1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ATEŞ DİLİ
ATEŞ DİLİ

ATEŞ DİLİ

Bir haftadır, Fatma Akilhoca’nın Şiirlerini okuyorum, içime sindirerek… Erken emekli olduktan sonra, kendini şiire / yazmaya ve okumaya daha bir vermiş… kuşkusuz çok da iyi etmiş… “Artık, yavaş yavaş, şiirin uçsuz göğünde b

A+A-

 

 

Bir haftadır, Fatma Akilhoca’nın Şiirlerini okuyorum, içime sindirerek…

Erken emekli olduktan sonra, kendini şiire / yazmaya ve okumaya daha bir vermiş… kuşkusuz çok da iyi etmiş…

“Artık, yavaş yavaş, şiirin uçsuz göğünde bize / şiirimize yeni yollar arayan, bağımsız bir kuş, o…”

Şiirleri okudukça, peşlerine takılıp onların dünyalarına girdikçe, gizlerindeki “Sevgi ve Barış” daha da duyumsanıyor…

·        “Büyüyünce şair olacağım” diye tutturan / O gönlü hoş çocuk kadar gülüşkenim artık / her demokrasi / her seçim dendiğinde…”

“ATEŞ DİLİ”

Yaşamın – özellikle ülkemizde – her gün biraz daha artan “bunca katılığı ve kayıtsızlığına karşın, şiirin gücü, özgürleştiriyor insanı… Tıpkı, kitabın arka kapağında, değerli sanatçımız Ümit İnatçı’nın değinisi gibi…

“Dizelerine Şefkat yükleyerek, nakış işler gibi şiir yapan, kadın şair Fatma Akilhoca, şiirinin dilini ‘ateş metaforuna’ çevirerek, bükülmesi zor vicdanları örselemeye çalışıyor…

Sevgiyle alevlenmiş coşkunun titrek ucunda, ulaşılmaz duyarlıklara tırmanmaya çalışan bir anlam girişimciliğinin örneği olan bu şiirler, sadece okur değil, ‘duygudaş ve akıldaş da’ arıyor kendine.”

BAŞLICA İZLEKLERİ…

“Yol, yolculuk, Menzil… Ateş, Dipsiz Kuyu, Gülüşken ve Unutkan, Popolara Takılı Beyincikler, Yaşlı Dert, Şehit Madalyasının Gölgesinde Yangınlar, Ank’a , Aşınma, Marazemekçisi (Fatma’nın izniyle ben bunu kendim için de bol bol kullanacağım!), Zorunlu Gidiş, Bayat Çığlık, Yazısız Unutkan Tarih, Yokluğun Sesi, vb.”

Bunlar Fatma Akilhoca Şiirinin başlıca izleklerinden. En azından bu duygular, birer düş olarak yatıyor içinde. Ama sanıyorum, onun yolcusu / yolculuğu Baudelaire’inki gibi değil… Baudelaire “gerçek yolcu, yalnız gitmek için gidendir.” diyordu. O ise, ‘belki gitmek ama daha da güçlü duyguları ülkesi ve insanının gittikçe artan “perişanlık, bozulma ve yalnızlaşmaya” dair.”

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK

Kitaptaki sevdiğim bir başka boyut ise, “II. Bölüm olarak, kısa ama özlü şiirlerine yer verişi:

“Yoruldu beyazlar / kızgın meydanlarda savaşmaktan / hâlâ sorup dururlar / ak düştü / ak düştü / ak düş müydü / be insanlar?...

Bu bölümden sonra ise, III. Bölüm karşılar sizi: “Çevir ve Oku”

Bu bölümde ise, İngilizce ve Rumca’ya çevrilen şiirleri yer alıyor şairin. İngilizce’ye: Hüseyin Demirel ve Zeki Ali… Rumca’ya ise, Hasan Tuna gerçekleştirmiş. (Emeklerine sağlık…)

ÜRETİME DEVAM…

Ateş Dili, Şairin: “İstersem Güneşi Tutabilirim – şiir, 2001, Rüzgarında Sevginin- Şiir – 2005 ve SU(S) Öldü (2008), kitaplarından sonra (4.) Şiir kitabı…

Daha nicelerini bekliyoruz ondan…

Ör. Yeni başladığı röportajlarını zamanı geldiğinde bir kitapta toplamak… Ve, tabii + daha yazacakları için de…

SONRA…

Sonra, insanın yolculuğu bitmiyor ki…

İçinde ise hiç  bitmiyor…

Çünkü: Sanatın gerçek amacı: İnsanı duygusuyla, düşüncesiyle, yaratı dünyasıyla çoğaltmak… Ona, yeni görüngeler kazandırmak…

Kendi içinde, kendini yeniden var edecek bulguların ayrımında olmak…

Önemli olan, insanın “dünyaya ve insanına ne kattığıdır…”

Araştırmacılar / toplumbilimciler didiklesinler bakalım: Sanat alanı ve politik alanda ne bulacaklar… Ve, farkın altını çizsinler…

***

 

Son söz ise Fatma Akilhoca’nın:

“Bir yanım yakalarken seni

Bir yanımdan uçup gidiyorsun

Kanatlılardan olmuşsun

Bense sürüngen

Yetişemiyorum sana artık

Babavura mısın nesin?

