1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘İsrailli Arapların’ yaratılışı
‘İsrailli Arapların’ yaratılışı

‘İsrailli Arapların’ yaratılışı

1966 yılında, Arap vatandaşları üzerindeki İsrailli askeri idaresinin sona ermesi ile 1968 yılındaki eğitim entegrasyonu planları arasında yeni bir tanım ortaya çıktı.

A+A-

1966 yılında, Arap vatandaşları üzerindeki İsrailli askeri idaresinin sona ermesi ile 1968 yılındaki eğitim entegrasyonu planları arasında yeni bir tanım ortaya çıktı.

Gal Levy

Modern Amerikan tarihinde, Yüksek Mahkemenin verdiği Brown vs. Board of Education (1954) kararının Güney’deki ırkçılığa son verilmesindeki önemi yadsınamaz.

Baktığımız zaman, 1966 yılında Arap vatandaşları üzerinde İsrail askeri idaresinin sonra ermesini temsil eden tarih de benzer bir özelliğe sahiptir. Buna karşın, 50. Yılında bu tarih sadece tarihçilerin ilgisini çekerken, bir çok İsrailli, 15 yıldan uzun süre boyunca Filistinli vatandaşların hayatlarını kontrol eden yapının farkında bile değildi. Buna ek olarak, bu yönetimin işgal altındaki topraklarda kurulmuş askeri idare ile bağdaştırılmasına karşın, varsa bile çok az sayıda insan, toplumsal iç bağlamda bu idarenin öneminin farkında olmuştur.

1966 yılında askeri idarenin sona ermesi ile 1967 yılında yaşanan işgal ve 1968 yılındaki eğitimde bütünleşmenin arasındaki bağlantıyı aktarmaya çalışacağım. Bunu yaparken de, devlet, bölgedeki Filistinliler ve İsrailli Yahudiler arasındaki dönüm noktasında Filistinli vatandaşların durumunu şekillendiren sosyo-politik süreçleri vurgulamaya çalışacağım.

Askeri idarenin gelmesi gibi bir eylemi tek bir nedene bağlamak çok zor iken, tarihi araştırmalar, neredeyse kesin bir şekilde bunun zamanı gelince sona erecek geçici bir tedbir olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan, Başbakan David Ben-Gurion sıkı yönetimi sürekli olarak devam ettirme niyetini taşırken, profesyonel ve siyasi organlar sona ermesini talep etmektedir: bundan dolayı da ortaya konan argümanlar askeri idarenin ne zaman ve nasıl sona ereceği üzerine odaklanmıştır.

Bu çatışma, kasım 1947 sonların Birleşmiş Milletler Taksim Planının kabulü ile Mayıs 1948 tarihinde bağımsızlık (Yahudi) ilanı arasında geçen günlerde Mapai’nin (İşçi Partisi öncülerinden) eğitim bölümündeki tartışmalara yansımıştır. Ben-Gurion’un “devlet gibi düşünmek” talebi esnasında, uzmanlar Yahudi devletindeki Arapların geleceğini sorgulamak noktasında kalmış ve gelecekteki devlette olacak eğitim sistemindeki olasılıkları incelemiştir.

‘Arap Sorunu’

Bazı uzmanlar, Arapların ayrılmasını veya dini eğitim sistemlerindekine benzer şekilde onlara eğitimsel özerklik verilmesini önermiştir. Buna karşın, diğer taraflar ise yenilikçi ruh içerisinde sivil entegrasyon sağlamak adına bunu bir fırsat olarak görmüştür. Tabii ki, savaşın ve özellikle de askeri idarenin sonucunda tüm bu fikirlere bir nokta koymuştur.

Askeri idare, “Arap sorununa” ile Yahudi ve Araplar arasına gerçek ve sert bir sınır yaratarak yaklaşmıştır. Bu sınır topraklar üzerinde Yahudi-Siyonist gücünün ortaya çıkmasına yol açmakla kalmamış aynı zamanda her iki grup arasındaki kültürel mesafe ve sosyal ayrımı da korumuştur. Ama tüm bunlar da Arap sorununun ortadan kalkmasına mahal vermemiştir.

1959 yılında Arap işlerinden sorumlu Başbakan danışmanı durumu şu şekilde açıklamıştır: “Yakın bir gelecekte Arapların toplu şekilde ülkeden göç etmesi gibi olasılığı tam anlamıyla öngörmüyoruz. Bundan dolayı da gelecek için planlama politikaları içerisinden bu olasılığı çıkarmamız gerekiyor.” Bir yıl önce, MK (İsrail Meclis Üyesi) Mordechai Namir (Mapai) de benzer şeyleri söylemiştir: “Ülkede bulunan Arapların- bir faciayı önleyerek ülkede kalacaklarını düşünüyorum”.

