
Her Nesnenin Bir Bitimi Var Ama...
Neşet Ertaş’ı kaybedeli beri türkülere takıldım yeniden. Türkülere takılınca da döndüm dolaştım, yine bu yıl kaybettiğimiz Abdürrahim Karakoç’un sözlerini yazdığı ve Musa Eroğlu’nun gönül tellerini zangır zangır titreterek okuduğu Mihrib

Neşet Ertaş’ı kaybedeli beri türkülere takıldım yeniden. Türkülere takılınca da döndüm dolaştım, yine bu yıl kaybettiğimiz Abdürrahim Karakoç’un sözlerini yazdığı ve Musa Eroğlu’nun gönül tellerini zangır zangır titreterek okuduğu Mihriban’ı dinlemeye başladım.
Bu şiirin üç dizesi, her okuduğumda, Behçet Aysan’dan mülhem, “saçılmış bir nar gibi” darmadağın eder, mana âleminde yolculuklara çıkarır beni. Birincisi, “lambada titreyen alev üşüyor” dizesidir. Bu dizeyle ilgili bir şey yazmaya kalkışmak gibi bir densizlik yapmayacağım asla. Haddim değildir.
Aslında bu şiirin herhangi bir dizesiyle ilgili bir şey yazmak haddim değildir ama okuyucu edepsizliğimi mazur görürse, diğer iki dizeden ilham alarak bir şeyler söylemeyi denemek niyetindeyim.
“Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban”
dizeleridir sözünü ettiğim.
Ölümlü olduğunun bilincinde olan insan için, bitimsiz, hudutsuz olanı aramak, imkânsıza yönelir gibi görünse de, manalı olan tek çabadır. Çünkü her şeyden önce insanın kendisi bitimlidir; isteseniz de istemeseniz de yaşamın bir hududu vardır.
Herhâlde bunun bilinciyle olsa gerek, yaşam süresince, bitimsiz, hudutsuz olanın peşine düşer bazı insanlar. Aşk ve umut, bitimsiz, hudutsuz olanların başında gelir. Aşk, hangi nesneye yönelirse yönelsin, hudutsuzdur. Aşık olanı da, olunanı da aşar, hatta nesnesi yok olsa da, o var olmaya devam eder. Çünkü aşık olunan, aşkın unsurlarından yalnızca biridir; asla tamamı değildir.
Karakoç ondan söz etmez ama bence umut da öyledir. Bunu, en iyi, en son onun öleceğini söyleyenler bilir.
Ama insan var olalı beri ve özellikle de günümüzde, her duygunun bir hakikisi, bir de sözde olanı vardır. Karakoç’un hududunun çizilemeyeceğini söylediği elbette hakiki aşktır. Onun bir yanılsamadan ibaret olan “sözde” hâli, nesne kavramının geniş manasına dahildir ve bittabi bitimlidir.
Tam da bu sebepledir ki belki de insanın önünde, sanıldığının aksine pek çok değil, yalnızca iki yol vardır. Birincisi bitimlidir. Yolda yürürken göreceklerinizden ve yaşayacaklarınızdan bağımsız olarak, varacağınız nokta dışında hakiki bir değişim asla söz konusu olmayacaktır. Çünkü bu yolda, yine Behçet Aysan’dan alıntı yaparak söylenirse,
“bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti[dir]
[ve] değişen bir şey yok[tur] hiç
ölüm hariç”.
Oysa öteki yolda yürürken görülecekler ve yaşanacaklar ilk bakışta birincideki kadar renkli olmasa da, peşinden gidilen, bitimsiz, hudutsuz bir şeydir. Dahası, sizin yapıp ettiklerinizle ve hissettiklerinizle, o bitimsiz olana bir şeyler katma, bir manada ona karışma, onunla bütünleşme ve yok olduktan sonra dahi onda var olmaya devam etme gibi imkânlar gündeme gelir.
Hülasa, ya kolay yol seçilecek ve hududa gelinene kadar “carpe diem” denilip an yaşanacak ya da zor olan seçilecek, bir aşkın/umudun peşine takılıp, keyifli “an”lardan gerektiğinde feragat edilerek, bitimsiz, hudutsuz olana karışılacaktır.
Elbette tercih her insanın kendine aittir. Yine de, Goethe’nin, Faust’ta, bir diğer bitimsiz olan “bilim”den bahsederken,
“Her konuda bilim peşinde koşmak boşuna,
Ancak öğrenebileceğini öğrenir herkes;
Ama anı yakalayabilen
İşte odur doğru adam”
sözlerini, Mefistofeles’e, yani şeytana söylettiğini[1] unutmamak gerekir.
[1] Goethe, Faust, çev. İclal Cankorel, Ankara, DoğuBatı Yayınları, 2011, s. 99.