmak gibi bir zorunlulukları olduğunu öğrensinler.
Haa, biz bunları yaparken bize para verdiğini ve sırtlarında bir kambur olduğumuzu her fırsatta en yetkili ağızlardan bize hatırlatan Türkiye Cumhuriyeti’ne de bazı görevler düşecektir elbette…
Bu görevlerini onlara hatırlatacak bir hükümet erkânı bulabilirsek eğer, işte o gün yozlaşmanın girdabında dolanan Kıbrıslıtürkler dipten ışığa doğru yükselmeye başlayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti, para vermek istemediği, dünyanın merkezindeki bu stratejik adada, Kıbrıslıtürklere ait topraklarda istediği gibi konuşlanamayacağını bilmelidir.
Burayı Türkiye’nin arka bahçesi haline getiremeyeceğini…
Burada bulunan TC kökenli yurttaşlarının sağlık, eğitim ve yaşamı idame giderlerini karşılamak zorunda olduğunu…
Cezaevindeki yurttaşlarını geri almak gibi bir zorunluluğu olduğunu…
Kuzey Kıbrıs’taki birçok Rum malının Türkiyeli yatırımcılara peş-keş çekilmesi için talepte bulunamayacağını…
Onurlu bir toplum olmanın ve Anavatan olarak bilinen bir toplumla ilişkilerin doğru, sevgi ve saygı çerçevesinde bir zemine oturması için iki topluma da düşen çok görevler olduğunu anladığımız gün; eminim elçi olarak görev yapan diplomatlar da böyle demeçler vermek zorunda kalmayacaklardır.
İstanbullu bir taksi şoförünün bir cümlesi son günlerde beni çok etkiledi: “Bu kadar itaat, menfaat olmadan asla olmaz” dedi ak saçlı görmüş, geçirmiş o taksi şoförü…
Ve elbette ki, bu kadar itaat ve menfaate göz yumarak da “‘ONURLU’” toplum olunmaz; hatta toplum bile olunmaz.

















