1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. CTP Milletvekili Doğuş Derya:“Türk Lirası kullanmak kaderimiz değil”
CTP Milletvekili Doğuş Derya:“Türk Lirası kullanmak kaderimiz değil”

CTP Milletvekili Doğuş Derya:“Türk Lirası kullanmak kaderimiz değil”

CTP Milletvekili ve Kadın Örgütü Başkanı Doğuş Derya, TL kullanmanın “kader” olmadığını, artık TL kullanımından vazgeçilmesi gerektiğini söyledi ve ekonomik krizin TL kullanıyor olmaktan dolayı derinleştiğini kaydetti.

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

CTP Milletvekili ve Kadın Örgütü Başkanı Doğuş Derya, TL kullanmanın “kader” olmadığını ve artık TL kullanımından vazgeçilmesi gerektiğini söyledi ve ekonomik krizin TL kullanıyor olmaktan dolayı derinleştiğini kaydetti.

Derya, “Adanın kuzeyinin bir Türkiye vilayeti değil, AB müktesebatı askıya alınmış bir Avrupa toprağı olduğunu hatırlayarak, federal çözüm mücadelesi verirken, Euro’ya geçişi de bir güven yaratıcı önlem, barış için, federal çözüm için atılacak olan bir adım olarak kurgulamamız gerekiyor” diye konuştu.

Ekonominin kendi ürettiğimiz kalkınma planları çerçevesinde şekillenmesi gerektiğini de kaydeden Derya, ekonomisi güçlü bir kuzeyin, federal bir devletin çok daha güçlü bir parçası olacağına vurgu yaptı.

Doğuş Derya şunları da söyledi:

“Biz, Kıbrıslı Türk toplumu olarak ayrı bir siyasi entiteyiz ve uluslararası hukuk nezdinde dünyada yerimizi almak istiyoruz. Şimdiye kadar Kıbrıslı Rumlara bunu söyledik, şimdi bizi Türkiye’ye söylemek zorunda bırakmamalılar. Yani Güven Yaratıcı Önlemler’in doğrudan federal bir çözüm müzakeresi süreciyle birlikte bir an önce yürürlüğe girmesi gerekiyor.”

“Çok olacağız”

  • Soru: CTP Kadın Örgütü “Çok Olacağız” sloganıyla bir kurultay yaptı. Bu sloganla vermek istediğiniz mesaj neydi?
  • Derya: Biz kadınlar büyürken, bize çizilen sınırların dışına her çıkmak istediğimizde; toplumsal cinsiyetin dayattığı kültürel kodlamaların bir adım ötesine geçip bir özgürlük adımı atmaya çalıştığımızda,  “sen çok oldun ha” gibi cümleler duyarız. “Çok olma”, “çok oluyorsun” gibi cümleler kültürümüzde bir had bildirme, sınırı belirleme, hudutları çizmeyi ifade eder. Ataerkil kültürün telaffuzu gibidir... İşte bu yüzden, kadınlar olarak özgürlüğümüz için, bize dayatılan sınırlamaları aşmak için, ekonomik, sınıfsal, cinsel sömürüye karşı direnmek için çok olmalıyız diye düşündüm. Bu hem o çizilen sınırları kabul etmeme, hem de sayısal bir çokluktur;  yani birlikte çoğalma, dayanışmak için yan yana gelme anlamında...
    Ayrıca uzunca bir süredir protokoller ve demokrasimize yapılan müdahaleler aracılığıyla Kıbrıs Türk toplumuna ciddi bir sosyal mühendislik yapılıyor. Kendi kurumlarımızı yönetme hakkımız, seçimlerimize yapılan müdahalelerle kendi seçtiğimiz insanlar tarafından yönetilme hakkımız gasp ediliyor. Yargı bağımsızlığına müdahale, eğitimden sağlığa, sosyal politikalardan kültürel alana pek çok konuda müdahaleler var. Bu toplum ne zaman bir adım daha iyiye gidecek olsa, kendi ayakları üzerinde duracak reçeteler üretse, daha fazla demokrasi, daha fazla eşitlik, barış talep etse hep birileri yukarıdan, “sen çok oluyorsun ha” diye bir itaat ve biat kültürü dayatmaya çalışıyor. Bütün bunların hepsi aslında bu “çok olacağız” sloganının arkasında var. “Biz sizin bütün dayatmalarınıza, itaat ve biat beklentilerinize rağmen sınırları aşıp çok olacağız, gözünüzün içine baka baka dayanışmaya, toplumsal birlikteliğe sahip çıkıp yanyana geleceğiz ve birlikte çoğalacağız, çok olacağız. O yüzden sloganı iki türlü kullandık, “Faşizme karşı çok olacağız”, “Sömürüye karşı çok olacağız”, “Demokrasi için çok olacağız”, “Özgürlük için çok olacağız”, “Eşitlik için çok olacağız” dedik. 

