
Hayat hep bir şeyleri beklerken geçiyor!
Tuğba Özer yazdı: Hayat hep bir şeyleri beklerken geçiyor!
Gelişigüzel yaşamlardan arda kalıyoruz…
Dünde kalanlardan alacaklı, yarınlardan ise bihaber.
Gözümüz hep bir yerlerde. Bir gelecek var uzakta; ulaşsak kurtulacağız sanıyoruz.
“Hep bir şey eksik” duygusuyla geçiyor günlerimiz, aylarımız, yıllarımız.
Sanki şu işimiz olsa her şey yoluna girecek…
Oysa hayat, bizim beklediklerimize hiç aldırmadan, ağır ağır da olsa geçiyor.
“Şu işim olsun, hayatım düzene girecek.”
“Bu arabayı alayım, biraz daha saygı göreceğim.”
“Evimi alsam, başka hiçbir şey istemem Tanrı’dan.”
“Yeter ki bizim çocuk sağlıklı büyüsün.”
“Oğlanı bir evlendirsek, gözüm açık gitmem.”
“Kızımız şu işe girse, bütün sıkıntımız biter.”
“Şu sınavı bir geçsem…”
Liste uzar gider…
Ama uzamayan tek şey, hayatın kendisi.
Zaman, elimizin arasından kayıp giderken fark etmiyoruz aslında;
en kıymetli an, tam da yaşamakta olduğumuz şu an.
Bir gün mutfakta rahmetli nenem, elinde eski bir tencereyle ocağa eğilmişti.
Kendi kendine mırıldanarak, “Üç kuruş az gelsin, ama evlatlarımın eli eksik olmasın,” demişti.
O zamanlar pek anlamamıştım.
Ama bugün çok daha iyi anlıyorum;
o üç kuruşluk eksiklik, büyüyüp bir ömürlük fedakârlığa dönüşüyormuş meğer.
Ve o fedakârlıkla geçirilen yıllar, ne zaman geçtiğini anlamadan omuzlara ağırlık, kalbe yorgunluk bırakıyormuş.
Hayat, hep bir şeyler olduktan sonra güzel olacak sandık.
Oysa bazı güzellikler tam da olurken yaşanıyordu, biz farkında değildik.
O sofrada eksik kalan et yemeğinin yerini gülüşler dolduruyordu, biz duymadık.
Yeni bir evi beklerken, eski evin balkonundaki yasemin çiçeğinin kokusunun bizi sarıp sarmaladığını her bir nefeste hissedemedik.
Hep yarına hazırlandık. Ama bugün hiç tam anlamıyla yaşanmadı.
Ve işte tam burada hayatın en büyük ironisi gizli…
“Beklerken, aslında beklediğimiz şeyi kaçırıyoruz.”
Bir trenin istasyona geleceğini sanıp peronda beklerken,
farkında olmadan o tren çoktan yanımızdan geçip gidiyor.
Biz hâlâ “gelmedi” sanıyoruz.
Bazen beklediğimiz şey, zaten yanımızda oturuyor.
Bazen de yıllardır kapısını çaldığımız mutluluk, başka bir pencereden bize bakıyor.
Ama biz, “henüz değil” dediğimiz her saniyede, ona sırtımızı dönüyoruz.
Ve işin kötüsü, farkına vardığımızda çoğu kez geri dönmek için geç oluyor.
Şimdi soruyorum:
O sınav geçti…
O araba alındı…
Ev de yapıldı…
Çocuklar da evlendi…
Peki ya sen?
Sen ne zaman yaşadın?
Hayat ne zaman “hazır” olacağımızı beklemez.
Ne zaman mutlu olmayı “hak ettiğimizi” düşünürsek, o zaman başlamaz.
Hayat, her şeye rağmen şimdi yaşanır.
Bazen bu, bir hafta sonu sabahı açık camdan içeri dolan kahve kokusudur.
Bazen bir telefonun ucundaki sesin, “Nasılsın?” demesidir.
Bazen de bütün telaşların ortasında, hiçbir şey yapmadan oturabildiğin o beş dakikadır.
İşte orada saklı hayat.
Çünkü beklemek, fark etmeden insanı yorar.
Gün gelir, beklediğin şey gerçekleşir ama senin yüreğin o günlere hazır değildir artık.
O yüzden güzellikleri yarına havale etme.
“Bugün ne kadar eksik görünürse görünsün, yarının hatasız geleceği yok!”
Beklemeyi bırakmadığımız sürece, hayat da bizi beklemez.
Çünkü gerçek mutluluk, ulaşılan şeylerde değil; beklemeyi bırakıp yaşadığımız anlarda saklıdır.
Hayat, tüm eksiklere rağmen; tüm kayıplara, tüm acılara rağmen yaşanır.
“Yaşayamam,” dersin… “Yapamam,” dersin… Ama tam da oradan başlar yeniden.
Gözünün en karardığı, kalbinin en sıkıştığı anda, sana en çok lazım olan nefes gelir fark etmeden.
Ve anlarsın: Hayat, senin planladığın gibi değil; seni ayakta tutacak kadar, gerektiği gibi akar.
Belki de en büyük yanılgımız, yaşamı kusursuz bir güne ertelemekti.
Oysa hayat, hiçbir zaman tamamlanmaz; biz eksik halleriyle yaşamayı öğreniriz.
Ve belki de mutluluk, o eksiklerle barıştığımız gün başlar.
Öyleyse, tüm eksik yanlarımızı sarıp sarmaladığımız yarınlarımıza selam olsun…
Bugünden daha güzel olacak, eksiklerimizi tamamlayacağımız, kendimizin daha iyi hâllerinde yeniden benliğimizi keşfedeceğimiz…
Kendimizle barışacağımız, kendimize daha şefkatli olacağımız yarınlarda buluşmak dileğiyle…
Bir kahve molasında, hafta sonu keyfinde, yeniden satırların yarenliğinde görüşmek üzere…
Tuğba Özer















