1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Engin Anıl: “Babam Tabellacı Cahit’i hiç böyle görmemiştim...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Engin Anıl: “Babam Tabellacı Cahit’i hiç böyle görmemiştim...”

A+A-

Engin Anıl için rahmetlik babası, işçi önderi Tabellacı Cahit’in mücadelesinin de “Lefke 48” oyununda yansıtılması güzel bir sürpriz oldu ve “Babam Tabellacı Cahit’i hiç böyle görmemiştim” diye yazdı...

Engin Anıl, sosyal medya paylaşımında babası Cahit Usta’yla ilgili şöyle yazdı:

“Cahit Usta’yı (Tabellacı Cahit) yani babamı hiç böyle görmemiştim! Bugün onun 14üncü ölüm yıldönümü (14.5.1926-4.7.2011)...

Bir insana atalarından kalan en büyük miras onun topluma kazandırdıkları ve yitip gittikten sonra da o özellikleriyle toplum tarafından hatırlanmasıdır.

2025 yılı Mayıs Ayı içerisinde, Lefke Belediyesi Cittaslow Tiyatrosu, 1948 yılında gerçekleşen CMC Maden Grevi’ni LEFKE 48/ΛΕΥΚA 48-Bir Grev Öyküsü adlı oyunla sahneye taşıdı.

EMEKÇİ GAZETESİ...

Oyunun sahneye konmasından yaklaşık 3-4 ay önce oyunu projelendiren bir grup arkadaş beni ziyaret edip babam ve 1948 CMC Maden Grevi hakkında sözlü tarih araştırması niteliğinde  bildiklerimi anlatmamı istediler. Babamın 1948 maden grevinde ön saflarda ve özellikle de “Emekçi” gazetesiyle bu mücadeleye destek olduğunu o günlerde o konuda şiirler yazıp Enternasyonal Marşı’nın müziğine adapte ettiğini biliyordum. Bunun yanında bu mücadele sırasında toplum lideri Dr. Küçük’ün önce ortak mücadeleye destek verdiğini ama sonradan İngilizlerle anlaşarak grev kırıcı olduğunu ve Halkın Sesi Gazetesi’nde Türk işçilere “İş başı yapın” çağrısı yaptığından dolayı Emekçi gazetesinde “Satılık Küçük Bir Köpek Vardır” ilânını bastıklarını defalarca babamdan dinlemiştim.

Oyuna hazırlık aşamasında olan arkadaşlara yine de sormadan edemedim: “Gerçekten babam bu denli etkili miydi bu grevde?”

ONURLANDIM, GURUR DUYDUM...

Bu sorumun cevabını, oyun Lefkoşa’da sahneye konduğunda süreç içerisindeki kollektif mücadelede aldım. Onurlandım. Gurur duydum. Onun verdiği mücadelenin bir benzerini veremediğim için de üzüldüm.

Tahmin edilebildiği gibi, derin devlet uzantılarının baskısını üzerinde hissederek korkarak yaşayan birçok insan var toplumumuzda. Öldürülenler, korkutulanlar, Kıbrıs’tan kaçıp İngiltere’ye, Avustralya’ya göç eden yığınla insan. Babama göre birtakım şeyleri bilmemem daha iyi idi. Bu nedenle bu konuları derinlemesine konuşmadık hiç. Belki de yeterince zorlamadım konuşup kayıt altına almak için.

EMEKÇİ GAZETESİ NÜSHALARINI YAKTIYDIK...

Öyle bir baskı düşünün ki, ortaokul döneminde sınıf arkadaşınızın babası ona “Bizim evimize gelmemesini, birlikte görünmemesini” telkin ediyor. (Bunu yaklaşık 3 sene kadar önce öğrenebildim.)

Yine 1968’i de kapsayan yıllarda eve o dönemdeki yerel tanımıyla CID tarafından baskın yapılacağı haberi geldiğinde annemle beraber Emekçi Gazetesi’nin nüshalarını yaktığımızı hatırlarım.

EN BÜYÜK KORKULARI, İKİ TOPLUMUN BİRLİKTE MÜCADELESİ OLDU...

Bizi yönetenlerin, burjuvazinin (ayrı Pazar isteyenlerin) ve emperyalistlerin en büyük derdi, sorunu ve korkusu olmuştu iki toplumun birlikte mücadele etmesi ve dost olması. Ne yazık ki kendisini duygusal olarak “milliyetçilik girdabına kaptıran” çok miktarda iyi niyetli, temiz insan da bu cendereye girdi. Ve iki toplum birbirlerini yok etmek için alabildiğine kapıştı. Geriye yığınla acı, talan, hırsızlık, ırza geçme ve savaşın her türlü pisliği kaldı.