“Yoksullaştıkça toplumsal direnç mekanizmaları cılızlaşıyor”

  • Soru: CTP Kadın Örgütü’nde yeniden yapılanma süreci olacağını da açıklamıştınız. Bunun detaylarını öğrenebilir miyiz?
  • Derya: “Çok olacağız” sloganı bu dönem CTP Kadın Örgütü’nün yeniden yapılanmasıyla ilgili de bir işaret veriyor aslında… Gelenek olarak, Yurtsever Kadınlar Birliği’nden beridir, kadın haklarıyla ilgili en fazla talebi ortaya koyan kadın hareketlerinin başında geliyoruz. Şu anda “ihtiyaç politikası” üzerinden kendini ifade eden pek fazla siyasi parti kadın örgütü göremiyoruz. Kadın Örgütlerine hala seçim zamanı oy toplayan bir birim olarak bakan bakış açısı hâkim… Oysa esas olan kadınların ve ikincil kılınan tüm ezilen grupların ihtiyaçlarına dönük, ezilenler adına değil, ezilenlerle birlikte konuşan bir yerden toplumsal cinsiyet eşitliği politikası üretmek. Bu yaklaşım, benim ve arkadaşlarımın savunduğu feminist etik ile doğrudan bağlantılı. Biliyorsun, pandemi dolayısıyla ev içi şiddetin çok yükseldiği verilere yansıdı. Ekonomik kriz TL kullanıyor olmaktan dolayı derinleşiyor ve ekonomik krizler en çok kadınları vuruyor; kadın yoksullaşmasını artırıyor. Tüm bunlar adadaki siyasi çözümsüzlükle de doğrudan bağlantılı. Yani Kıbrıs sorunu çözülmediği için dünyayla entegre olamıyoruz, uluslararası hukuk sistemine dahil olamıyoruz. Hala TL kullanmak zorunda kalıyoruz ve Türkiye’de verilen yanlış kararlar dolayısıyla yoksullaşıyoruz. Yoksullaştıkça toplumsal direnç mekanizmaları cılızlaşıyor. Yoksullaşma kadınları iki kere vurduğu için kadınlar maruz kaldıkları ev içi şiddetten ya kaçamıyorlar ya da devletin kadınlara yardımcı olacağı, sosyal hizmet veren kurumlar bir türlü açılmıyor. O yüzden bu yeniden yapılanmayı bu üç ayak üzerinden düşündük; bir yandan özellikle kadın yoksullaşması ama genelde toplumun yoksullaşmasına dair politika üretme, öte yandan faşizan uygulamalarla yükseltilmeye çalışılan şiddet ve otokrasi kültürüne karşı şiddet karşıtı ve çoğulcu demokrasi alanlarına sahip çıkma öteki taraftan ise, tüm bu tıkanıklığın panzehiri olan barış ve federal çözüm talebine daha çok ses verme…  Nitekim bu yeni dönemde Kadın Örgütümüzün merkezi yönetim kurulundaki sekretaryaları da bu minvalde düzenlendik.  Artık Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Sekreteryası, Kuir Politika ve Azınlık Hakları Sekreteryası ki bu aynı zamanda ekolojik sorunlar ve küresel iklim krizine karşı da politika üretecek bir sekreterya, Kadın Emeği ve Ekonomi Sekreteryası’nı ilk defa oluşturduk. Yol haritamızı da bu eksende çalışmaya başladık. Yakında yol haritamız tamamlanacak, kadın meclisiyle paylaştıktan sonra da hem politika üretmeye başlayacağız, hem de sözümüzü daha fazla yükselteceğiz.