Sonuç olarak, zorlu gerçek askeri idarenin resmi olarak sona ermesini sağlamıştır. Altı ay boyunca, İsrail kabul edilen şartlar altında bağımsız bir devlet olarak kalmıştır: tek bölge, tek ordu ve tek kanun. “Mevcut eksikler” olarak askeri idarenin himayelerinde olan Araplar toplumsal sınırlar dışında kalarak vatandaş olmuş görüntüsünü vermiştir. Fakat, sınır ikilemleri geri gelmiş ve 1967 yılında yaşanan işgal ile daha da ciddi bir hal almıştır. Bu noktada, “ ‘Azınlıklar’ kimdir?” sorusu ortaya çıkmıştır: yasaya göre ya da devletin onları görmeyi tercih ettiği şekliyle Filistinli milliyetçiler mi?

Eğitim alanına baktığımız zaman işlerin nasıl geliştiğini anlamamız mümkündür.

1960ların sonuna doğru; devlet, Ashkenazi (Doğu Avrupa kökenli Yahudiler) ve Mizrahi (Orta Doğu veya Kuzey Afrika kökenli Yahudiler) arasındaki toplumsal ve eğitimsel eşitsizliği akut siyasi bir sorun ve bir ulus yaratma yolunda bir engel olarak görmüştür. Bununla eş zamanlı şekilde, dünyada eğitim alanında esen demokratikleşme rüzgarları İsrail’e ulaşmış ve ülkenin merkezden uzak noktalarında bulunan özellikle de Mizrahi Yahudilerinin daha önce hiç yaşamadığı ilköğretim sonrası eğitimi büyütmeye zorlamıştır.

Özellikle de 60’lı yılların başında merkezden uzak yerlerde devlet okullarının kurulması ile başlayan bu adım eğitim reformlarını hızlandırmıştır. Lise öncesi bir tercih ve takip süreci olarak ortaokulların da eklenmesi de her şeyin merkezine oturmuştur.

Bu değişiklik, çocuklarının en iyi okullardan mahrum kaldığını gören Mizrahi Yahudisi ailelerin yılgınlıkları ile başa çıkmak adına bir fırsat olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak ise, entegrasyon planı ve reform 1968 yılında başlatılmıştır.

Pedagojik program olarak entegrasyon planı, daha yoksul mahallelerde bulunan çocukların “kaliteli” okullara taşınmasının pozitif eğitimsel, kültürel ve toplumsal bir değişime yol açacak bir füzyon meydana getireceği düşüncesinde devam etmiştir.

Entegrasyon dışı bırakılma

Pedagojik başarı sorgulanabilir olsa dahi, bu başarının gücü siyasi bir fikir olmuştur. Ashkenazi ve Mizrahi Yahudilerinin ulusal kolektif içerisine dahil edilmesi ve bu sınırlar dışındaki Arapların yerleştirilmesi (entegrasyon programı dışında bırakılmışlardır) bakımından oldukça fazla önem arz etmiştir.

Yahudiler, Yahudi kimliklerinin sınırlarını belirlemeye odaklanırken, askeri idarenin sona ermesi ve işgalin başlaması devlet için yeni bir zorluk meydana getirmiştir.

“Sınırların düşmesi” -öncelikle, Yahudi ve Arap vatandaşlarını birbirinden ayıran askeri idare ve daha sonra da 1967 öncesi sınırların her iki tarafındaki Filistinlileri bölen (Yeşil Hat) fiziksel sınırları ortadan kaldıran savaş- İsrail’deki Arap birlikteliğinin sınırlarının sorgulanmasına yol açmıştır.

70lerin başında, siyasi ve eğitim sistemleri Filistin milliyetçiliği ile bilinmeye başlayan İsrail’deki genç Araplar ile ilgili görünmeye başlamıştır.

Bu endişeler, eğitim düzeyinde konunun ele alınması bakımından iki toplumun kurulmasında kendini göstermiştir: bir toplumun başında 1971 yılındaki Eğitim Bakanı Yardımcısı Aharon Yadlin ve diğer tarafta da 1973 yılında Dr. Mati Peled bulunmaktadır.

O zamanlar, Peled Tel Aviv Üniversitesi Dil ve Edebiyat Bölümünde görev yapmaktadır.

Askeri idarenin sonuna kadar, İsrail’in denetim dışında Arap müfredatına hiç bir özel ilgi göstermemesi ışığında, Yadlin’in yenilik komitesi, eğitim hakkındaki toplumsal tartışmanın bir parçası olarak Arap eğitimini birleştirmek ile ilgilenmekteydi.

