
BİR NESLİN KADERİ: KIBRIS’TA EĞİTİM VE GERÇEK DÖNÜŞÜMÜN EŞİĞİ
Artık reform değil; devrim zamanı.Ama silahlarla değil, kitaplarla.Gürültüyle değil, akılla.Bölünerek değil, birleşerek.
Mehmet Çağlar
[email protected]
Akdeniz’in ortasında güneş, her sabah Kıbrıs’ın sarı taşlarını ısıtırken yalnızca bir coğrafyayı değil, bir toplumun geleceğini de aydınlatmaya çabalıyor. Fakat ne yazık ki bu ışığın çocuklarımızın gözlerinde bıraktığı parlaklık her geçen gün biraz daha sönüyor. Çünkü eğitim bir ülkenin nefesidir; nefesi daralan bir toplumun koşması, üretmesi, umut ederek geleceğe yürümesi mümkün değildir.
Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitim sistemi uzun zamandır bir koşu bandında…
Koşuyor gibi görünüyor ama aslında bir yere varmıyor.
Adımlar hızlanıyor, nefes daralıyor, çaba artıyor — fakat manzara hep aynı kalıyor.
Bu topraklarda demografik sarsıntılar, plansız büyüme, denetimsiz nüfus hareketliliği, sınıfların giderek dolması, öğretmenlerin tükenmesi, üniversite enflasyonu, sınav odaklı bir çocukluk rejimi, nitelik kaybı, mesleki eğitimin biçare hâli, özel eğitime erişemeyen çocuklar, yanlış sınıf geçme modelleri ve yönetimsel istikrarsızlık arasında sıkışmış bir eğitim gerçekliği yaşıyoruz. Her taş yerinden oynamış, her düzen bozulmuş durumda.
Bu sıkışmışlığın en acı yüzü ise 6 Şubat 2023 sabahı paramparça oldu.
Mağusa TMK’nın Şampiyon Melekleriyle birlikte yok oluşu yalnızca bir matem değil; şu soruyu tüm ülkenin zihnine kazıyan bir kırılmaydı:
“Biz çocuklarımızı gerçekten güvende tutuyor muyuz?”
Ardından yapılan denetimlerde Lefke Gazi Lisesi, Lefke İstiklal İlkokulu, Namık Kemal Lisesi ve daha nice okulun deprem dayanıklılığını karşılamadığı ortaya çıktı.
Bugün yüzlerce çocuk konteyner sınıflarda, geçici yapılarda, soğuk metal duvarlara çarpan seslerle eğitim alıyor.
Gelecek bile, geçici kutuların içine sıkışmış durumda.
Evet, tünel karanlık.
Ama her karanlık tünelin bir çıkışı vardır.
Ve bu yazı, o çıkışı arayan bir yol haritasıdır.
Bu yolculuk, bir toplumun nefesini yeniden kazanma mücadelesidir.
Sadece teknik bir “eğitim reformu” değil; laik, demokratik, kapsayıcı, fırsat eşitliğini esas alan, bireyin düşünce özgürlüğünü ve kişiliğini merkeze alan yeni bir eğitim anlayışının çağrısıdır. Eğitim, çocukları günlük politik çatışmaların değil, ortak değerlerin, bilimin, sanatın ve hümanist bir bakışın etrafında buluşturmak zorundadır.
İşte bu nedenle okul öncesinden başlayarak üniversiteye kadar tüm eğitim zincirini yeniden düşünmek zorundayız.
I. OKUL ÖNCESİ: TOPRAĞIN İLK NEMİ, GELECEĞİN İLK NEFESİ
Her büyük ağaç, toprağın altında saklanan küçük bir kökten doğar.
Bir toplumun kökü ise okul öncesinde atılır.
Çocuğun dünyaya açılan ilk penceresi evdir; ikinci penceresi ise anaokuludur.
Bu yüzden okul öncesi eğitim yalnızca pedagojik bir hazırlık değil, bir toplumun geleceğini yoğuran ilk mayadır:
duygusal zekânın kıvılcımı, dilin şekillendiği ilk alan, hayal gücünün su aldığı, merakın filiz verdiği yer.
Ne var ki Kıbrıs’ın kuzeyinde bu kökün beslenmesi gereken güçte işlemediği açıktır.
0–3 yaş eğitimi hâlâ devlet politikası değildir; 3–6 yaş arası eğitim ise çoğu kez fırsatı olanın erişebildiği bir ayrıcalığa dönüşür.
Bağımsız anaokullarının sayısı yetersizdir; sınıflar kalabalık, öğretmen dağılımı düzensizdir.
Ve en önemlisi, artan nüfus hareketliliği ve çok dilli yapı karşısında, ana dili Türkçe olmayan çocuklar için entegrasyon süreci neredeyse hiç planlanmamıştır.
Bugün birçok anaokulu, birbirinden çok farklı arka planlara sahip çocukları aynı sınıfta “idare etmeye” çalışmaktadır.
Oysa bir çocuk idare edilmez; bir çocuk ancak anlaşılır, desteklenir, sevgiyle büyütülür.
Okul öncesinde yaşanan her aksaklık ilkokulun kapısına taşınır;
ilkokulda çözülemeyen her eksik ortaokulun omzuna biner;
ortaokuldaki boşluklar liseye yayılır;
lisedeki istikrarsızlık ise üniversite kapılarında büyük bir gedikle karşımıza çıkar.
Kök zayıfsa, gövde ayakta durmaz.
Dolayısıyla okul öncesi yalnızca bir başlangıç değil, tüm eğitim sisteminin kader çizgisinin ilk kıvrımıdır.
Bu dönemde verilecek değerler eğitimi, laik bir bakış açısıyla; farklı inançlara, kültürlere, kimliklere saygıyı; demokratik katılımı; paylaşmayı; doğa sevgisini; barış dilini öğretmelidir. Çocuğa, Kıbrıs’ın tarihini, coğrafyasını, bu adanın çok kültürlü yapısını, yerel oyunlarını, masallarını, şarkılarını tanıtan bir okul öncesi eğitim, ileride kurulacak tüm kimliğin temelini oluşturur.
Bu nedenle okul öncesinin güçlendirilmesi, Kıbrıs Türk eğitim reformunun kalbi olmalıdır.
Ve bu kalbin atışı, eğitim yolculuğunun bir sonraki durağı olan ilkokulda farklı bir ritim kazanır.
II. İLKOKUL: TEMELİN SALLANDIĞI YERDE BİNA AYAKTA DURMAZ
Okul öncesinin kökleri toprağa tutunurken, ilkokul o kökün gövdeye dönüşmesidir.
Çocuğun dünyayı anlamlandırdığı, dili ustalaştırdığı, sayılarla barıştığı, düşüncenin ilk şekillendiği dönemdir bu.