“Durum otokratik muhafazakâr devletlere benzeme yönünde gidiyor”

  • Soru: Kadına yönelik şiddetle ilgili ne tür politikalar ortaya koymayı düşünüyorsunuz ve mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Derya: Ülkemizde her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete maruz kalıyor. Kıbrıs’ın kuzeyindeki yetişkin kadın nüfusunun %25’i cinsel şiddete maruz kalıyor. Polisin 2019’dan 2022’nin Nisan sonuna kadar aldığı başvuru sayısı 3372.  Bu da ortalama günde 3 kadının Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’nin (TOCED) parçası olan Polis Şiddete Müdahale Birimi’ne başvuru yaptığı anlamına geliyor. Bu hiç azımsanacak bir rakam değil ve sadece buzdağının görünen yüzü...
    Devletin bu konuda ürettiği hizmetler, yasalarını geçirdiğimiz halde, yeterli değil. 2014 yılında TOCED’in Teşkilat Yasası’nı geçirdik. 8 yıl oldu, hala bu konuda poliste bizim dönemimizde açılan birim dışında yürürlükte olan ve ciddi faaliyet gösteren başka bir birim yok. Alo 183-Sosyal Hizmetler Hattı elinden geldiğince yardımcı oluyor ama aslında TOCED Yasası’nın içinde olan “Alo İmdat” hattının açılması gerekiyor. Devletin hala bir sığınma evi yok, sığınma evi olmadığı halde utanmadan külliye yapımından bahsediyorlar. Bunlar birbiriyle çok ilişkisel... Şiddet kültürü kendini sadece dayak ya da tecavüz ile göstermiyor. Bugün Macaristan, Polonya, Türkiye gibi muhafazakâr otokrasi haline gelmiş birçok ülkede, kamu kaynaklarının sosyal politikalara değil, yönetici erkek elitlerin siyasi çıkarlarına hasredilmesi olarak da vuku buluyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde de durum bu otokratik muhafazakâr devletlere benzeme yönünde gidiyor. Adı “İktisadi ve Mali İşbirliği” olan ama oldukça ideolojik bir sosyal mühendislik olarak kurgulanan Protokolde de benzer emareler var. Kadınları birey olarak güçlendirmek yerine, aile kavramı arkasına saklanarak muhafazakar bir dünya görüşünün nesnesi yapmak istiyorlar. Buna karşın, CTP Kadın Örgütü olarak vizyonumuz ezilen toplumsal grupların maruz kaldığı sömürüyü azaltacak kamusal hizmetleri yaygınlaştırma yönünde.

“TL’nin yarattığı enflasyon ve yoksullaşma orta sınıfı eritiyor”