HALA SAVAŞ ÇIĞIRTKANLIĞI YAPIYORLAR...

Tüm yaşananlar bugün bize ders ve ibret olacağına, bu insanlar yakın coğrafyada 60 bine yakın insan öldüğünü,  insanların kolsuz, bacaksız, eğitimsiz, işsiz, açlık, susuzluk ve sefalet içinde olduklarını dahi görmeden kana susamış ejderhalar gibi savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.

Aşağıda Yenidüzen Gazetesi’ndeki Kültür ve Sanat alanındaki yazıları ve röportajlarıyla öne çıkan öğrencim Murat Obenler’in oyunu sahneleyen Lefke Belediyesi Cittaslow Tiyatrosu’nu temsilen oyunun yazar ve yönetmeni ile yaptığı röportajı bulabilirsiniz.

Oyunu yazan, yöneten, üretim ve sergileme aşamasında emeği geçen herkese, bu röportajı yapan Murat Obenler ve yazıyı yayımlayan Yenidüzen gazetesine teşekkür ederim.”

Kıbrıslı maden işçisinin 125 günlük ortak ve onurlu direnişinin hikayesi:

https://www.yeniduzen.com/kibrisli-maden-iscisinin-125-gunluk-ortak-ve-onurlu-direnisinin-hikayesi-182747h.htm

Lefke 48 oyunundan bir sahne...

oncelikli-sayfa-17-resim-lefke-48-oyunundan-bir-sahne.jpg

Tabellacı Cahit Usta...

oncelikli-tabellaci-cahit-usta.jpg

****

Senegal’de yalnız bir çift

Ali BULUNMAZ/BİANET

Siyahların beyazlara, beyazların da siyahlara karşı önyargılarını, eline fırsat geçtiğinde her iki tarafın da birbirine şiddet uygulayabileceği ortamı, Faye’nin ve Isabelle’in hikâyesiyle anlatıyor Ousmane Sembéne.

Afrika’nın ve ülkesi Senegal’in sömürgecilik sonrası dönemini işlediği filmleriyle ve kitaplarıyla tanınan; kıta sinemasında bir öncü olarak nitelenen Ousmane Sembéne’yle ilgili efsaneye dönüşmüş, baştan aşağı uydurma bir olay, onun tüm yaptıklarının önüne geçti neredeyse: Kraliçe II. Elizabeth’in ölümünden sonra sosyal medya mecralarında bir paylaşım dolaşıma sokuldu; güya “İngiliz Kraliyet Ailesi Onur Ödülü”ne layık görülen Sembéne, bunu reddetmekle kalmıyor ve kürsüye çıkarak “Onurlu doğan hiçbir insanın kraliçelerin vereceği ödüle ihtiyacı yoktur” diyor. Sosyal medyada hızla yayılan bu paylaşımın ardından, yönetmenin asistanı Clarence Delgado’ya ulaşan Teyit, böyle bir olay yaşanmadığını; adı geçen ödülün aslında hiç bulunmadığını açıkladı. Belli ki işgüzar birileri II. Elizabeth’i kötülemek ve Sembéne’yi övmek için böyle bir şey kurgulamıştı. Bu yalanı bir tarafa bırakıp yapıtlarına baktığımızda Sembéne’nin kim olduğunu, Senegal ve Afrika için yaptıklarını daha iyi anlayabiliriz.

 

SENAGAL’DEN HİKAYELER...

Balıkçılıkla uğraşan bir ailenin evladı olarak 1923’te doğan Sembéne, 1947’de göçtüğü Fransa’da, hem Senegal’in hem de Afrika’nın durumuna dair hikâyeler anlatmaya koyuluyor. 1947’ye kadar ülkesinde kaleme aldığı kitapların, okuma-yazma oranının düşüklüğü nedeniyle istediği etkiyi yaratamaması üzerine “politik bir eylem” dediği sinemaya yöneliyor.

Kendisini entelektüel olarak görmeyen yazar ve yönetmen Sembéne, Senegal’de ve Afrika’da sömürgeciliğin açtığı yaraları ve özgürlük tutkusunu ortaya koyduğu filmleriyle ve kitaplarıyla tanınan bir hikâye anlatıcısı hâline geliyor. Fransızlaştırılan değil, özgür Senegal’i savunuyor. Diğer bir ifadeyle kolonyalizmden ve bağımsızlığa uzanan süreçte, yaşananlara ve tanıklığına dair hikâyelerle buluşturuyor bizi. Bunların özünde ise sosyal adalet, mülkiyet hakkı ve Senegal başta olmak üzere Afrika halklarının kaderini kendisinin tayin edebilmesi bulunuyor.

