1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Maria Siakalli’nin “Başıboş” Eseri Üzerine
Maria Siakalli’nin “Başıboş” Eseri Üzerine

Maria Siakalli’nin “Başıboş” Eseri Üzerine

En az şairliği kadar çevirmenliğini de takdir etmek ve de kendisine bizlere coğrafyadan, dilden ve birçok farklı kısıtlamadan uzak, böylesine başıboş bir eser armağan ettiği için tekrardan teşekkür etmek isterim.

A+A-

Salamis Ayşegül Şentuğ
asentug137@gmail.com

Bir şairin başka bir dile şiir emanet etmesi zordur. Hele okuyamadığı bir dile şiirini bırakması onu daha da tedirgin eder. Çeviriyi yapacak şairle dil birliği yapmak, yani dili benzer zeminlerde yoğurmak, benzer hecelerin meskenlerinde yuvarlanmak, benzer anlamların uçurumlarından atlamak yetmez. Bundan ötesi lazımdır.  Müşterek mesele lazımdır.

Maria ile bizzat tanışmadan evvel kafalarımızın içi tanışmış, hatta bizden önce ahbap olmuştur; kendisi benim hem öykülerimin hem de şiirlerimin Yunanca’ya çevirisini yaptığından, dostluğumuzdan evvel düşün ve imgelem kardeşliği yapmaya başlamış olduğum bir insandır.   Maria ile meselemiziniz müşterekliğinin en güzel örneği, Yunanca’ya çevirdiği ilk eserim olan ve 2018 yılında bana iki toplumlu öykü yarışması birinciliğini getiren Başıbozuk isimli öykümdür.

Ne demektir Başıbozuk? TDK Başıbozuk’un güncel kullanımını düzensiz topluluk olarak tanımlarken, kelime Osmanlı’da önceleri gönüllü asker anlamında kullanılmış, daha sonra taşradan şehre göç etmiş başıboş sivillere verilen ad haline gelmiştir. Başıbozuklukla başıboşluk arasındaki müştereklik, Maria ile aramdaki müşterek meselelerden sadece biridir.

Başıboş Maria’nın yayınlandığı ilk şiir kitabı değildir. Ancak Başıboş tek şairinin Maria olduğu ilk kitaptır.

Başıboş isimli kitapta başıboş isimli bir şiir yoktur. Aslında Başıboş’ta hiçbir şiirin başlığı yoktur, bu kitapta her şiir bir başıboştur.

Kitap üç bölümden oluşur.

Kendine ait bir bodrum bölümünde:

Maria, hem Virginia Woolf’un bir kadının yazabilmesi için kendine ait bir odası olmalı söylemine gönderme yaparken, hem de şiirinin konumunu betimlemektedir.

Kendine ait bir bodrumda durduğumuz nokta saklıdır, geri çekilmiştir, çekingendir, dünyaya mesafelidir, çünkü aşağıdadır, yerin altındadır, doğamamış ama hayattadır.  Burada savunmasız bir bebeğin masumiyeti, katil anne Medea’nin hakikatinden farksızdır, çünkü bu bölümde en başıboş olan şey sevgidir.

“Sevgiyi kimse çalmadı,

yalnızlığın yaratıklarıyla yaşamak için

sevgi terk etti bizi.”

 

Yol günlüğü bölümünde:

Durduğumuz nokta artık yerden yukarıdadır; şehirdir, kendimizi attığımız uzaklardır, düşünmek için attığımız o voltadır, var olmak ve hiç olmak için bir derviş gibi dönmektir, harekettir, burada ilk bolümdeki gibi salt bir saklanma hali yoktur ancak durmaksızın bir saklambaç oynama, bir görünüp bir kaybolma durumu vardır. Bu bölümün başıboşluğu bazen hızlı bazen yavaş olan, bazen ileri bazen geri giden, ivmesini daima koruyan bir sarkaç gibidir; çünkü durduğumuz yer yol değil yolda olma halidir. Benim gibi neredeyse bütün kurmacalarını yol, yolcu, yolculuk, yolda olmak veya yoldan dönmek üzerine kurgulayan bir yazar için bu bölümdeki dizeler, kaynağı derinden paylaşılan ilhamın en coşkulu aksında seyretmektedir.

“Tanıdık ve yabancı yüzler yaklaşıyor

Tek tek dokunuyor bana

Biraz alıyor ışığımdan

Kuş olup uçuyor uzaklara”

Tarih bana bir ev borçlusun bölümünde ise; Yunanca’da ιστορία [istoria], hem hikâye hem de tarih anlamına geldiğinden, Maria evinin hesabını hem kişisel hem de toplumsal hikâyeden sorar.

Hepimiz var olmayan bir evin başıboş sakinleriyiz. Ancak bu durum, evle olan meselemizin biricikliğini değiştirmez. Peki o evi istemeyi, aramayı bırakmış olsak bile yanlışlıkla gözümüzün kaydığı, içimizin gittiği anlar olmaz mı? İnanın, bazılarımız için olmaz.

Bu bölüm öyle bir yerde duruyor ki, tarih gelip bizzat borcunu ödese, o ‘evi’ teslim etse dahi biz, artık yokuz. Alt alta üst üstte, iç içe geçmiş hayaletleriyiz o evin. İşte Maria ile müşterek meselemizin en muktedir hali buradadır: bize şiirler yazdıran, şiirlerimizi bodrumlara saklayan, bizi ve onları yollara düşüren, evler yaktıran, yıkıcılığı saf bir yerden yaratıcı güce dönüştüren, hep zamanında eksilen ve eksilmeye devam edenin, bizden taşması vesilesiyledir. Ben bundan daha başıboş bir başıboşluk hali tanımıyorum.

“Ben aşık olmam buralarda.

Çirkinlik fazladır.

Fakat annesi ve babasından güzel çocuklar görünce

Onların evi yaktıklarını hayal edip

serinliyorum biraz da olsa”

Son olarak, bir noktaya dikkat çekmek isterim. Bir şairin kendi şiirini, şairi olduğu başka bir dile çevirmesi oldukça zor bir iştir. Hele şair Maria gibi profesyonel bir çevirmen ise. Şair bir yandan şiire kayıtsız şartsız teslim olmak isterken, yani o eserin hissiyatını yeni dilde birebir kurgulamaya çalışırken, bir yanda da şairliğinin yeni dildeki bağımsızlık ilanıyla uğraşmak zorunda kalır; yani şiiri yeni dilde yeniden yazmanın cazibesiyle ve şiirin hissiyatını yeni dilin olanaklarında başka türlü yaratma istenciyle savaşmak durumunda kalır. Maria’ya, bu kitaptaki şiirlerin bazıları Türkçe, bazıları Yunanca, bazıları belki iki dilde birden belirmiştir. Bu noktada en az şairliği kadar çevirmenliğini de takdir etmek ve de kendisine bizlere coğrafyadan, dilden ve birçok farklı kısıtlamadan uzak, böylesine başıboş bir eser armağan ettiği için tekrardan teşekkür etmek isterim.

*Maria Siakalli, Başıboş / Aδεσποτη, (Türkçe-Yunanca Şiirler), Baranga Yayınları, Lefkoşa, 2022.                                                                  

Bu haber toplam 3117 defa okunmuştur
Gaile 502. Sayısı

Gaile 502. Sayısı