  • Soru: Ekonomiden en çok etkilenen kesimlerin kadınlar olduğunu biliyoruz. Mali ve İktisadi İşbirliği Protokolü sır gibi saklandı ve sonunda ortaya çıktı. Sizin değerlendirmeniz nedir?
  • Derya: Aslında ortada bir “Yok Oluş” protokolü var. Sendikal haklardan, basın özgürlüğüne kadar toplumun kazanılmış tüm haklarına taarruz ediyor. TL’nin yarattığı enflasyon ve yoksullaşma ülkemizdeki orta sınıfı eritiyor, mülksüz hale getiriyor. “Prekaryalaşma” yani güvencesiz çalışan işçilerin sayısı artarken, kadın işsizliği derinleşiyor. Bu kadar ekonomik sıkıntı varken, çocukların gideceği bedava kreş, yaşlıların sağlık ve bakım hizmeti alabilecekleri yaşlı bakım evleri yokken, Din İşleri Başkanlığı’nın statüsünün yükseltilmesini öngören bir protokol var ortada. Bunun Türkiye’deki modellemeyi buraya aktarmak olduğu çok bariz. Türkiye’de kadınların boşanmaları zorlaştırılırken, boşanmasınlar diye nafaka hakkına dokunulurken, şiddete maruz kalan kadınların başvurabileceği sığınma evlerinin sayısı azaltılırken, Türkiye neredeyse her gün bir kadının öldürüldüğü bir ülke haline gelirken, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilen oldukça otokratik bir ülke haline gelirken, orada uygulanan aile destek programlarını buraya aktaracaklarını söylüyorlar. Burada bir sıkıntı var çünkü bu ülke kendi aile politikasını, kadın politikasını, çocuk hakları politikasını yapamayan bir ülke değil. Yaptık ve çok da ileri noktadayız. Bizim Aile Yasa’mız Avrupa devletleri içerisinde en iyi Aile Yasalarından biridir, 2015 yılında çok önemli düzenlemeler yaptık. Bizim aile yapımızın modern, seküler, demokratik olması, kadınların bir kuluçka makinesi değil de eşit bir birey olarak görülmesi sosyolojik olarak tarihimizden gelen bir noktadır. Buna müdahale edilmeye çalışılıyor. Adına cicili bicili bir takım başlıklar koyulduğunda, üretilecek politikanın yaratacağı tahribat engellenecekmiş gibi bir algı operasyonu var ama adına “reform” deyip bir yokoluş protokolü dayatılıyor, adına “aile destek programı” deyip, aslında aile yapısını oldukça muhafazakar, ataerkil, 50 yıl öncesinin aile yapısına dönüştürmeye çalışıyorlar. Biz kadınlar olarak bunlara karşı çok dirençli olmak zorundayız. CTP kadın örgütünün mücadele alanlarından bir tanesi de bu olacak, biz kadın, çocuk, LGBTİ+ hakları konusunda attığımız ileri adımların geri götürülmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Ayrıca sosyal güvence sistemine dâhil olmadan çalışan kadınların ekonomik hakları ile ilgili çeşitli başlıklar üzerinden çalışmaya başladık. Ev içi Emek ve Ekonomi Sekreteryamız bunu tamamladığı zaman harekete geçmiş olacağız.

“Türkiye’de enflasyon %160”

“Ekonomimizin kendi ürettiğimiz kalkınma planları çerçevesinde şekillenmesi gerekiyor, dışarıdan dayatılan protokollerle değil. Bunlar, tabii ki Kıbrıs sorununun çözümüyle doğrudan bağlantılı, ekonomisi güçlü bir kuzey, federal bir devletin çok daha güçlü bir parçası olur”

 

  • Soru: Asgari ücret açlık sınırının altında... TL sürekli değer kaybediyor. Nereye gidiyoruz?
  • Derya: Kasım 2021’de Türkiye Merkez Bankası’nın kararlarına müdahale edildiği için, TL ciddi değer kaybediyor. Benim güvendiğim, Enflasyon Araştırma Grubu ENAG’ın verilerine göre, Türkiye’de enflasyon %160, bu KKTC’deki enflasyonun çok daha yüksek olduğu anlamına geliyor. KTAMS, Mayıs   itibarıyla açlık sınırının 8 bin 6 yüz 76 TL olduğunu açıkladı. Belli dönemlerde maaşlara biraz enjeksiyon yaparak günü kurtarma yönüne gitmeye kalkacak olsalar bile Türkiye hükümetinin irrasyonel ekonomi politikası devam ettikçe bu yoksullaşma devam edecek. Bu yaşadıklarımızı toplum olarak hak etmiyoruz ve TL kullanmak “kader”imiz değildir. Artık TL kullanımından vazgeçilmesi gerekiyor. Adanın kuzeyinin bir Türkiye vilayeti değil, AB müktesebatı askıya alınmış bir Avrupa toprağı olduğunu hatırlayarak, federal çözüm mücadelesi verirken, Euro’ya geçişi de bir güven yaratıcı önlem, barış için, federal çözüm için atılacak olan bir adım olarak kurgulamamız gerekiyor. Bunu söyleyen tek parti CTP’dir. Nitekim biz muhasebe sistemi anlamında Euro’ya geçilsin dediğimiz için, protokole “döviz kullanımını azaltacağız” gibi bir ibare koyuyorlar ama Kıbrıslı Türklere gönderilmeyen, fakat kredi olarak verilen borçların dolar bazında kaydedildiğini görüyoruz. Yani TC, KKTC ile imzaladığı mali protokolde, borç olarak vereceği miktarı, kendi parasına güvenmediği için dolar olarak kaydediyor. Anomaliler saymakla bitmez.
    Ekonomimizin kendi ürettiğimiz kalkınma planları çerçevesinde şekillenmesi gerekiyor, dışarıdan dayatılan protokollerle değil. Bunlar, tabii ki Kıbrıs sorununun çözümüyle doğrudan bağlantılı, ekonomisi güçlü bir kuzey, federal bir devletin çok daha güçlü bir parçası olur.