Bir insanın eğitim yolculuğunda attığı her adımın yönü, çoğu zaman ilkokulda belirlenir.
Ne var ki Kıbrıs’ın kuzeyinde ilkokulun taşıdığı yük artık yalnızca bir müfredat yükü değildir.
İlkokullar bugün aynı anda:
- denetimsiz nüfus artışının yarattığı yoğunluğu,
- çok dilli ve çok kültürlü sınıfların gerekliliklerini,
- deprem sonrası ortaya çıkan bina risklerini,
- öğretmen eksikliklerini ve plansız dağılımı,
- KGS’ye doğru erken yaşta başlayan sınav baskısını,
- davranışsal ve akademik destek eksikliklerini
omuzlamak zorunda kalıyor.
Bu koşullar, ilkokulu çocuğun kendini güvende hissettiği bir yuva olmaktan çıkarıp, sürekli tamir edilmeye çalışılan bir binaya dönüştürüyor.
Her tarafı aynı anda tutmak, aynı anda onarmak, aynı anda taşımak zorunda kalan bir yapı…
Üstelik sistemde sınıfta kalma olmadığı için, ilkokulda oluşan her boşluk domino taşı gibi üst sınıflara devrediliyor.
Yanlış öğrenilmiş bir ses bilgisi, temeli oturmamış bir aritmetik, gelişmemiş okuduğunu anlama becerisi, sosyal-duygusal destek ihtiyacı…
Hepsi bir sonraki öğretmenin omzuna bırakılan “çözülememiş paketler” hâline geliyor.
Oysa ilkokul, yalnızca temel okuma yazma ve aritmetik değil;
analitik düşünceyi, neden–sonuç ilişkisini, Kıbrıs tarihine ve coğrafyasına dair temel farkındalığı, sanatla, müzikle, oyunla düşünmeyi, felsefi merakı (Neden? Niçin? Nasıl?) beslemesi gereken yerdir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 için işaret ettiği temel yetkinlikler olan eleştirel düşünme, yaratıcılık, problem çözme, dijital okuryazarlık, işbirliği ve uyum sağlama, işte bu yıllarda filiz vermelidir.
Ve tam çocuk temel becerilerini yeni yeni keşfederken, henüz oyun çağının içindeyken, ilkokul daha tamamlanmadan başka bir gölge beliriyor ufukta:
KGS fırtınası.
Bu fırtına, çocuğun merakını değil; sınav kaygısını besliyor.
Düşünmeyi değil; ezberi öne çıkarıyor.
Oyun çağını değil; yarış kültürünü zorunlu kılıyor.
Böylece ilkokul, çocuğun gelişim yolculuğundan çok, sınav odaklı kültürün ilk kapısına dönüşüyor.
Kapı bir kez aralandığında ise içeri sızan baskı, tüm eğitim sürecine nüfuz ediyor.
Ve bu baskının çocukluk üzerindeki etkisini en çıplak hâliyle görmek için şimdi KGS’ye, yani çocukluğu sınav masasına yatıran o mekanizmaya bakmamız gerekiyor.
III. KGS: ÇOCUKLUĞU SINAV MASASINA YATIRAN MEKANİZMA
İlkokulun masumiyetine sınav gölgesi düştüğünde, çocukluğun ritmi değişir.
Kuzey Kıbrıs’ta Kolej Giriş Sınavları yalnızca bir sınav değildir;
bir iklim, bir rejim, çocukların bütün gelişim evresini biçimlendiren bir kültürdür.
Daha 3. sınıfta yarış başlar;
4. ve 5. sınıfta ise yarış artık bir çocuk oyunu değil, yetişkin kaygısıyla yürütülen bir maratona dönüşür.
Top peşinde koşması gereken yaşta çocuk,
test kitaplarının peşinden koşar.
Resim çizmesi gereken saatlerde özel derse gider;
ağaçların altında oyun kuracağı günlerde sınav kampının gölgesinde büyür.
Ve bu süreç sadece çocukları değil, tüm toplumu içine çeker:
Veliler endişeli, öğretmenler baskı altında, çocuklar ise kendi çocukluklarından vazgeçmeye zorlanmıştır.
Bu yarışta başaran da kaybeder;
başaramayan da…
Çünkü sınav, ne başarı hissi verir ne de başarısızlığı sağaltır.
Sistemin kendisi çocuğun ruhuna ağır gelir.
KGS bir kapıdır, evet.
Ama o kapıdan geçenin de geçemeyenin de ödediği bedel aynıdır:
kaygı, tükenmişlik, özgüven aşınması ve eğitim yolculuğunun daha en başında oluşan kırılmalar.
Bu kırılmalar ortaokula devrolur.
KGS’nin gölgesi, ortaokulun üzerine bir perde gibi çöker.
Motivasyon kaybı büyür, öğrenme kültürü zayıflar, çocuklar kendilerine ait olmayan bir yarışın içinde savrulurlar.
Bu nedenle KGS’yi yalnızca eleştirmek yetmez;
onu besleyen zemine, yani ortaokuldaki sınıf geçme düzenine ve motivasyon erozyonuna bakmak gerekir.
Şimdi o köprünün, yani ortaokulun içine doğru ilerleyelim.
IV. ORTAOKUL: OTOBANA DÖNEN SINIF GEÇME SİSTEMİ VE MOTİVASYON KAYBI
İlkokulun taşıdığı eksikler ortaokulun kapısına geldiğinde, çocuğun iç dünyasında bir sessizlik başlar.
Ortaokul, bir köprü gibidir; sağlam kurulursa çocuğu liseye güvenle taşır, yanlış kurulursa geleceğin titreşimlerini yıllarca hissettiren bir salıncağa dönüşür.
Ne yazık ki Kıbrıs’ın kuzeyinde ortaokul köprüsü, öğrenmenin değil, geçişin kolaylaştığı bir zemine dönüşmüştür.
Sınıf geçme sistemi o kadar gevşektir ki, öğrenme bir zorunluluk olmaktan çıkıp bir tercihe dönüşmüş durumdadır.
- Sınıfta kalma neredeyse yoktur,
- Eksikler birikerek üst sınıfa taşınır,
- Motivasyon giderek zayıflar,
- Öğrenci disiplini çözülür,
- Gelecek bilinci bulanıklaşır.
Bugün birçok lise öğretmeni, “1. sınıfa okuma-yazma düzeyinde öğrenciler geliyor” cümlesini ne yazık ki doğal bir gözlem gibi kurmaktadır.
Çünkü ortaokulda geçiş, adeta bir otobandır:
tabelalar vardır ama kontroller yoktur.
Oysa bir eğitim sistemi geçişi değil, gelişimi güvence altına almak için vardır.
Dünya yapay zekânın öğrenme süreçlerine nasıl entegre edileceğini tartışırken, biz hâlâ ortaokulda temel okuryazarlığı, sayısal düşünmeyi, soyutlama becerisini, sosyal-duygusal olgunluğu nasıl garanti altına alacağımızı konuşuyoruz.
