1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Türkçe Atasözleri ve Deyimlere Yansıması
Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Türkçe Atasözleri ve Deyimlere Yansıması

Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Türkçe Atasözleri ve Deyimlere Yansıması

Öykü Özsoykal: Toplum, belirli amaçlarla bir araya gelen bireylerdir. Dil ise, bu amaçlarla bir araya gelmiş bireylerin iletişim için kullandıkları araçtır

A+A-

Feminist Atölye (FEMA)

info@feministatolye.org

 

 

Öykü Özsoykal (FEMA Aktivisti)

 

Toplum, belirli amaçlarla bir araya gelen bireylerdir. Dil ise, bu amaçlarla bir araya gelmiş bireylerin iletişim için kullandıkları araçtır. Bu iki tanıma bağlı olarak, dilin tanımını topluma dayanmadan yapmanın mümkün olmadığını görürüz. Dilbilimde, dil-toplum ilişkisini inceleyen toplumdilbilim (sosyolinguistik) alanı, dil ve kültür, dil ve cinsiyet gibi konuları ele almakta, bireyden bireye ve toplumdan topluma farklı dil kullanımlarıyla anlamın nasıl değiştiği üzerinde durmaktadır. Toplumdilbilimcilerin yaptıkları çoğu araştırmada, toplumun kültürel özelliklerinin, gelenek ve göreneklerinin dile yansıdığını kolayca görebiliriz. Toplumdaki bireylerin değer verdiği olgular dili de etkilemekte ve o dilde oluşacak olan çeşitli yapılara yön vermektedir. Bir başka deyişle, “Dil toplumun aynasıdır” denilebilir.

Dilde var olan sözcüklerin, mutlaka varoluş sebepleri vardır. Bu sebepleri, o dilin kullanıldığı toplumun günlük yaşantısına göre saptayabiliriz. Türk toplumunda akrabalık ilişkilerine verilen değerden, bu ilişkileri tanımlayan sözcüklerin oldukça fazla ve ayrıntılı olduğunu görürüz. Örneğin;  teyze,  hala, amca, dayı, bacanak, elti, yeğen, kuzen gibi. Diğer yanda bunun İngilizcede bu kadar ayrıntılı olmadığı görülmektedir. Örneğin; teyze ve hala için tek sözcük ‘aunt’, amca ve dayı için de ‘uncle’, sözcüklerinin kullanılması gibi. Kültürün dile yansıdığını açıkça gösteren bir diğer örnek ise,  İspanyolcada boğaların ayaklarını gösteren sözcük ile insan ayağını gösteren sözcüğün birbirinden farklı olmasıdır.

Bir dildeki atasözleri ve deyimler bulunduğu toplumun yaşamından esinlenerek ortaya çıkmış, toplum yaşamını, geleneklerini yansıtan sözlerdir. Türk toplumunun ataerkil bir yapıya sahip olduğunu düşündüğümüzde, Türkçede bulunan atasözleri ve deyimlerin  erkeği yücelten, onu daha güçlü konuma getiren, aileye ve millete egemen kılan, iktidar sahibi bireyler olarak yansıtan anlamlar taşıdığını görürüz. Diğer yandan aynı dile ait olan benzer yapıların kadın ve kız çocukları ile ilgili olanları, daha çok eve bağlılık, namus, ailenin devamlılığını sürdürebilme, doğurganlık gibi özelliklere dayalıdır. Türk toplumunda, kız ve erkek çocuğu doğdukları andan itibaren onlara toplumsal rolleri dayatılmakta, kız çocuğu büyütülürken alınan ‘bebek, oyuncak ev, yemek yapma aletleri’ gibi şeylerle ilerde ‘evinin kadını’ ‘çocuklarının annesi’ rolleri adeta birer etiket gibi yapıştırılmaktadır. Erkek çocuklarına alınan ‘araba’ ‘silah’ gibi güç denetimine sahip olan oyuncaklar ise, onları ilerde ‘evin babası’ gibi bir rol üstlenmeye, söz sahibi yapmaya, ataerkil sistemde daha da yüceltmeye ve iktidar konumuna yöneltmektedir.

 Kadın, bahsedeceğimiz söz konusu kavramlarda birey olarak değil, aile olarak görülmektedir. Kadının cinselliğine yapılan bir müdahale üzerinden örnek verecek olursak, toplumda kadınların bekâretini simgeleyen kız-kadın ayrımından yola çıkarak, daha önce hiç kullanılmamış olan bir nesneyi nitelerken “kız gibi” deyişi kullanılır. Bu kavramın erkekleri “küçük düşürmek” için de kullanıldığı zamanlar olur. Örneğin; “kadın gibi adam”. Burada da kadının, erkeğin küçük düşürülmesinde bir “araç” olarak kullanıldığını görüyoruz. Bazı atasözlerinde ise, kadın ikincilleştirilir, “alınıp verilen” olarak nitelendirilir. Örneğin; “kız almak”, “kız vermek” gibi. Burada kadın tamamen edilgen yani pasif duruma itilmekte, erkek ‘alan’ pozisyona, kadın ise ‘alınan’ pozisyona getirilmektedir.