Sosyalist yönetmen ve yazar Sembéne, Ah Benim Ülkem Vah Benim Güzel Halkım’da bağımsızlığını 1960’ta kazanan Senegal’e sekiz yıllık bir aranın ardından beyaz eşiyle dönen Oumar Faye’nin hikâyesini anlatıyor. Faye aracılığıya 1960’lardaki bağımsızlık hamlelerinin ardından ortaya çıkan bocalamaları; gelenek-yenilik tartışmalarını, sömürgeciliğin ve ırkçılığın bıraktığı derin izleri romanlaştırıyor.

ÇAMURLU BİR NEHİR GİBİ...

Faye, her ne kadar kurmaca bir karakter olsa da ayakları gerçekliğin toprağına basıyor. Bağımsızlık öncesi ve sonrası Senegal’deki sancılı ortamın tanığı ve anlatıcısına dönüşen bu adam, eşi Isabelle’le ülkesine döndükten sonra dedikoduların ortasında kalırken dokunulmazlara saldıran ve hem kıtada hem de ülkesinde o güne kadar kurulup işletilmiş düzene karşı çıkmasıyla Afrika’daki bağımsızlık ve sonrasında sivrilen halk kahramanlarını da andırıyor.

Faye’nin bir başka yönü, Afrika dışında geçirdiği zaman diliminde hayli tecrübe kazanması ve siyahların da beyazların da yumuşak karnını bilmesi: “Faye birçok açıdan beyazların düşünme biçimini, tepkilerini özümsemiş ama bir yandan da halkının mirasını kendi derinliklerinde korumuştu. Avrupa’da geçirdiği yıllar boyunca çok şey görmüş, çok şey öğrenmişti; içinde büyük çalkantılar yaşamış, hatta kendi ırkından kardeşlerini müsamaha göstermeden yargılama noktasına bile gelmişti: Onların yobazlıkları, herhangi bir toplumsal ilerlemeyi oyalıyor gibi görünen bâtıl inançları, çıkarcılıkları ve hatta bazılarının ‘beyaz karşıtlığına’ varan tepkilerinin çocuksuluğu.”

Faye, yıllar sonra geri geldiği Senegal’de, Isabelle’in geleneklere ve ülkedeki yaşama uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda ailesinin ciddi endişelere sahip olması yüzünden bir gerilimin ortasında buluyor kendisini. Bu durum, daha ilk günden itibaren bir soruna dönüşüyor. Ufak tefek sıkıntılar ve Isabelle’in beyazlığının yarattığı kaygılar su yüzüne çıkıyor: Senegal’in sömürge olduğu dönemde tohumları atılmış önyargılar bunlar: “Beyaz bir kadın bizimle nasıl yaşayacak? Bunu hiç sordun mu kendine? Nasıl darı dövüleceğini bilir mi? Bizimle aynı kaptan yer mi? Bizi temiz mi bulur yoksa şu bizi sömürmek için burada olan kendi ırkındakiler gibi pis mi bulur?”

Beyaz kadın, Afrika’yı senelerce esaret altında tutan Beyaz Adam’ın bir temsili olmasının yanında, Faye’nin ailesinin (özellikle de annesinin) gözünde geleneklere aykırılık anlamı taşıyor. Bu bakımdan Faye, hem ülkesine biraz olsun yabancılaştığından hem de eşinden dolayı yalnız kaldığını (daha doğrusu bırakıldığını) hissediyor.

Sembéne, Isabelle’in ve Faye’nin kurduğu hayat ile Senegal’deki yaşamın farklılığı üzerinden, bazen açıkça dillendirilen bazen de davranışlarla belirginleşen gelenek-yenilik gerilimini anlatıyor. Buna, yılların parçalanması zor tortusunu, Senegal’e has sorun ve tartışmaları, beyaz-siyah ve kadın-erkek çatışmasını da ekliyor. Dolayısıyla değişim ve ona direnenler arasındaki uçurumu resmediyor.