Bu yalnızca bir gecikme değil; geleceği iptal eden bir kayıptır.
Ve bu kayıp, lise kapısında hem öğrencinin hem öğretmenin omzuna ağır bir yük olarak biner.
Çünkü lise ve meslek liseleri, ortaokulun bıraktığı boşlukları doldurmak zorunda kalırken kendi misyonlarından uzaklaşırlar.
Bu da bizi eğitim zincirinin bir sonraki halkasına, yani gençliğin ışığındaki çatlaklara götürür.
V. LİSELER VE MESLEK LİSELERİ: GENÇLİĞİN IŞIĞINDAKİ ÇATLAKLAR
Ortaokulun o gevşek köprüsünden geçen çocuklar liseye adım attığında, çoğu zaman yıllardır biriken eksiklikleri omuzlarında taşırlar.
Lise bir toplumun gençliğe açılan kapısıdır; doğru yönetilirse merakı bilgiye, heyecanı üretime, hayalleri geleceğe dönüştürür.
Yanlış yapılandırılırsa gençliğin ışığına ince, derinden ilerleyen çatlaklar düşürür.
Kıbrıs’ın kuzeyinde bugün liseler tam da bu çatlakların içinde yol almaya çalışıyor.
Ortaokuldan taşınan motivasyon kaybı, liselerin koridorlarına sessiz bir gölge gibi yayılır.
Üniversite girişlerinin kolaylığına dair yaygın inanç — “Nasıl olsa bir yere girerim” rehaveti — öğrencilerin zihninde bir uyuşukluk yaratır.
Çünkü üniversite kapıları sınavsız olmasa bile herkese açıkmış gibi görünür; barajlar düşüktür, kontenjanlar sınırsızlaşmıştır, merkezi kalite kontrol mekanizmaları yoktur.
Bu nedenle liselerde iki farklı gerçek aynı anda yaşanır:
- Bir tarafta, gerçekten öğrenmek isteyen, ufkunu genişletmeye çalışan gençler;
- Diğer tarafta, rehavetin içine gömülmüş, geleceği “nasılsa olur” diye öteleyen geniş bir kitle.
Bu ikili yapı sınıfların ritmini bozar, öğretmenlerin enerjisini tüketir, müfredatı bulanıklaştırır.
Meslek Liseleri: Eğitim Dengesiyle Oynayan Kayıp Alan
Bu tabloya bir de meslek liselerinin zayıf yapısı eklendiğinde, gençliğin omzuna başka bir ağırlık biner.
Dünya ülkelerinde mesleki ve teknik eğitime yönelim %70–80’lerdeyken,
Kıbrıs’ın kuzeyinde bu oran %20 civarındadır.
Yani mesleki eğitim, toplumun ihtiyaç duyduğu iş gücünü yetiştirecek hacme ulaşamamaktadır.
Atölyeler eski, müfredatlar güncel değil, sektörle bağ zayıftır.
Gençlerin çoğu beyaz yakalı bir geleceği hayal eder, ancak bu hayal üniversite sonrası işsizlikle çarpışır.
Ülke ise ara eleman bulamadığı için dışarıdan iş gücü transfer etmek zorunda kalır.
Bu yalnızca ekonomik bir açık değil;
sosyolojik bir kırılmadır.
Bir toplumun gençleri kendi ülkesinin mesleklerini taşıyamadığında,
o boşluğu başka ülkelerin insanları doldurur.
Bu durum gençliği yönsüzlüğe, ülkeyi ise dışa bağımlılığa iter.
Yetkinlikler Kayboldukça Gelecek de Bulanıklaşır
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2025 için ortaya koyduğu temel yetkinlikler —
eleştirel düşünme, yaratıcılık, problem çözme, dijital okuryazarlık, dayanıklılık, uyum sağlama, iş birliği, yenilikçilik —
Kıbrıs’ın eğitim sisteminde neredeyse hiçbir düzeyde tam anlamıyla kazandırılamamaktadır.
Çünkü eğitim hâlâ sınav merkezli bir çerçevede sıkışmış durumdadır:
- İlkokul sınav baskısının gölgesinde,
- Ortaokul sınıf geçmenin gevşekliğinde,
- Liseler motivasyon erozyonunda,
- Meslek liseleri altyapı eksikliği içinde
bu yetkinlikleri çocuklara verememektedir.
Proje tabanlı öğrenme, uygulamalı üretim, sektör temelli atölye çalışmaları, gerçek yaşamla temas eden modeller henüz sistemin merkezine yerleştirilememiştir.
Bu nedenle öğrenciler:
- bilgiyi ezberliyor ama işleyemiyor,
- matematiği söylüyor ama düşünceye dönüştüremiyor,
- kulüplere katılıyor ama proje yönetmeyi öğrenemiyor,
- sınav çözüyor ama gelecek kurgulayamıyor.
Oysa özellikle matematik, felsefe ve sanat eğitimi, analitik düşünceyi, soyutlama becerisini, estetik duyguyu ve eleştirel bakışı güçlendiren üç temel sütundur. Bunlar olmadan hem Dünya Ekonomik Forumu’nun tarif ettiği yetkinlikler gelişemez, hem de laik, demokratik bir toplum kültürü kök salamaz.
Eğitim, çocukları dünyaya değil, sınav salonuna hazırlamaktadır.
Ve tüm bu kırılmayı onaracak kapı, bizi doğal olarak bir sonraki büyük adım olan tam gün eğitime götürüyor.
VI. TAM GÜN EĞİTİM: ZAMANI DEĞİL, YAŞAMI BÜTÜNLEŞTİRMEK
Lise ve meslek liselerinde biriken çatlaklar, ortaokuldan taşan eksikler, ilkokulda gelişen kaygılar, okul öncesinde beslenemeyen kökler…
Eğitim zincirinin tüm halkaları aynı noktayı işaret ediyor:
Çocuğun öğrenme yolculuğunu yeniden kurmak zorundayız.
Bu yeniden kuruluşun en güçlü adımlarından biri de tam gün eğitimdir.
Tam gün eğitim, çoğu kişinin sandığı gibi yalnızca ders saatlerini uzatmak değildir.
Aksine, çocuğun yaşamını genişletme, deneyimini büyütme, kişiliğini derinleştirme modelidir.
Bir çocuğun potansiyelini yarım güne sıkıştırılmış eğitim sistemlerinin dar kalıplarından çıkarıp, gün boyunca gelişebileceği bir zemine taşımaktır.
Sabah akademik derslerin işlendiği,
öğleden sonra ise çocuğun hayatla buluştuğu bir eğitim yapısıdır.