“Şimdiye kadar hiçbir Kıbrıslı Türk lider olmamıştır ki, Kıbrıslı Türkler’in haklarını unutsun”

“Ersin Bey, Kıbrıslı Türklerin haklarını savunacak herhangi bir lider olmasın diye müdahalelerle oraya getirilmiştir. Bu toplum açısından çok üzüntü verici bir şeydir. Çünkü şimdiye kadar hiçbir Kıbrıslı Türk lider olmamıştır ki, Kıbrıslı Türkler’in haklarını bu anlamda unutsun ve Cumhurbaşkanı’nın yetkileri dışındaki şeyleri yapsın”

  • Soru: Kıbrıs konusunun çözümünün artık federasyon değil, iki devlet temelinde çözülmesi  savunuluyor...
  • Derya: Türkiye, Doğu Akdeniz’de yeni oluşacak olan enerji denkleminde yerini alabilmek için “gunboat diplomacy” dediğimiz savaş gemisi diplomasisi üzerinden, daha militarist, sert bir diplomatik yerden pozisyon alıyor uzun süredir. 2022’nin başında Amerika, East-Med projesine desteğini çektikten sonra Türkiye’nin bu denkleme yeniden girme ihtimali söz konusu oldu ve bir takım diplomatik trafikler başladı. Bu trafik içinde Türkiye’nin, Mısır’la, İsrail’le, Rusya’yla, AB ile her türlü teması var, hatta Güney Kıbrıs’la bile var doğalgaz paylaşımının nasıl olacağıyla ilgili... Fakat şu anda masada Kıbrıslı Türklerin hakkını savunan herhangi biri yoktur. Türkiye bizim adımıza konuşan bir pozisyondadır. Aslında Ersin Bey, Kıbrıslı Türklerin haklarını savunacak herhangi bir lider olmasın diye müdahalelerle oraya getirilmiştir. Bu toplum açısından  çok üzüntü verici bir şeydir. Çünkü şimdiye kadar hiçbir Kıbrıslı Türk lider olmamıştır ki, Kıbrıslı Türkler’in haklarını bu anlamda unutsun ve Cumhurbaşkanı’nın yetkileri dışındaki şeyleri yapsın.

“İki devletlilik şu anda dünyanın kabul edeceği bir model değildir”

“Biz, Kıbrıslı Türk toplumu olarak ayrı bir siyasi entiteyiz ve uluslararası hukuk nezdinde dünyada yerimizi almak istiyoruz. Şimdiye kadar Kıbrıslı Rumlara bunu söyledik, şimdi bizi Türkiye’ye söylemek zorunda bırakmamalılar. Yani Güven Yaratıcı Önlemler’in doğrudan federal bir çözüm müzakeresi süreciyle birlikte bir an önce yürürlüğe girmesi gerekiyor”