“uç uç bana hellim ekmek getir”

Buradayım…

Gitmiyorum hiçbir yere…

                                      (Mart, 2008)

 


SAVAŞ…

BEDELİ EN AĞIR ÖDENEN…

Kıbrıslılar olarak, hep savaşların, çatışmaların odak noktası olduk…

Bütün dünyanın gözleri üzerimizde oldu, hep…

Özellikle de son dönemlerde…

Kıbrıs sorununun geldiği nokta bir yana, ülkelerinde suların ısınması kaynama noktasında…

Yani, savaş her an kapıda…

Ve ayırdında olsak da olmasak da bizi de etkiliyor… Etkileyecektir…

Savaşın tüm acılarını, deneyimleyen bir toplum olarak gayet iyi biliyoruz…

Savaşın bir lirizmi yok… Aksine cehennem alevlerinin yakıcı soluğunun canlı ot dahi bırakmadığı tahribatı var…

***

Doğduğu günden beri savaş içinde, savaş rüzgarlarıyla savrulan bir ülkenin insanı olarak, kendi pratiğim(iz)den biliyorum…

Savaş o korkunç şartlarda, insanlığı, insanı ve kendi kendini tanıması yönünde, müthiş deneyimler de yansıtıyor, insanoğlu ve kızına…

Bunun ille de topla – tüfekle olması da gerekmiyor…

İnsanın içindeki uçları en iyi görebileceğimiz bir deneyimdir de her türlü savaş dönemi…

İnsan denen yaratığın ne kadar vahşi ve ne kadar melek olabileceğini görebilirsiniz Savaşta…

Çünkü, aynı zamanda, hem iyi hem kötü, hem düşman hem yandaş olabileceğimiz tek dönem, savaş dönemidir…

Birilerinin yandaşı, birilerinin düşmanısınızdır…

Birileri için yaptığınız iyilik, diğeri için mutlaka kötülük olur.

Oysa, ikisi de insandır ve savaş, bu ‘çelişkiyi’ içinde taşır…

***

Tüm bu duyguları doruklarda yaşarız savaş dönemlerinde…

Sevgi, nefret, korku, acıma, sevinç, acı, düşmanlık, dostluk, iyilik, gaddarlık…

***

Dünyada yaşanan onca savaş, tüm canlılığıyla belleğimizde duruyor… Ör: Ortadoğu’da, TV’lerin bir futbol maçı gibi naklen verdiği savaş görüntüleri, insanın tümden huzurunu ve akıl sağlığını bozuyor…

Arada onca zaman geçti…

İzlediğim zamandaki şaşkınlığımla hatırlıyorum hala: Irak’a karşı savaşan Suudilerin, Irak – İsrail’e füze saldırısında nasıl sevinç çığlıkları attıklarını…

LİRİZMİ YOK…

Savaşın lirizmi yok…

Arada sırada, “savaş muhabirlerinin” ya gazetelerine yazılı… ya da savaşı naklen verirkenki hareket ve sözleri, insanın o cehennemde dahi “insanlığını” etkiliyor…

Örneğin, bir savaş muhabirinin hava bombardımanı sırasında heyecanla dopdolu ettiği şu cümleye bakın:

“Gökyüzünde hala kuşların uçtuğunu görüyorum…

***

Maalesef, ABD ve müttefikleri, o zaman da, şimdi de tamamıyla “çıkarları” için saldırıyor diğer ülkelere…

***

Tamamen çıkarlara dayalı bir savaşınsa hiçbir haklılığı yoktur… Olamaz…

Savaşın, öğrenilmesi gereken tek yanı, tüm saçmalıkları / haksızlıkları bütün çıplaklığıyla görmeniz, ders çıkarmanız ve insanoğlunu tanımanızdır… Çünkü,

Ne yazıktır ki, insanoğlu bunları ‘BARIŞTA’ öğrenmek yeteneğini hala edinememiştir…

***

Bu yeteneksizliğin bedeliyse, her zaman ağır ödeniyor…

Ödenmektedir…

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3772 defa okunmuştur