Bu buluşma;
- sanat,
- spor,
- müzik,
- drama,
- dans,
- yabancı dil konuşma kulüpleri,
- üretim alanları,
- robotik,
- kodlama,
- yaratıcılık laboratuvarları,
- felsefe atölyeleri,
- Kıbrıs tarihi ve coğrafyasıyla ilgili yerel kültür çalışmaları,
- proje atölyeleri
ve daha nice yaşam temelli alanı kapsar.
Çünkü çocuk yalnızca matematik problemi çözerken değil,
bir resmin renklerini karıştırırken,
bir sahnede rol alırken,
bir robotun devresini bağlarken,
bir takım oyununda nefes alırken,
bir bahçede toprağa dokunurken de öğrenir.
Öğrenmek bir fiil değil, bir hâl, bir yaşam biçimidir.
İSTEAM: Yaratıcılıkla Teknolojinin Buluştuğu Eğitim Ruhu
Tam gün eğitimin merkezinde yer alan kavramlardan biri de İSTEAM’dir:
İSTEAM = Innovation + Science + Technology + Engineering + Art + Mathematics
Bu yaklaşım, çocuğun hem bilimsel hem sanatsal yönünü besleyen, problem çözme, yaratıcılık, üretim ve teknoloji okuryazarlığını birlikte geliştiren bir eğitim ekosistemi yaratır.
Buradaki Art, yalnızca resim ya da müzik değildir; içinde felsefeyi, edebiyatı, tiyatroyu, estetik duyguyu, ifade özgürlüğünü barındırır. Böylece laik, demokratik, eleştirel düşünen, farklı fikirlere saygılı bireylerin yetişmesini sağlar.
İSTEAM aynı zamanda yerelden genele uzanan bir köprü kurar:
Kıbrıs’ın tarihsel ve kültürel birikimini; bu adanın doğasını, mitlerini, şiirini, mimarisini, zanaatlarını; modern bilim ve teknolojiyle buluşturarak çocuklara hem yerel kimlik hem evrensel vatandaşlık bilinci kazandırır.
Kıbrıs’ın geleceği, işte bu ekosistemle yeniden inşa edilebilir.
İSTİHDEM: Öğrenme ile Üretimin Bütünleşik Yolculuğu
Tam gün eğitimin kavramsal omurgası ise artık yeni bir isimle anılıyor:
İSTİHDEM
İnovasyon – Sosyalleşme – Teknoloji – İşbirliği – Hayat Becerileri – Deneyim – Eğitim – Mesleki Gelişim
Bu kavram, klasik eğitim anlayışının ötesine geçer.
Çocukların yalnızca ders çalışarak değil;
deneyimleyerek, dokunarak, işbirliği yaparak, üreterek, teknolojiyle, sosyal ortamlarla ve gerçek hayatla temas ederek öğrenmesini sağlayan bir modeldir.
İSTİHDEM, eğitimi iş yaşamına bağlayan bir köprü değil;
öğrenme ile üretimi aynı anda mümkün kılan bir yolculuktur.
Bir çocuk yalnızca mezun olunca değil, okurken de:
- üretir,
- dener,
- yanılır,
- çözer,
- yaratır,
- keşfeder,
- uygular,
- anlamlandırır.
İstihdam mı? Eğitim mi?
Hayır — İSTİHDEM.
Çünkü geleceğin dünyasında bu ikisi birbirinden ayrılmaz; birlikte bir bütün hâline gelir.
Bu bütünlük içinde sanat eğitimi, felsefe, spor, değerler eğitimi de vazgeçilmezdir. Çocuk, sahada takım olmayı öğrenirken demokratik dayanışmayı; felsefe dersinde “neden?” diye sormayı; sanat atölyesinde üretirken özgünlüğünü; tarih dersinde Kıbrıs’ın çok katmanlı kimliğini; matematikte analitik düşünmeyi, bilimde sorgulamayı öğrenir.
Neden Tam Gün Eğitim?
Çünkü Kıbrıs’ın çocukları şu anda:
- konteyner sınıflarda eğitim görüyor,
- kalabalık okullarda kayboluyor,
- sınav baskısında nefessiz kalıyor,
- meslek tanıtımlarından mahrum büyüyor,
- sanat ve spor alanlarına yeterince erişemiyor,
- erken yaşta yarışın içine çekiliyor,
- çok kültürlü sınıflarda yeterli destek alamıyor,
- yüzyıl yetkinliklerine ulaşamadan liseyi bitiriyor.
Tam gün eğitim tüm bu kırılmaları tek bir merkezde onarmayı hedefler:
çocuğun hayatını güçlendiren, yeteneklerini besleyen, potansiyelini ortaya çıkaran bir okul ekosistemi.
Ve bu ekosistem bizi doğal olarak eğitimin bir sonraki büyük kapısına taşıyor:
Üniversitelere.
Çünkü ilkokuldan liseye kadar yaşanan her eksiklik, her gecikme, her kırılma üniversite kapısında görünür hâle gelir.
VII. ÜNİVERSİTELER: NİTELİKTEN NİCELİĞE SAVRULAN BİR SİSTEMİN KRONİĞİ
Kıbrıs’ın kuzeyinde üniversiteler bir zamanlar umutların, yeniliğin ve akademik cesaretin adresiydi.
Bugün ise aynı coğrafyada başka bir tablo beliriyor:
sayıların yükseldiği, niteliklerin düştüğü, büyümenin çoğaldığı ama gelişmenin azaldığı bir üniversite düzeni.
Bu düzen, sadece yükseköğretimin değil; ilkokuldan liseye kadar tüm eğitim zincirinin üstüne binen dev bir ağırlık hâline geldi. Çünkü bir ülkenin üniversiteleri ne kadar güçlü ise, o ülkenin eğitiminin tüm katmanları o kadar sağlıklıdır.
Fakat Kıbrıs’ın bugün geldiği nokta, güçlü bir üniversite geleceğinden ziyade, kontrolsüz çoğalma ve kalite erozyonu ile yüzleşmemizi zorunlu kılıyor.
Nicelik Büyüyor, Nitelik Eriyor
Aktif faaliyette olan üniversite sayısı bugün 23’ü buldu; birçoğu ise faaliyete geçmek için bekliyor.
Bu kadar küçük bir coğrafyada böylesine büyük bir üniversite yoğunluğu, başlangıçta bir başarı gibi görünse de, gerçekte niteliksel bir kırılmanın habercisidir.
Çünkü:
- Öğretim üyesi yetiştirme sistemi yeterince güçlü değildir.
- Akademik kadrolar hızlı büyümeye yetişememektedir.
- Fiziksel altyapılar bazı üniversitelerde ihtiyaçtan uzaktır.
- Ar-Ge kültürü sınırlı, bilimsel üretim düşüktür.
- Birçok programa giriş neredeyse “otomatikleşmiştir”; baraj, seçicilik, kalite ölçümü yoktur.
Bu koşullar altında üniversiteler bilgi üreten kurumlar olmaktan çıkıp,
“öğrenciyi sadece içeri alan” yapılara dönüşme riskiyle karşı karşıyadır.
Bu dönüşümün en ağır bedelini ise Kıbrıslı öğrenciler öder.
Motivasyonun Kaybolduğu Eşik: Sınavsız Girişin Sessiz Erozyonu
Bugün Kıbrıs Türk öğrencilerinin önemli bir kısmı üniversiteye girerken neredeyse hiçbir merkezi değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.
Bazı burs sınavları yapılır — fakat barajları düşük, kapsamı sınırlı, etkisi zayıftır.
Sonuç olarak:
- Öğrenciler lise yıllarında motivasyon kaybına uğrar,
- Çalışmadan da üniversiteye girebilecekleri algısı yerleşir,
- Ortaokul ve lise eğitimine yatırım yapma isteği azalır,
- Akademik kültür daha başlamadan kırılır.
Bu durum sadece öğrenciyi değil, üniversiteyi de zayıflatır. Çünkü üniversiteler, niteliği yüksek öğrenci almadan nitelikli eğitim üretemez.
Müfredatlar Çağın Gerisinde, Yöntemler Eskimiş
Bir üniversitenin gücü yalnızca dersliklerinin dolu olmasıyla değil, müfredatının dünyaya açık olmasıyla ölçülür.
Kıbrıs’taki birçok üniversitede ise:
- Programlar yıllardır güncellenmemiştir,
- Ders içerikleri çağın gerektirdiği becerilerden uzaktır,
- Dijital dönüşüm sınırlı, yapay zekâ entegrasyonu yok denecek kadar azdır,
- Uluslararası standartlara uyum yüzeyseldir.
Dünya, yapay zekâ destekli öğrenme, adaptif sistemler, disiplinler arası üretim ve dijital araştırma çağındayken, bazı fakülteler hâlâ 20 yıl önceki içeriklerle öğrenci yetiştirmektedir.
Bu durum sadece bir gecikme değildir;
gelecek kuşağın rekabet gücünün elimizden kayıp gitmesidir.
Üniversite Binaları: Bilimin Tapınağı mı, Bakımı Geciken Yapılar mı?
Kimi kampüsler modern, güçlü, donanımlı olsa da; bazıları hâlâ:
- Fiziksel yetersizliklerle,
- Laboratuvar eksiklikleriyle,
- Güvenlik standartlarının altında kalan binalarla,
- Eskiyen altyapılarla uğraşmaktadır.
Deprem sonrası duyarlılık, üniversite yapılarının da gözden geçirilmesini zorunlu kılmıştır.
Bilimin üretildiği bir yer, çocuğun ve gencin kendini güvende hissettiği bir yer olmalıdır.
Özlük Hakları ve Akademik Emek: Geleceğin Motoru Burada Tıkanıyor
Bir üniversitede kaliteyi belirleyen en kritik unsur, akademisyenlerin niteliği ve motivasyonudur.
Ne yazık ki:
- Araştırma teşvikleri yeterli değildir,
- Akademik yükselme mekanizmaları şeffaf değildir,
- Maaşlar, yaşam pahalılığıyla uyumsuzdur,
- Bilimsel üretim desteklenmediği için akademisyenler dışa yönelmektedir.
Bir akademisyen geleceğini göremezse, bir üniversite geleceğini kuramaz.
Teknoloji ile Bütünleşmeyen Üniversite, Geleceği Kaçırır
Yapay zekânın, dijital dönüşümün, artırılmış gerçekliğin, bulut bilişimin eğitimde devrim yarattığı bir çağda, üniversitelerimizin önemli bir kısmı hâlâ:
- Kâğıt işleriyle,
- Manuel sistemlerle,
- Eski otomasyonlarla,
- Teknolojiye uyumsuz programlarla ilerlemektedir.
Oysa modern bir üniversite:
- Yapay zekâ destekli öğrenme sistemlerine sahip olmalı,
- Veri odaklı yönetim modeli kullanmalı,
- Öğrenciyi dijital dünyaya hazırlamalı,
- Teknolojiyi eğitim aracı değil, eğitimin ortamı hâline getirmelidir.
Üniversitenin Görevi Yalnızca Öğrenci Toplamak Değil, Ülkenin Ufuk Çizgisini Genişletmektir
Kıbrıs’ın geleceği üniversitelerin kalite devrimiyle şekillenecektir.
Bu devrim:
- Akademik kadroların güçlendirilmesi,
- Müfredatların yenilenmesi,
- Sektör–üniversite işbirliğinin kurumsallaşması,
- Araştırma odaklı bir üniversite kültürünün inşa edilmesi,
- Öğrencilerin yetkinlik temelli yetiştirilmesi,
- Uluslararası akreditasyonların artırılması,
- Kampüs güvenliğinin yeniden ele alınması
ile mümkündür.
Üniversiteler sadece diploma veren kurumlar değildir.
Bir ülkenin en derin düşünce ocakları, en cesur araştırma merkezleri, en güçlü yenilik alanları olmalıdır.
Ve tüm bunlar ancak laik, özgür, demokratik, düşünce ve ifade hakkına saygılı bir akademik iklimde filizlenebilir.
Bu Yolculuğun Sonunda…
Üniversiteler güçlendirilmeden, hiçbir eğitim reformu tam anlamıyla başarıya ulaşamaz.
Okul öncesinden liseye kadar yaşanan her sorun, en sonunda üniversitenin kapısına dayanır.
Ve üniversite, ülkenin kaderini tayin eden son eştir.
Kıbrıs’ın üniversiteleri, gençlerine sadece diploma değil;
gelecek, vizyon, bilgi, yetkinlik, sanatla iç içe bir yaşam, eleştirel düşünce ve rekabet gücü vermelidir.
İşte bu nedenle yükseköğretim, eğitim reformunun son halkası değil;
en üstteki ana direğidir.
VIII. ÖĞRETMEN EĞİTİMİ: GELECEĞİ ŞEKİLLENDİREN ELLER
Bir eğitim sistemi, öğretmeni kadar güçlü, öğretmeni kadar ilerici, öğretmeni kadar özgürdür.
En iyi yazılmış müfredat, en gösterişli bina, en parlak vizyon; sınıfa giren öğretmenin omzuna taşınmadığı sürece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.
Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitimden söz ederken çoğu zaman yapılar, sınavlar, programlar konuşulur; ama sınıfa giren, çocuğun göz hizasına eğilen, kalemiyle değil bakışıyla iz bırakan öğretmen çoğu kez tartışmaların dışında kalır. Oysa öğretmen, bu sistemin en sessiz, en ağır taşıyıcısıdır.
Öğretmen eğitimi, yalnızca belli sayıda dersi tamamlayıp bir diplomayla mezun olmak değildir.
Bir öğretmen:
- çocuk psikolojisini, gelişimsel basamakları,
- çok dilli ve çok kültürlü sınıfların dinamiğini,
- özel gereksinimli çocuklarla nasıl çalışacağını,
- ölçme–değerlendirmeyi bir “yargı” değil, gelişim aracı olarak kullanmayı,
- sınıfta demokratik kültürü nasıl inşa edeceğini,
- teknolojiyi, yapay zekâyı ve dijital araçları nasıl pedagojik amaçla kullanacağını,
- sanatın, felsefenin, sporun ve yerel kültürün eğitime nasıl entegre edileceğini
bilmeli, içselleştirmeli, yaşayarak öğrenmelidir.
Bu da iki düzeyde ciddi bir dönüşümü gerektirir:
1. Öğretmen Yetiştiren Kurumların Yeniden Yapılandırılması
Eğitim fakülteleri ve öğretmen yetiştiren programlar:
- Sadece teorik derslerle değil, yoğun okul uygulamalarıyla, mentorluk sistemleriyle, deneyimli öğretmenlerin rehberliğiyle yapılandırılmalıdır.
- Kıbrıs’ın çok kültürlü, çok dilli, göç alan yapısını tanıyan; Kıbrıs tarihini, coğrafyasını, toplumsal çatışma ve barış süreçlerini bilen; yerelin içinden, dünyaya bakan bir perspektifle zenginleştirilmelidir.
- Laik, demokratik, kapsayıcı bir eğitim anlayışını mesleki kimliğin temeline yerleştirmelidir.
- Özel eğitim, sınıf yönetimi, kriz yönetimi, değerler eğitimi, çocuk hakları, felsefe, sanat, oyunla öğretim, dil ve iletişim becerileri gibi alanlar zorunlu çekirdek hâline getirilmelidir.
Öğretmen, sadece “düz anlatıcı” değil;
bir öğrenme senaryosu yazarı,
bir sınıf orkestratörü,
bir düşünce ve duyguyu işleyen sanatçı olmalıdır.
2. Hizmet İçi Eğitimlerin Yeniden Tasarımı
Öğretmenlik, bir kez öğrenilip biten bir meslek değildir.
Dünya değiştikçe, toplum dönüştükçe, öğrencinin zihni ve ruhu yeni sorular üretir. Bu nedenle hizmet içi eğitim:
- Yukarıdan aşağıya “bu yıl bunları verelim” mantığıyla değil; sahadan gelen gerçek ihtiyaç analizine göre planlanmalıdır.
- Kısa, formalite seminerler yerine; uzun soluklu, uygulama odaklı, sınıf içi gözlem ve geri bildirim içeren programlar hâline getirilmelidir.
- Yapay zekâ, dijital araçlar, proje tabanlı öğrenme, İSTEAM ve İSTİHDEM, özel eğitim, travma sonrası okul iklimi, oyun temelli öğrenme, demokratik sınıf yönetimi gibi alanlara odaklanmalıdır.
- Öğretmenin kendi mesleki özsaygısını, motivasyonunu, tükenmişlikle baş etme becerilerini de güçlendirmelidir.
Öğretmenin özlük hakları da bu sürecin ayrılmaz parçasıdır.
Geçim mücadelesi veren, mesleki değeri görmezden gelinen, karar süreçlerinden dışlanan bir öğretmenden sürekli yaratıcılık, adanmışlık ve yenilik beklemek büyük bir çelişkidir.
Kıbrıs’ın eğitim geleceğinde öğretmen:
- korkan değil, konuşan;
- ezberleten değil, düşündüren;
- biat eden değil, sorgulayan;
- yalnızca sınıfın değil, toplumun dönüşümünde rol alan bir özne olmalıdır.
Laik, demokratik, kapsayıcı, çocuk haklarına dayalı bir sistem; ancak böyle bir öğretmen profiliyle hayat bulur.
O yüzden öğretmen eğitimi, herhangi bir başlık değil, bütün reformun odak noktasıdır.
IX. ÖLÇME–DEĞERLENDİRME: NEYİ ÖLÇÜYORSAK ONU BÜYÜTÜYORUZ
Eğitim sistemiyle ilgili en kritik sorulardan biri şudur:
“Biz kimi, neye göre başarılı sayıyoruz?”
Bu soru, ölçme–değerlendirme düzeninin kalbine dokunur. Çünkü bir sistem, neyi ödüllendirip neyi görmezden geliyorsa, zamanla onu büyütür.
Kıbrıs Türk eğitim sisteminde bugün:
- İlkokul ve ortaokulda sınıfta kalmanın neredeyse hiç olmaması,
- KGS’nin çocukluğun üstüne çöken tek ve sert bir eleme mekanizmasına dönüşmesi,
- Liselerde notların çoğu zaman gerçek öğrenmeyi yansıtmaması,
- Üniversiteye girişte Kıbrıslı öğrenciler için barajın fiilen çok zayıf olması
ölçme–değerlendirmenin parçalı, çelişkili ve amaçsız bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor.
Bu durumun bazı görünür sonuçları var:
- Öğrenciler sınav çözme tekniklerini öğreniyor, öğrenmeyi değil.
- Notlar, velilerin ve öğrencilerin gözünde gerçeği göstermeyen bir perdeye dönüşüyor.
- “Nasıl olsa geçerim” ya da “nasıl olsa bir yere girerim” duygusu, sorumluluk ve emek kültürünü aşındırıyor.
- Öğretmen, not verirken çoğu zaman “gerçekçi değerlendirme” ile “çocuğu sistemin dışında bırakmama” kaygısı arasında sıkışıyor.
- Okullar ve bölgeler arası eşitsizlikler, sağlıklı veri üretilemediği için görünmezleşiyor.
Oysa çağdaş bir ölçme–değerlendirme sistemi:
- Sadece sonucu değil, süreci de dikkate alır.
- Yalnızca test puanını değil; proje üretimini, grup çalışmasını, yaratıcılığı, problem çözme becerisini, eleştirel düşünmeyi, sanat ve spor alanındaki emek ve gelişimi de ölçer.
- Öğrenciyi sıralamak için değil, öğrencinin kendini tanımasını ve gelişmesini desteklemek için kullanılır.
- Şeffaf, anlaşılır, adil ve güvenilir olur.
- Çocuklara, “Sen şusun” demek yerine, “Şu alanlarda güçlüsün, şu alanlarda gelişebilirsin” der.
Kıbrıs’ta ölçme–değerlendirme reformu şu başlıkları içermek zorundadır:
- KGS dahil tüm kritik geçişlerin yeniden tasarlandığı, tek bir sınava indirgenmeyen, çoklu veri kaynaklarına dayalı bir model,
- Kademeler arası geçişte sadece notun değil, portfolyo, proje dosyası, sosyal sorumluluk, sanat–spor katılımı, öğretmen gözlemleri gibi unsurların da yer aldığı bir değerlendirme çerçevesi,
- Sadece akademik başarıyı değil, 21. yüzyıl yetkinliklerini ölçen araçlar: eleştirel düşünme, yaratıcılık, işbirliği, esneklik, girişimcilik, dijital okuryazarlık, toplumsal duyarlılık,
- Öğretmenlerin ölçme–değerlendirme okuryazarlığı konusunda sistematik eğitimlerden geçmesi,
- Okul temelli değerlendirmelerin bağımsız, güvenilir ve denetlenebilir bir yapıya kavuşması.
Neyi ölçüyorsak, onu büyütürüz.
Eğer sadece test puanını ölçersek testçiliği;
sadece itaatkârlığı ölçersek itaat kültürünü;
eleştirel düşünmeyi, yaratıcılığı, işbirliğini, sanat ve spor üretimini ölçersek özgür, üretken, dayanışmacı bir toplumu büyütürüz.
Ölçme–değerlendirme, eğitim sisteminin “gözleri”dir.
Gözler doğru görmüyorsa, adımlar da doğru atılamaz.
X. AİLE EĞİTİMİ VE YAŞAM BOYU ÖĞRENME: OKUL DUVARLARINI AŞAN YOLCULUK
Her çocuk, iki okulda büyür:
Biri resmi okuldur; diğeri ev.
Sadece okulu dönüştürüp aileyi yerinde bırakırsak, değişim eksik kalır.
Aile yapısı, değerler, dil, duygusal iklim, ebeveyn tutumları; çocuğun sınıfa getirdiği görünmez bagajın en önemli parçalarıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde hızla değişen demografik yapı, göç, ekonomik sıkışmışlık, kültürel farklılıklar ve teknolojinin hayatı sarması, aileleri de yeni sınavlarla baş başa bırakıyor.
Pek çok anne baba:
- Çocuğunun duygusal ihtiyaçlarıyla,
- Dijital dünyanın riskleriyle,
- Sınav kaygısıyla,
- Çok dillilik ve kimlik karmaşasıyla,
- Özel eğitim ihtiyacı olabilecek çocukla nasıl baş edeceğini bilmemekle
yüzleşiyor.
Bu nedenle, aile eğitimi lüks değil; sistemin ayrılmaz parçasıdır.
Aile eğitimi, suçlayıcı değil; destekleyici bir dille:
- Çocuk gelişimi ve yaş dönemleri,
- Sağlıklı disiplin yöntemleri (ceza değil, sınır ve sevgi dengesi),
- Oyun ve öykünün önemi,
- Çok dilli ve çok kültürlü ortamda çocuk yetiştirme,
- Dijital ebeveynlik ve medya okuryazarlığı,
- Sınav ve başarı baskısıyla baş etme,
- Özel gereksinimli çocukla yaşam,
- Aile içi iletişim, şiddetsiz dil, barış kültürü
gibi alanlarda anne babalara rehberlik etmelidir.
Bu çalışmalar:
- Okul aile birliklerinin ötesine geçen,
- Belediyelerle, sivil toplumla, üniversitelerle işbirliği yapan,
- Mahalle ve köy düzeyine kadar inebilen,
- Çevrimiçi ve yüz yüze karma modelleri içeren
bir çerçevede kurgulanabilir.
Öte yandan, eğitim sadece çocukların değil, yetişkinlerin de hakkıdır.
Yaşam boyu öğrenme:
- Mesleki becerilerin güncellenmesi,
- Yeni teknolojilere uyum,
- Dil öğrenme fırsatları,
- Sanat, felsefe, tarih, yurttaşlık, demokrasi, insan hakları gibi alanlarda yetişkin eğitimleri,
- İşsiz ya da meslek değiştirmek isteyen genç ve yetişkinlere yönelik programlar
içermelidir.
Böylece okul, sadece çocukların gittiği bir yer olmaktan çıkıp, toplumun tamamının başvurduğu bir öğrenme merkezi hâline gelebilir.
Yaşam boyu öğrenen bir toplum:
- Değişime direnmek yerine değişimi yönetebilir,
- Kutuplaşmak yerine konuşmayı ve anlamayı seçer,
- Korkmak yerine merak eder,
- Dar kimliklere sıkışmak yerine, kendi kimliğini evrensel değerlerle buluşturur.
Kıbrıs’ın geleceği, yalnızca sınıflarda değil;
evlerde, işyerlerinde, meydanlarda, atölyelerde, ekranların karşısında, kütüphanelerde, köy kahvelerinde, kadın örgütlerinde, gençlik merkezlerinde süren sürekli bir öğrenme kültürüyle kurulacaktır.
XI. DEPREM GÜVENLİĞİ VE EĞİTİM YAPILARI: EĞİTİMİN VAR OLABİLMESİ İÇİN ÖN KOŞUL
6 Şubat 2023 sabahı, sadece binalar yıkılmadı;
bir ülkenin kalbi, vicdanı ve çocuklara dair bütün cümleleri sarsıldı.
Mağusa TMK’nın Şampiyon Melekleri, bize acı ve geri dönüşsüz bir ders bıraktı:
“Hiçbir eğitim hedefi, çocuklarımızın can güvenliğinden daha önemli değildir.”
Sonrasında yapılan statik kontroller, Lefke Gazi Lisesi’nden Namık Kemal Lisesi’ne, Lefke İstiklal İlkokulu’na ve başka okullara kadar birçok yapının deprem dayanıklılığının yetersiz olduğunu ortaya koydu.
Bugün yüzlerce çocuk, konteyner sınıflarda, geçici çözümlerin arasında eğitim almaya devam ediyor.
Bu manzara bize şunu hatırlatıyor:
Depreme dayanıklı olmayan bir okulda eğitim konuşamayız.
Çünkü eğitimin ilk şartı, çocuğun nefes alacağı, güven duyacağı, başını kaldırıp tavana baktığında “bu bina beni taşır” diyebileceği bir mekândır.
Bu bağlamda yapılması gerekenler açıktır:
- Tüm okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite binalarının bağımsız, bilimsel, şeffaf deprem risk analizinden geçirilmesi,
- Riskli binaların güçlendirilmesi ya da tamamen yenilenmesi için orta ve uzun vadeli değil, acil ve bağlayıcı bir eylem planı oluşturulması,
- Geçici çözümlerin (konteyner sınıflar vb.) kalıcı hâle gelmesinin önlenmesi; çocukların yıllarca geçici yapılarda unutulmaması,
- Yeni inşa edilecek tüm eğitim yapılarının uluslararası deprem yönetmeliklerine ve çağdaş eğitim mekânı tasarımı ilkelerine uygun olması,
- Okullarda sadece bina değil; acil durum planları, tahliye tatbikatları, psikososyal destek mekanizmaları ile bütünlüklü bir afet hazırlık kültürü inşa edilmesi.
Deprem güvenliği yalnızca mühendislik meselesi değildir;
aynı zamanda bir siyasal irade, bir etik sorumluluk, bir nesiller arası adalet meselesidir.
Bu adanın çocukları, yalnızca iyi eğitim değil;
sağlam duvarlar, güvenli çatılar, korkmadan oturabilecekleri sınıflar da hak ediyor.
Ve hiçbir ekonomik gerekçe, hiçbir siyasi öncelik, hiçbir başka proje;
bir tek çocuğun hayatıyla kıyaslanamaz.
VIII. SONUÇ: EĞİTİMDE YENİ BİR UFUK — GELECEĞİ YENİDEN KURMA CESARETİ
Kıbrıs’ın kuzeyinde eğitim, yıllardır kendi ağırlığı altında nefes alamaz hâle gelmiş bir yapı gibi duruyor.
Okul öncesinden üniversiteye kadar her kademede farklı sorunlar yaşanıyor gibi görünse de, aslında hepsinin ortak bir kökü var:
Plansızlık, nitelik erozyonu ve vizyon eksikliği.
Ama her çöküş aynı zamanda bir başlangıçtır.
Her sıkışma, içinden bir çıkış yolu üretir.
Her karanlık tünelin ucunda bir ışık vardır.
Bugün Kıbrıs’ın eğitim sistemi, o ışığa hiç olmadığı kadar yakın:
Çünkü sorunlar artık gizlenecek gibi değil;
çocuklarımızın sesi duyulacak kadar yüksek;
öğretmenlerin yorgunluğu görülmeyecek gibi değil;
anne babaların kaygısı ertelenmeyecek kadar gerçek;
ve geleceğin kendisi artık ertelenmeyecek kadar hızlı.
Bütün bunlar bize bir gerçeği söylüyor:
Artık reform değil; devrim zamanı.
Ama silahlarla değil, kitaplarla.
Gürültüyle değil, akılla.
Bölünerek değil, birleşerek.
Eğitimde Devrim için Vizyon: Kökten Değil, Köke Dokunarak
Bu devrim üç temel üzerine kurulabilir:
1. İnsan Merkezli, Laik ve Kapsayıcı Eğitim
Çocuğu merkeze almayan hiçbir politika başarıya ulaşamaz.
Her çocuğun bireysel ihtiyaçlarını gören, çok dilli yapıyı dikkate alan, farklılıkları zenginlik
kabul eden bir eğitim felsefesi şarttır.
Eğitimin laik niteliği, hiçbir inancı dışlamadan, hiçbir inancı ayrıcalıklı kılmadan; tüm çocukları aynı hak ve özgürlük zemininde buluşturmayı gerektirir.
Okul öncesinden başlayan destek mekanizmaları ilkokula, oradan ortaokula, liseye, üniversiteye kesintisiz taşınmalıdır.
2. Nitelik Temelli Yapılandırma
Sayılarla, kontenjanlarla, binalarla yapılan büyüme değil;
öğretmenin niteliği, müfredatın gücü, okulun güvenliği, öğrencinin yetkinliğiyle yapılan büyüme gerçek bir kalkınmadır.
Kıbrıs’ın ihtiyacı da tam olarak budur. Burada matematik eğitimiyle analitik düşünceyi, sanatla yaratıcılığı, felsefeyle sorgulamayı, sporla dayanıklılık ve takım ruhunu, değerler eğitimiyle adalet, dayanışma, eşitlik, barış kültürünü iç içe geçiren bir yapı kaçınılmazdır.
3. Teknoloji ile İnsan Zekâsını Buluşturan Yeni Eğitim Ekosistemi
Dünya yapay zekâyı konuşurken,
Kıbrıs’ın hâlâ ezberi, defteri, test kitabını konuşması kabul edilemez.
Yeni çağın gerektirdiği yetkinlikler — yaratıcılık, problem çözme, dijital okuryazarlık, işbirliği, inovasyon —
ancak çağdaş bir teknoloji entegrasyonuyla kazandırılabilir.
Bu da bizi yeniden İSTEAM ve İSTİHDEM’e götürür: çocukların yerel kültürlerini, Kıbrıs’ın tarih ve coğrafyasını bilerek; dünyaya açık, eleştirel, üretken bireyler olması için bilimi, sanatı, teknolojiyi, felsefeyi ve sporu aynı potada buluşturan bir ekosisteme.
Peki Çözüm Nerede?
Çözüm aslında yazının tüm satırlarına serpilmiş durumda:
- Okul öncesinin güçlendirilmesi,
- İlkokulda temel becerilerin korunması,
- KGS’nin yarattığı çocukluk kayıplarının giderilmesi,
- Ortaokulda öğrenme kültürünün yeniden kurulması,
- Liselerde motivasyonun ve niteliğin yükseltilmesi,
- Mesleki eğitimin %20 seviyesinden %50’lere, oradan dünya seviyesine çıkarılması,
- Tam gün eğitimle çocukların yaşamla buluşması,
- İSTEAM ve İSTİHDEM ekosistemlerinin kurulması,
- Üniversitelerde kalite devrimi,
- Öğretmen yetiştirme sisteminin baştan yapılandırılması,
- Eğitimde liyakatin mutlak sorumluluk olarak benimsenmesi,
- Planlı nüfus politikası ve sürdürülebilir okul kapasitesi yönetimi,
- Eğitimde şeffaf, bağımsız, denetlenebilir bir yönetim modeli,
- Laik, demokratik, kapsayıcı ve fırsat eşitliğine dayalı bir çerçevenin tüm kademelerde içselleştirilmesi.
Bu sadece bir reform listesi değildir:
Bir ülkenin kaderini değiştirecek yol haritasıdır.
Bir Ülkenin Geleceği, Çocuklarının Gözlerindeki Işıktır
Kıbrıs’ın geleceği ne zenginlikte, ne siyasette, ne kurumlarda…
Bu ülkenin gerçek geleceği, sınıflarda nefes alan çocuklardadır.
Bir çocuğun gözündeki ışığın sönmesi, bir ülkenin kararmasıdır.
Bu yüzden eğitim sistemini yenilemek, sadece eğitim politikası değil —
bir varoluş politikasıdır.
Şimdi önümüzde bir soru var:
Bu ülke, çocuklarını sınavlara teslim eden bir düzeni mi sürdürecek?
Yoksa çocuklarının hayal gücüne güvenen, onlara dünyanın en iyi eğitimini sunan bir geleceği mi kuracak?
Cevap aslında çok sade:
Kıbrıs’ın çocukları daha iyisini hak ediyor.
Ve biz bunu kurabiliriz.
Hem de birlikte.
Prof. Dr. Mehmet Çağlar
24.11.2025
