İki devletliliğin imkânsız olduğunu bunu savunanlar bilmiyor mu? Biliyor. İki devletlilik şu anda dünyanın kabul edeceği bir model değildir. Bunu savunanlar KKTC’nin statüsünün değişmesini istemiyorlar. Yani ne federal bir devletin parçası olarak uluslararası hukuk içinde yerini alsın, ne de kendilerinin iddia ettiği gibi tanıtılarak uluslararası hukuk içinde yerini alsın. Çünkü mevcut haliyle, uluslararası hukuk dışında kalmış bir KKTC kara para aklamak için, narkotik için, insan ticareti için bir cennettir, o yüzden bu hukuk dışı düzeni devam ettirmek isteyenler var. 
İlerleyen günlerde önümüze şu gelebilir;  Maraş’ın açılmasına karşılık Ercan ve Mağusa Limanı’nın açılması, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açması, Türkiye’nin de Güney Kıbrıs’ın da doğalgaz konusunda kendi istediklerini alabilecekleri bir formül… “Kıbrıslı Türkler, Ercan ve Mağusa’nın açılımıyla ekonomik olarak bir miktar iyileştirilsin ama KKTC’nin statüsü değişmesin çünkü bu şekilde çok daha kolay kontrol ediliyor”. Bu aslında bizim geleceğimizi çöpe atmak demektir. Bizim 50 yıldan fazladır bu ülkede verdiğimiz varoluş mücadelesinin hilafına olan bir şeydir. Biz bu mücadeleyi niçin verdik? Biz, Kıbrıslı Türk toplumu olarak ayrı bir siyasi entiteyiz ve uluslararası hukuk nezdinde dünyada yerimizi almak istiyoruz. Şimdiye kadar Kıbrıslı Rumlara bunu söyledik, şimdi bizi Türkiye’ye söylemek zorunda bırakmamalılar. Yani Güven Yaratıcı Önlemlerin doğrudan Federal bir Çözüm müzakeresi süreci ile birlikte bir an önce yürürlüğe girmesi gerekiyor.

“UBP, DP ve YDP, devletin bütün kurumsal yapısını çökertenlerdir”

“Muhatabımız, UBP, DP ve YDP, ‘devleti biz kurduk, ilelebet yaşatacağız’ dedikleri halde devletin bütün kurumsal yapısını ve işleyiş biçimini çökertenlerdir. Biz bu toplumun kendi kurumlarını ve mekanizmalarını, hak ve özgürlüklerini savunmak için en ciddi şekilde mücadele vermesi gereken, topluma kendini siper eden partiyiz”

  • Soru: Mecliste çok tartışmalı günler yaşanıyor, meclis içinden biri olarak oradaki ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Derya: Eğer anayasa başta olmak üzere, yasalar, meclis içtüzüğü, şimdiye kadar oluşturulmuş demokratik teamüller sürekli olarak keyfi bir şekilde ihlal edilirse, bunun karşısında yapabileceğiniz şey nedir? Bunların ihlal edilmesinin önüne geçmek. Muhatabımız, UBP, DP ve YDP yani bunları ihlal edenler, aynı zamanda “devleti biz kurduk, ilelebet yaşatacağız” dedikleri halde devletin bütün kurumsal yapısını ve işleyiş biçimini çökertenlerdir. Biz bu toplumun kendi kurumlarını ve mekanizmalarını, hak ve özgürlüklerini savunmak için en ciddi şekilde mücadele vermesi gereken, topluma kendini siper eden partiyiz. Biz meclis dışı mücadelenin çok önemli olduğunu biliyoruz ve bu anlamda “sokak mecliste, meclis sokakta” diyoruz. Bizi meclise gönderenler Kıbrıs Türk Halkı’dır. Kıbrıs Türk halkı “meclise gidin, benim haklarımı koruyun. Ekonomim daha fazla erozyona uğramasın, alım gücüm düşmesin, göç etmeyeyim” diyerek bizi oraya götürdü.
    Kendi partisinin kurultayında beşinci sırada seçildiği halde müdahalelerle başbakan yapılmış Ünal Üstel de, Erhan Arıklı da, Fikri Ataoğlu da oraya atanmış, Bakanlar Kurulu’ndan geçirdikleri yasaların bir cümlesini bile okumayacak kadar sorumsuz, ne gönderdiklerini bilmeyen, hukuktan bihaber, günü idare etmek üzere talimatları alıp yöneten birer memurdan öte değiller şu anda… Bunu üzülerek söylüyorum.

 

yd-destek-gorseli-2-726.jpg 

Bu haber toplam 3978 defa okunmuştur