Faye, yalnızca ailevi değil, kültürel kavgaların ortasına da düşüyor memleketine geldiğinde; evlilik, kadınların eğitimi ve oy hakkı, tekeşlilik ve çokeşlilik gibi tartışmalarla yüzleşiyor. Bağımsızlık sürecinin beraberinde getirdikleri de bunlara ekleniyor: “Derin uykusundan uyanan ülke, bir nehrin çamuru götürmesi gibi onları da beraberinde sürüklüyordu; hem kendi gelecekleri hem de halkın geleceği onlardan her gün daha fazlasını talep ediyordu. İki ırkın çatışmasından kaynaklanan dramayı artık yaşamayacakları bir Afrika istiyorlardı.”

 

“MEDENİYET GÖRMÜŞSÜN SEN...”

Senegal’de yeni bir dönem başlarken Isabelle ve Faye de yeni bir hayata adım atıyor; inşa etmeye başladıkları ev, Sembéne’nin romanda kurguladığı bir metafor âdeta: Başlangıçların ve kuruluşun zorluğunu simgeliyor. Üstelik annesi ve babası başta olmak üzere neredeyse tüm ailesinin, Isabelle’in beyazlığından ötürü Faye’ye sırt çevirmesi, söz konusu güçlüğü derinleştiriyor. Faye ise ülkesi ve ailesindeki ataerkilliğe ve önyargılara başkaldırırcasına Isabelle ile yeni evlerinde mutlu olabileceğine inandığı bir yaşama adım atıyor.

Öte yandan, beyazların Senegal sokaklarında aşağılanmasından payını alıyor Faye ve Isabelle. Beyaz Adam, hâlâ siyahların belli sınırları geçmemesi gerektiğini ima ediyor, direnmeleri hâlinde onların ortadan kaldırılacağını söylüyor. Üstelik Isabelle’in bir beyaz olmasından onlar da rahatsızlık duyuyor. İkilinin verdiği bu sınavlar, bazı zamanlarda Senegal topraklarını hallaç pamuğu gibi atan fırtınalara ve kıyıları döven dev dalgalara benziyor. Bunlara, ailesinin Faye’ye “medeniyet görmüşsün sen” diyerek beyazlaşma imasında bulunması da dâhil. Bir diğer sıkıntı ise Faye’nin, Senegalli olmaktan uzaklaştığını öne süren siyahların saldırısına uğraması ve “kamu güvenliğini tehdit ettiğinin” söylenmesi. Bütün bu tartışmalar, gerilimler ve daha fazlası, beyaz bir doktor tarafından “Sizde kimsenin bir ulus oluşturma arzusu yok” cümlesiyle özetleniyor.

Senegal’deki gelgitlerin ve Faye’nin ailesindeki gerginliğin içinde, Isabelle tekdüze hayatından yavaş yavaş sıkılıyor; Paris’in karmaşıklığını, gürültüsünü, kalabalığını ve alelade insanlarını özlerken ülkenin coşkun doğası ona yük olmaya başlıyor. Bunların üstüne yalnızlığın ağırlığı çöküyor. Uğradığı saldırı ise her şeye tuz biber ekiyor. Faye, sömürgecilerin ve işbirlikçilerinin karşısında onur mücadelesi vermek isterken Isabelle, yurdu Fransa’ya dönmek istediğini söylüyor eşine. Böylece ikilinin ilişkisine gölge düşüyor. Fakat bu olup bitenler, ileride yaşanacak büyük facianın yanında suda bir damla gibi kalıyor.

Siyahların beyazlara, beyazların da siyahlara karşı önyargılarını, eline fırsat geçtiğinde her iki tarafın da birbirine şiddet uygulayabileceği ortamı, Faye’nin ve Isabelle’in hikâyesiyle anlatıyor Sembéne. Fransızlaşmış ya da Fransızlaştığı düşünülen Senegallilere, siyahların sert yaklaşımı da yazarın hikâyesinin bir diğer önemli tarafı.

Sembéne’nin altını çizdiği bir diğer konu, Isabelle’in ve Faye’nin farklılığı üzerinden Afrika’da ve Senegal’deki kültürel ayrışma, hatta siyahlar ile beyazlar arasındaki yabancılaşma, gelenek-modernlik çatışması ve toplumsal eşitsizlik. Kısacası birbirini anlıyor gibi görünen, aynı toprakta ve aynı doğada yaşayan iki grubu ve iki kültürü, Afrika ve Senegal tarihinden parçalarla birleştirip romanlaştırıyor yazar.

***  Ah Benim Ülkem Vah Benim Güzel Halkım, Ousmane Sembéne, Çeviren: Hikmet Kazel, Everest Yayınları, 216 s.

(BİANET.ORG – Ali BULUNMAZ – 10.7.2025)

sayfa-16-resm-010.jpg

Bu yazı toplam 656 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar