1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Düşler ve Gerçekler…
Düşler ve Gerçekler…

Düşler ve Gerçekler…

‘Gerçek, hayalin ayak izlerini takip eder’. Sunay Akın Benim ilk ve belki de tek gerçek oyuncağım dayımın İngiltere’den getirdiği Barbi bebek, aynası ve tarağıydı. Savaşın o en acılı ve gergin anlarında hep ona sarıldığımı hatırlıyorum.

A+A-



 

‘Gerçek, hayalin ayak izlerini takip eder’. Sunay Akın

Benim ilk ve belki de tek gerçek oyuncağım dayımın İngiltere’den getirdiği Barbi bebek, aynası ve tarağıydı. Savaşın o en acılı ve gergin anlarında hep ona sarıldığımı hatırlıyorum. Sonra göç geldi… Gecenin bir yarısı dağ yolundan yürüyerek köyümüzü ve her şeyimizi bırakıp adamızın kuzeyine, ya da bilinmeyene doğru çıkacağımız yolculuk. Herkesin sadece küçük bir tek eşya alma hakkı vardı. Öyle ya  iki gün iki gece yürümemiz planlanıyordu. Sekiz yaşında bir çocuk ne taşıyabilirdi ki bu yolculukta.  Dağ yolunun henüz başında kamyondan indirilip, yürümeye başlamıştık ki, gecenin zifiri karanlığını delen bir ışık vurdu yolun ileriki başına. Büyükler, hemen “yanımızdaki uçuruma yatın” dediler. Yatmak değil, çalılar arasına, kapkaranlık bir vadiye yuvarlanmaktı aslında yaptığımız. Askeri devriye aracı üzerimizdeki yoldan geçip gitmişti. Şimdilik yakalanmamıştık ama kayıplarımız büyüktü. Annemin ayakkabısı uçuruma uçmuş, bir yaşındaki yeğenimin biberonu kaybolmuş; eh işte benim de Barbi’m Trodos dağının derinliklerine gömülmüştü.

Sonra, hiç bebeğim olmadı. Belki de olmasını istemedim ama, kızımla Sunay Akın’ın oyuncak müzesini gezerken Barbi’min hâlâ bende olmasını ve onca yaşanmışlığıyla onu Sunay Akın’ın ellerine, korumasına vermeyi çok istedim.

OYUNCAK MÜZESİNDE TARİHE YOLCULUK…

Bu yılbaşı arifesinde ortalık yangın yerine dönmüşken, onca insan aylardır aç gezerken, sistem çökmüş ve hep birlikte umutsuzluğun karanlığında dolaşırken; ben yeni yılı davulla zurnayla karşılayan yeme - içme partilerinde geçirmek istemedim. Kızımla uzun süredir aklımızda olan İstanbul Oyuncak Müzesi’ni gezmek için yeni yıl arifesinde iki günlük bir kaçamak yaptık. Oyuncaklar arasında düşlerimize dönmek, yıllardır tüm çocukların hayallerinin bekçiliğini yapan oyuncaklarla yeniden düşler kurabilmek için…

Sunay Akın’ın oyuncak müzesi İstanbul’un Göztepe semtinde bembeyaz beş katlı bir Osmanlı konağı. Sunay Akın’a ailesinden yadigâr. Bu paha biçilmez yadigârı, Sunay Akın geleceğimiz, her şeyimiz çocuklarımıza armağan etti 23 Nisan 2005 çocuk bayramında... Hem de içinde tarihten günümüze dek gelen tüm oyuncaklarla birlikte… 20 yılda tüm varlığını yatırarak, bütün dünyadan topladığı oyuncakları işte bu müzede topladı. Kâh bir ev parası ödedi bir oyuncağa, kâh 37 yıl önce sünnet töreninde kendine hediye edilen oyuncağı dünyanın bambaşka bir köşesinde bulup 400 Euro’ya aldı. Tam beş bin oyuncak topladı Sunay Akın dünyanın her yerinden. İlk Barbi, ilk Süpermen, İlk Pinokyo, ilk Miki Fare, İlk Teddy Bear, ilk robot, Mona Lisa’nın tek oyuncağı, 1,75 boyunda dünyanın en büyük bebek odası,.. Birebir boyutlarda bir Eyüp oyuncakçısı, Hiroşima’da bir okuldan arta kalanlar, Hitler döneminde kitap yakan Naziler, oyuncağın zaman yolculuğunda Türkler ve daha niceleri hep bu müzede… Ve Sunay Akın’ın anlatımıyla tüm bu oyuncakların öyküsü…

HAYALLER VE GERÇEKLER…

Sadece oyuncaklar yok bu müzede. Oyuncakların tarihleri bizi gerçek bir zaman yolculuğuna çıkarırken Kızılderililerden, Japonlara dek tüm dünya kültürlerini de capcanlı yaşatıyor. Savaşçılık oyunlarından, yaşanan nice savaşlara, hastane odalarından tıbbın çağ atlayan yolculuğuna, itfaiyeci çocuklara… Sahi, bir zamanlar çocukların yangın söndürmek için bacalardan indirildiğini biliyor muydunuz?

‘Gerçek, hayalin ayak izlerini takip eder’ diyor Sunay Akın… İnsanoğlu neleri düşlemişse onları gerçekleştirdi. Sinema, Lumiere kardeşlerin 1880 Almanya yapımı “Laterna Magica” adı verilen teneke kutudan doğmuştur. Apollo 11’in 20 Temmuz 1969’da aya inişinin tohumlarını yıllar önce Jules Verne, “Aya Seyahat” adlı kitabıyla atmıştır. Yine oyuncak müzesinde bulunan asker oyuncaklar, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce yapılmıştır. Belki de o oyuncaklarla oynayarak savaş stratejileri üreten masum çocuklar gerçeğe dönüşen düşlerinin kurbanı olmuşlardır.

OYUNCAKLARLA DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK…

Ben İstanbul oyuncak müzesini gezerken, ya da oyuncaklarla dünya tarihinde muhteşem bir yolculuğa çıkmışken hep şunu düşündüm: Barışın, huzurun, ırk ayrımının olmadığı bir dünya düşlesek; çocuklarımıza hep böyle oyuncaklar tasarlasak... Tüm dünya çocuklarının oynadığı bir bahçe, çevre kirliliğini protesto eden bir tavşan, silahsızlanmaya karşı bir uzaylı, denizleri kirletenlere karşı savaşan bir balina…

Beş katlı müzenin bodrum katında yine oyuncaklarla dekore edilmiş enfes bir kafe var ama bu kafenin en keyif verici yanı Sunay Akın’ınla derin bir sohbete dalmak. Öyle tutkuyla anlatıyor ki oyuncak dünyasının gerçeğe dönüşmesini; çocuklarımıza ekeceğimiz sevgi tohumlarının dünyayı nasıl değiştirebileceğini; o mekanda olup da, insanın yüreğinde geleceğe dair umut filizlerinin yeşermemesine  imkan yok.





‘BİZ’ Koklanalım

Sıcacık bir dostla, özel bir insanın peşinden sürüklendik adamızın çok özel bir beldesine… Yemyeşil bir büyünün arasında kâh bozkır, kah maki bitki örtüsünü delerek geçtik MESARYA’YI… Gün batımı eşlik etti bize, dolunay göz kırptı çamların arasından…

Ne acıdır, değil mi? Daha önce hiç çevirmemişim arabamın direksiyonunu Luricina’ya (Akıncılar). Luricina şimdilerde 300 nüfuslu, bir zamanlar 2500’e vuran eski görkemli günlerine ağlıyor. Luricina’nın sokaklarını gezerken kâh kerpiç bir evin minik penceresinden sızan ışıkla irkiliyor; kâh eski bir konağa takılıyorsunuz yüreğinizde derin bir hüzün…

Her şeye rağmen yeni binalar da var Luricina’da… Ve “bu topraklar bizim” deyip tırnaklarını geçmişlerine, aidiyetlerine geçirmeye çalışan insanlar. Köy meydanında Gençlik Lokali’ne takıldık yemek için. “Meyhane” dense de oraya, bence mis gibi Kıbrıs koklayacağımız eski bir mekân. Bıcır, bıcır iki genç bayan, anneleri ve 70’lik babaları Süleyman amcayla buram buram Kıbrıs servis ediyorlar misafirlerine. Kapının önünde minik bir mangal, enfes şeftali kebabı, halis zeytinyağı, taş fırından yeni çıkmış çörek ve pilavuna. Cevizli burma tatlısı ve meraklısına tadımlık zivaniya…

Kıbrıslılığımıza, kültürümüze sıkı sıkı sarılmamız gereken bu zor günlerde, Luricina’ya ve Gençlik Lokaline bir uğrayın derim. Süleyman amca ve kızlarının mekânında kendinizi evinizde hissedecek, huzur bulacaksınız. Ama unutmayın bu özel mekân şimdilik sadece pazarları açık…





--------------------------
Biliyor Muydunuz?
--------------------------


Kıbrıslı olup da özel bir anda zeytin kokusu koklanmayı, bundan huzur duymayı sevmeyen yoktur herhalde. Zeytin dalının o özel kokusunun bizi kem gözlerden koruyacağına inanırız. Aslında buna gerçekten inanmasak da, bize verdiği huzur öylesine  güçlüdür ki, çoğu zaman o kokuyu duymak için bile olsa evimizde zeytin dalı yakarız.

Bir arkadaşım anlattı; zeytin dalı tütsüsü bir Şaman geleneğiymiş. Anlamı mı?

“Seyrek dişli,

Çatık kaşlı,

Baldırı tüylü,  gözünün şerrinden emin eyle!..”







Ben 2013’ün bu ilk günlerinde kalplerimize SEVGİ tohumları üflüyorum. Sevgiyle yeşerecek umut dolu yarınlar diliyorum…

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1704 defa okunmuştur