Bazı eleştirilere rağmen bu düşünce Filistinli eğitimciler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Arap eğitimi konusunda eğitimsel ve öğrenme hedeflerinin tanımlanmasını savunmuş fakat öte yandan kimliğin sorgulanmasına katılmayı reddetmeyi de göz ardı etmemiştir.

Eğitim konusunda araştırmalar yapan Sami Khalil Mar’i, Yadlin’in heyetinde bulunan kişilerin verdiği tavsiyelerin Arap azınlığının ulusal kimliğini gizlediğinin yanında Arap kültürünün değerinin de ortadan kaldırdığını iddia etmiştir. Buna ek olarak, devlet tarafından kontrol edilen eğitim sistemi üzerinden Yahudi çoğunluğunun değer ve ilkelerini Arap azınlığı üstüne baskıyla yerleştirmeye çalıştırdıklarını ortaya koymuştur.

Bu eleştiriler, 80lerde eğitim hedeflerini belirlemek adına bakanlığın çabalarının bir parçası olarak kurulan Peled Komitesinin çalışmalarını da belirlemiştir.

Komite üyeleri, Yadlin Komite raporunun İsrail’de bulunan bir Arap vatandaşının hayatı ile Arap bireylerin tanımlanması ve İsrail devletinde barış içerisinde yaşama isteği arasındaki çelişkilerini ele alamadığını iddia etmektedir.

Bundan dolayı da komite, bilim, İsrail ve Arap komşuları, ortak vatanseverlik, devlete sadakat gibi unsurlara dayanan Arap eğitimi için hedefler önerisinde bulunmuştur.

Dışarıda

Heyetin bir üyesi olan Mer’iye göre, hedeflerin kendine has özellikleri olması, Arap eğitimini Arap kültürünün temellerine kurmak adına belirlenmiş bir talep içerisinde meydana gelmiştir. O dönemde eğitim bakanı olan Yadlin 29 Eylül 1976 tarihinde panelin tavsiyelerini kabul etmiş ve eğitimi “ortak vatanseverlik” üzerine dayandırma çağrısı ile ilgili olabilecek olasılıkları ortadan kaldırmak adına “ortak” kelimesini silmiştir.

Tek eksik olan ise bu değildir. En kapsamlı haliyle Arap kültürüne odaklanmak ulusalcı Filistin eğitimini resmin dışında bırakmıştır.

Buna göre devlet çerçevesi içerisinde sınırlar yaratma konusunda eğitim reformları bize ne öğretmiştir?

Askeri idare, Yahudiler ve ulus devlet arasındaki kimliği güçlendirirken, Arapları yokmuş gibi bırakmıştır, buna göre eğitimde bütünleşme fikrinin Arapları 1949 yılında kurulan vatandaşlar milletinin dışında bırakması şaşırtıcı değildir.

Askeri idarenin kalkması İsrail’i kısaca tüm vatandaşlara ait bir ulus haline getirmiştir. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ün 1967 yılında işgal edilmesi, bir anlığına dahi olsa Filistinlileri bütünleştirmiştir.

Sadakat Yükümlülüğü

Paradoksal anlamda devletin istediği sınır faaliyetleri tam anlamıyla olmasa da Arapların sivil kolektif içerisine dahil edilmesini gerektirmiştir. Arap kültürünün üyeleri olarak Arapların tanınması hem Araplar ve Yahudiler arasındaki sınırı vurgulamış hem de İsrail ile kültürel anlamda Arap dünyasına olan bağlantılardan uzaklaşmıştır.

Aynı zamanda, İsrail’deki Arapları vatandaş olarak görmek, işgal altındaki topraklarda bulunan Filistinlilerden onları ayıran bir özellik olarak sadakat yükümlülüğü duymaları konusunda kendilerine bir baskı oluşturmuştur.

“İsrailli Araplar” da işte bu şekilde Filistinli ve Yahudi olmayan vatandaşlar olarak tanımlanan bir kategori haline gelmiştir. Siyasi bir özellik sahip olmak gibi bu kategori de Araplar için vatandaşlık sağlamış olsa da, İsrail’de vatandaşlığın Yahudiler için milliyetçilikten sonra ikinci geldiğini de ortaya koymuştur.

Mizrahi, Ashkenazi Yahudileri ve Araplar arasındaki sembolik sınırların nerede şekillendiği sorusunu kendimize sorduğumuz noktada, mevcut durum içerisinde bu kimlikleri siyasi açısdan anlamamız açısından bu dönüm noktası da aynı zamanda çok önemli olmaktadır.

 

Yazar, The Open University’de öğretim görevlisi olarak görev yapmakta ve etnik ve sınıf eşitsizliği bağlamında toplumsal ve eğitimsel aktivizm konularında araştırma yapmaktadır.  

 

 

Bu haber toplam 2431 defa okunmuştur
Gaile 427. Sayısı

Gaile 427. Sayısı