
Kabuksuz Salyangoz Olmayı Göze Almak
2012’nin son öğleden sonrasını, Haruki Murakami’nin Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında adlı romanını okuyarak geçirdim. Henüz on sekiz yaşını doldurmamış iki gencin aşkının anlatıldığı bölümde, beni çarpan, çarptığı kadar da düşündüren bir di
2012’nin son öğleden sonrasını, Haruki Murakami’nin Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında adlı romanını okuyarak geçirdim. Henüz on sekiz yaşını doldurmamış iki gencin aşkının anlatıldığı bölümde, beni çarpan, çarptığı kadar da düşündüren bir diyalog vardı:
“‘Korkuyorum’ dedi. ‘Bu aralar kendimi kabuksuz bir salyangoz gibi hissediyorum.’
‘Ben de korkuyorum’ dedim. ‘Kendimi perdesiz ayaklı bir kurbağa gibi hissediyorum.’
Yüzüme bakıp gülümsedi.
Hiç konuşmadan binanın gölgeli tarafına giderek birbirimize sarılıp öpüştük, kabuksuz bir salyangoz ve perdesiz ayaklı bir kurbağa”.[1]
Hakiki aşk, her şeyden önce, içinde yaşamaya alışılmış korunaklı limandan uzaklaşmaktır elbette. Bu duyguya yakalanan insan, çoğu zaman farkına dahi varmadan, o mutedil limandan uzaklaşacak, kendini sert rüzgârların ve kocaman dalgaların ortasında bulacaktır.
Kabuksuz salyangoz metaforu bu hâli anlatmaya son derece müsaittir. Kabuk, salyangozun yalnızca evi değil, aynı zamanda mütemmim cüzü, yani tamamlayıcı parçasıdır. Salyangozu onsuz ya da ondan bağımsız düşünmek hemen hemen imkânsızdır. O olmadı mı, salyangoz evsizdir, barksızdır, korunaksızdır ve belki en önemlisi başka biridir. İşte aşk da insanı aynen kabuksuz bir salyangoz gibi başka biri kılar. Belli bir güne kadar olduğunuzdan, olmaya alıştığınızdan başka biri olmak elbette ürkütücü bir şeydir.
Ama bir de olumlu yanı vardır bu işin. Kabuğunu geride bırakmış salyangoz özgürdür. Artık onun hayatı o güne kadar akla bile gelmeyen olanaklara açıktır. Kabullenilmiş, sorgusuz sualsiz uymaya alışılmış kurallar yoktur bu yeni hayatta. Ayaklarındaki perdeleri yitirmiş kurbağa da öyledir. O güne kadar perdesiz ayaklarla yüzmeyi tahayyül dahi etmemiştir. Perdeli ayaklar kurbağa için güvencedir. Ama bu güvence aynı zamanda onu diğer kurbağalarla aynılaştıran, onlarla aynı düzene, aynı kurallara tabi kılan, dolayısıyla onun özgürlüğünü elinden alan engeldir.
“Kabuksuz salyangoz”u okuduğumda Benjamin’in “Geri Dön Her Şey Affedildi” başlıklı fragmanı geldi aklıma. “Hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır” der Benjamin: “On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak. Sonradan anlarız: Sokakta geçirilen kırk sekiz saat, tıpkı alkalik çözeltide olduğu gibi, mutluluğun kristalini yaratır”.[2]
O kristali elde etmenin yolu, salyangozun kabuğunu, yani evini terk etmesidir işte. Bu öyle herkesin cesaret edebileceği bir iş değildir. Ürkütücüdür. Ama gelin görün ki mutluluğun kristaline ulaşmanın başka yolu da yoktur.
Hülasa, yaşamın belli bir anına kadar tanınmayan, bilinmeyen, hatta tahayyül dahi edilmeyen bir mutluluğa ve özgürlüğe ulaşmanın bedeli, sırtınızda taşıdığınız evi ya da “doğru düzgün” yüzmeyi sağlayan perdeleri geride bırakmanın yaratacağı korkuyu yüreğinizin derinlerinde hissetmektir.
Dahası bu korku hiç de yersiz değildir. Salyangoz evini sırtından attığı anda, korumasız, daha önce kurallarını bildiğini sandığı düzenli gibi görünen dünyada, kuralsız, düzensiz ve yapayalnızdır. Ürkmekte, korkmakta haklıdır çünkü kabuğu varken başına nelerin gelebileceği belliyken ve başına gelebileceklere karşı hazırlıklıyken, kabuksuz hâlinde her türlü belaya açıktır. Bu arada, kimse ona kabuğundan kurtulduğunda mutluluğa ve özgürlüğe ulaşacağını, daha güzel günlerin onu beklediğini taahhüt etmeyecektir. Düzeni bozan kendisi olduğuna göre, bundan sonraki hayatı kurmak için hiç kimseden yardım da bekleyemeyecektir.
Yani mutluluk ve özgürlük, hem bedel ödemeyi, hem de bedel ödedikten sonra cascavlak ortada kalmayı göze almayı gerektirir. Kabuğunu terk eder ya da ayağındaki perdeleri yırtar gibi görünen birçok salyangoz ve kurbağanın, iki adım attıktan sonra korkuya kapılıp gerisin geri kabuklarına ya da perdelerine dönmesi bundan değil midir?!
[1] Haruki Murakami, Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında, çev. Pınar Polat, İstanbul, Doğan Kitap, 2012, s. 28.
[2] Walter Benjamin, “Tek Yönlü Yol”, çev. İskender Savaşır, Son Bakışta Aşk, haz. Nurdan Gürbilek, İstanbul, Metis Yayınları, 2001, s. 52-53.

