 Türk toplumunda erkek çocuğunun babasını rol alması, kız çocuğunun ise annesini rol alması kaçınılmaz olarak beklenilen diğer bir durumdur. Toplumda benimsenen görüşe göre, babanın özelliklerinin oğlu tarafından sürdürülmesi beklenir. Bu durumun yansıdığı atasözleri de şu şekildedir; ‘’Babanın sanatı oğla mirastır’’, ‘’Babasının oğlu’’ gibi. Aynı durum anne-kız ilişkisi için de geçerlidir. Buna örnek verecek olursak; “Ananın bahtı kızına”, “Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, oğlan babadan öğrenir sokak gezmeyi”, “Anasının kızı”,  “Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” gibi. Ataerkil sistemin getirdiği görüşlerden biri,  erkeğin ‘iktidar rolü’ ve ailede egemen durumda olması, kadının ise daha çok yapabileceği işler ev ve aile hayatı ile sınırlandırılmış olmasıdır. Yani erkek çalışarak parayı kazanan, kadın ise o parayla evi geçindirmek zorunda olan kişi konumuna itilmektedir. Bu durum atasözlerine de açıkça yansımıştır. ‘’Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet.’’, ‘’Yuvayı yapan dişi kuştur.’’, ‘’Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli.’’gibi. Kadının görevi olarak görülen “annelik” figürünü yansıtan atasözleri aynı zamanda toplumda kadını övermiş gibi bir yanılgı yaratır; çünkü ev yönetiminin, ev kurmanın devlet kurmaya benzetildiği Türk toplumunda devlet, erkek egemen sistem tarafından ne denli önemli sayılıyorsa, kadının da aileyi kurması o derece önemli sayılmaktadır.

 Kadının doğurganlık haklarına yapılan müdahaleyle de, bireysel özgürlüğü kısıtlanmakta, ailenin sürdürülebilmesi için erkek çocuk doğurması yönünde baskılar yapılmaktadır. Atasözleri ve deyimlerde kız çocuğu doğurmak bir dert sahibi olmaya eşit nitelikte verilmektedir. Örneğin ; ’’Gelin eşikte, oğlan beşikte’’ , ‘’Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün’’ , ‘’Kızın mı var derdin var’’, ‘’Kızını dövmeyen dizini döver’’. Aynı zamanda, toplumda oluşan çeşitli tabular arasında, genç kızların belirli bir yaşa geldiklerinde mutlaka evlenmeleri gerektiği görüşü oldukça yaygındır. Belirlenen yaşın üstünde ve evlenmemiş olan genç kızlar için de çeşitli atasözleri ve deyimler bulunmaktadır. Örneğin; ‘’Evde kalmış’’ gibi. Bunun yanı sıra, sıkça karşılaştığımız yapılar arasında, güç ve olumlu bir durum betimlenirken hep erkek temelli deyimlerin kullanılması bulunmaktadır. (‘adam gibi’ , ‘adam olmak’ ) Buna karşın, korkak olan erkekleri yermek, dedikodu yapan ve ağzı laf tutmayanları eleştirmek, nazik yapılı bir erkeği tasvir etmek için kullanılan deyimlerde ise kadın üzerinden gidildiğini görürüz. ( ‘karı gibi’ , ‘karı ağızlı’ , ‘hanım evladı’).

Yukarıda belirtilen örneklerle,  dilin cinsiyet rollerine yansıdığını ve dili kullanarak bu rollerin bireylere nasıl dayatıldığını gördük. Son zamanlarda atılan olumlu ve yapıcı adımlarla, dildeki cinsiyetçiliğin bir nebze azaltıldığını ve toplumlarda artık farkındalık yaratılmaya çalışıldığı da bir gerçektir.

Fransa’da hükümet tarafından çıkarılan yönerge bu adımlara en güzel örneklerden biridir. Yönergeye göre artık kadınların evli/ bekâr olduğunu simgeleyen ‘matmazel’ sözcüğü resmi evraklarda kullanılmayacak. Matmazel sözcüğüyle birlikte , ‘kızlık soyadı’ , ‘evlenmeden önceki soyadı’ gibi kullanımlar da yürürlükten kalktı. Resmi evraklarda artık, kadının medeni halini açıkça belli etmeyen ‘madame’ sözcüğü kullanılacak.  Bu tür değişimler, toplumda genel olarak oluşan, kadının ataerkil sistem tarafından ötekileştirildiği, ikincilleştirilip pasif duruma itildiği, toplum tarafından baskı altına alınmaya çalışıldığı görüşünün azalmasına büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. Bu tür tabirler günlük hayatta sıkça kullanıldığında kadının kendini değersiz görmesine, ona bir etiket gibi yapıştırılan rolleri zamanla içselleştirmesine yol açar. Bu yüzden dildeki cinsiyetçi yapılarda gidilen değişiklikler, kadının kendini birey olarak daha değerli görmesinde ve kendi bireysel haklarının olduğunun fakına varmasında son derece önemlidir.

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 23398 defa okunmuştur