1. YAZARLAR

  2. Serkan Soyalan

  3. Karahisar’ın Eteğinde Bir Gün
Serkan Soyalan

Serkan Soyalan

Karahisar’ın Eteğinde Bir Gün

A+A-

“Karahisar kalesi yıkılır gelir,
Kakülü boynuna dökülür gelir…
Yayladan gel allı gelin yayladan,
Kesme ümidini Kadir Mevla’dan…”

   Eskişehir’den çıkıp da rotamızı Afyonkarahisar’a çevirdiğimizde belirdi kulağımda bu türkü...
   Türkünün her bir nağmesi şehrin sokak taşlarına sinmiş, o tarihi surlara vurup vurup yeniden kulaklarımıza geliyordu.
   “Karahisar Kalesi” türküsü, daha şehre varmadan insanın içine çöken gizemli bir duygunun habercisi sanki. 
   Bir kalenin gölgesinde büyüyen bir aşkın, kavuşamamanın, özlemin ve sabrın türküsü… 

***
   Şehir merkezine yaklaşırken Frigyalılar tarafından inşa edilen Karahisar Kalesi bir anda karşıma çıkıyor; sanki göğe yaslanmış kara bir dev...
   226 metre yüksekliğindeki bu volkanik kaya, yüzyılların bütün sırlarını saklıyor gibi. 
   Kaleye baktıkça, türküdeki genç kızın uzaklara dalan gözleri geliyor aklıma. Belki de gerçekten bu kayalıklarda bir zamanlar bekleyip yol gözledi sevdiğini…
   Bilindiği üzere, Karahisar Kalesi türküsü, Afyonkarahisar Kalesi'nin eteklerinde yaşayan bir kızın, asker olan sevdiğine duyduğu derin özlemi, ayrılığı ve ulaşılmaz aşkı anlatan, yöre halkının duygularını yansıtan bir ağıt niteliğinde... 
   Kale, bu aşkın yüksekliğini ve erişilmezliğini simgeler. 
   Türkü genellikle, sevdiğinden haber bekleyenlerin ve hasret çekenlerin sesi olmuştur.

***
   Düşünsenize, "Karahisar Kalesi yıkılır gelir” dizeleriyle başlayan türkü, kalenin yıkılması gibi büyük bir olayın bile, aşığın çektiği hasret ve özlem kadar etkili olmadığını, bu hasretin ne kadar büyük olduğunu vurgular.
   Çok derin...

***
   Kale sokaklarına doğru yürürken tarih kendini hissettirmeye başlıyor. 
   Taş döşeli dar yollardan yükselen rüzgâr tarihi, insanın yüzüne yüzüne çarpıyor.

afyon-2.jpg

***
   Kaleye çıkmak için 600 basamaktan şehrin manzarasına baka baka çıkmanız gerekiyor. Her basamakta bir nefes, her nefeste bir yeni manzara. 
   Tırmanış zor gibi görünse de kalenin zirvesine doğru çıktıkça şehir daha da güzelleşiyor.   
   Afyonkarahisar’ın evleri, sokakları, ibadethaneleri ve modern yapıları bir arada; hem geçmişi hem bugünü taşıyan bir mozaik gibi ayaklarımın altında uzanıyor.
   Osmanlı döneminde Şehzade Bayezid'in ikamet ettiği bu kale, aynı zamanda tarihe tanıklık eden bir savunma yapısı olarak da dikkat çekiyor.
***
   Zirveye ulaştığımda soğuk rüzgâr yüzüme çarpıyor... 
   Burada, Friglerden Selçuklulara, Osmanlılardan Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar her çağdan bir iz var: tapınak kalıntıları, sarnıçlar, eski surlar… 
   Kalenin her taşında bir hikâye gizli.

afyon-5.jpg

***
   Tarihi kaledeki manzaradan ayrılıp şehrin içine döndüğümde ilk durağım tarihi mahalleler oluyor.    Taşpınar ve Kalealtı sokaklarında dolaşırken sanki bir zaman tünelinin içindeyim. 
   Ahşap cumbalı, pastel renkli eski Afyon evleri, her penceresinde başka bir dönemin izini taşıyor.

***
   Afyonkarahisar adı nereden geliyor?
   Yerleşimin eski adı Karahisâr-ı Sâhib'dir. 
   Karahisar ismi, şehrin ortasında yükselen koyu renkli volkanik kayaların renginden ve üstünde bulunan hisardan gelir. 
   Sâhib adı ise, Anadolu Selçukluları'nın son devirlerinde yaşayan ve Moğol istilası sırasında buraya gelen Sâhib Ata Fahreddin Ali'nin unvanından gelmektedir. 
   Günümüzde kullanılan Afyon adı da bölgede eskiden beri büyük alanda yapılan haşhaş ekimine dayanmaktadır.

***
   Ardından Ulu Camii’ne doğru ilerliyorum. 1272 yılından bu yana ayakta olan bu Selçuklu eseri, 40 ahşap direğiyle dikkat çekiyor.
   Bu cami Anadolu’nun Orta Çap dönemi ahşap direkli ve ahşap kirişli camilerinin en önemli örneklerinden biridir.
   İçeri girdiğimde ahşap kokusu zamanın derinliklerinden gelerek dolduruyor içimi.
   Camii bazı kaynaklarda “Cami-i Kebir” ya da “Hocabey Camisi” olarak da adlandırılmaktadır.

***
   Şehrin kalabalığına karışıp Taşhan’a çıkıyorum. 
   17. yüzyıldan kalma bu han, avlusunda kahve içenlerin sesiyle yeniden canlanmış gibi duruyor.    
   Kervanların bir zamanlar konakladığı odalara baka baka dolaşıyorum. 
   Bu avluda kimler kimler yürümüş, konaklamış, konuşmuş?
   Bu hanın duvarları nelere tanıklık etmiş?
   Bir köşede oturup kaymaklı ekmek kadayıfının tadına bakıyorum. 

***
   Gezimizin bir sonraki durağı Ayazini Antik Kenti oluyor.
   Bir başka yazımızda Ayazini’yi uzun uzun anlatacağım ama, bu yazımızda kısaca değilecek olursam şunları söylemeliyim: Kaya oyma mezarları, kiliseleri, sütunlu yapılarıyla zamanın tamamen durduğu bir yer burası. 
   Friglerin ayak izleri, Bizans’ın motifleri, Roma’nın mirası… Hepsi bir arada.

***
   Ayazini sokaklarında gezerken insan zaman tünelinde bir yolculuğa çıkıyor. 
   Kayalara oyulmuş evlerin içinde yürürken kendimi bir film sahnesinin içinde hissediyorum.

***
   Gün batımında tekrar kaleye doğru bakıyorum. 
   Şehrin üstüne serilen kızıl ışık, türkü dizelerini yeniden hatırlatıyor:
 
   “Ben bir koyun olayım sen de bir kuzu
   Meleye meleye getirem yazı

   Yayladan gel allı gelin yayladan
   Kesme ümidini kadir Mevla’dan kadir Mevla’dan
   Ver elini karlı dağlar aşalım bayramlaşalım”

***

   Afyonkarahisar’da geçirdiğim bu gün boyunca, hem tarihin içinden geçtim hem de türkünün dizelerinde dolaştım sanki. 
   Her köşe başında bir ezgi, her taşta saklı bir hikâye vardı...
   Burası sadece bir şehir değil; geçmişi, efsanesi, türküleri ve insanıyla yaşayan bir masal gibi.

Bu yazı toplam 763 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar