Tatar’ın kendi mülkünü – kendi kullanımı için devlete kiralaması! ABESLE İŞTİGAL ve REJİM!
Ersin Tatar kendisine çalışacağı bir ofis seçti!
Gayet doğal!
Daha önceki başkanların da aynı hakkı vardı!
-*-*-
Aynı zamanda üç de çalışan!
-*-*-
Devlet hem ofisin kirasını ve masraflarını hem de üç çalışanı ödeyecek!
Yine bir sıkıntı yok!
-*-*-
Ancak, buradaki sıkıntı, Tatar’ın, kendi mülkünü “kiralamış” olmasında!
Ortada yasal bir engel var mı?
Sanmıyorum!
Ama siyasi etik veya ahlak açısından kesinlikle sıkıntılı!
-*-*-
Peki, bu bir ilk mi?
Hayır!
Tatar ya da başka siyasetçiler, hatta Tatar’ın çok yakını bir kişi daha önce de bazı mülklerini “devlete” kiraladı!
Tatar’a veya eşine ait bir bina uzun yıllar bir devlet kurumuna kiralanmıştı!
Yanılmıyorsam hala o kira devam ediyor!
Merhum babasına ait bir bina da benzer şekilde kiralanmıştı falan…
-*-*-
Peki başka ülkelerde bu durum nasıl değerlendiriliyor?
Usanmadım, araştırdım!
-*-*-
Şimdi, Tatar, herhangi bir gayr-ı menkulünü devletin kullanımı için kiralarken durum başkadır; bir gayr-ı menkulünü kendi kullanımı maksadıyla devlete “ödettirmesi” başkadır!
-*-*-
Eğer mülk devletin kullanımı maksadı ile kiralanmışsa da çok dikkatli olunması gerekir!
Örneğin, kiralama işlemi sırasında mülk sahibi etkili bir görevde olmamalı!
Başbakan veya cumhurbaşkanı iken kiralama olmuşsa, bu bazı ülkelerde ciddi suç kabul edilir!
-*-*-
Haaa kişi siyasetçidir ama herhangi bir sorumlu pozisyonu yoktur...
Örneğin şu andaki Tatar gibi...
O zaman kiralayabilir mi?
Kiralar belki ama rekabet kuralları gereği “ihaleye” çıkılması şart olabilir!
-*-*-
Haaaaa kişi kendi mülkünü, kendi kullanımı maksadıyla devlete kiralarsa ne mi olur?
En basit ifadeyle “ayıp!”...
-*-*-
Tabii ki bu ülkede, Güngör çöplüğündeki tek dozer ve tek çalışan için ayda 200 bin dolar ödeniyorsa; devletin elektrik kurumu için, başka bir devletin yetkililerinin talimatı gereği, ihalesiz, usulsüz, denetimsiz akaryakıt alınabiliyorsa!
-*-*-
Devletin en üst düzey bürokratlarından ikisi; çok sayıda siyasi rüşvet veya sahte diploma ile suçlanabilip, yargılanıyorsa...
Vesyare vesayre vesayre; Tatar’ın kendi ofisinin kirasını cebine atıyor olmasına tepki vermek pek de büyük bir konu olmaz diye düşünmekteyim ama yine de doğru değildir...
-*-*-
Efendim, doğru ve düzgün çalışan demokrasilerde, mülk sahibi bir siyasetçi, mülkünü devlete nasıl kiralar?
Bunun en basit kuralları şöyle sıralanabilir:
-*-*-
Süreç tamamen şeffaf, kira sözleşmesi açık ve net şartlarla kamuya açık, fiyat adil ve piyasa bazlı olmalıdır. Şişirilmiş kira veya özel muamele olmamalıdır. Siyasetçinin karar üzerinde hiçbir etkisi bulunmamalıdır...
-*-*-
Devlet kullanımına tahsis edilecek kendi mülklerinin seçiminde yer almamalıdırlar. Bağımsız kurumlar düzenlemeyi onaylamalıdır. Etik komiteler, satın alma kurulları veya denetçiler her şeyin usulüne uygun olduğunu doğrulamalıdır.
-*-*-
Demek ki, teknik olarak politikacının mülkünü devlete kiralaması yasal olsa bile, siyasetçi kişi yani bu meselede Tatar, etkilediği bir karardan mali olarak fayda sağlamamalıdır...
Devlet, rekabetçi bir süreç olmaksızın mülkü seçmemelidir...
-*-*-
Kira bedeli piyasa değerinden yüksek olmamalı, “kayırmacılık” görüntüsü oluşmamalı, yasalar ihlal edilmemeli ve kamu güveni sarsılmamalıdır!
-*-*-
Kısacası, en basit ifadeyle, “kamu görevi, kişisel kazanç için kullanılmamalıdır...”
Burada kişisel kazanç var mıdır?
Vardır!
Ayda 600 Sterlinlik kira bedeli ve hatta belki binanın her türlü bakım – onarım masrafı, devlet tarafından yapılacak – ödenecek ve kişi yani Tatar bundan para kazanacaktır veya şahsına ait bir binanın tamirini bedavaya getirebilecektir...”
-*-*-
Bu duruma, “Ondan önceki başkanlar da aynı hakka sahiptir veya ‘vay da Tatar çok milliyetçiydi hakkı vardır’”gibi salakça savunma şekli ile yaklaşmak da yalakalığın dibidir!
-*-*-
Tatar, en basit şekliyle 600 Sterlinlik aylık kiradan ve binanın bakım onarım masraflarını devlete kaktırmaktan vazgeçmek zorundadır!
-*-*-
Ama nerede?
Mesela Yeni Zelanda ve Norveç’te!
-*-*-
Peki KKTC’de?
KKTC’de bu konu ile ilgili bu kadar uzun bir yazı yazmak ve eleştirmek “ABESLE İŞTİGAL”dir... Çünkü kimsenin ağrına gitmesin ama buradaki “düzen, sistem”, her hali ve en basit şekliyle “REJİM”in kokuşmuşluğunun ve kuralsızlığının ta kendisidir!
Endişeliyim ama umutsuz değilim!
Nikos Hristodulidis’in İsrail ile işbirliği, hem Gazze’deki katliama ortaklık hem de Adanın güvenliği açısından “kötü” siyasettir...
-*-*-
Başpiskopos II. Yorgos’un “Helenizim” açıklaması hem laiklik adına, ham Adanın riski adına hem de “Kıbrıslılık” adına utançtır!
-*-*-
Bizde de “Kıbrıslılık” dışarıda tutularak yapılan tüm “Türkçülük” açıklamaları, çözüm düşmanlığından başka bir şey değildir!
-*-*-
Haaa dünkü Bugün gazetesinde, Başpiskopos’un tüm açıklamalarının “aslında çözüme yaklaşıldığının bir işareti” olarak yorumlanması da bana göre doğrudur!
-*-*-
Kısacası, evet işbirliği anlaşmaları, açıklamalar “kışkırtıcıdır, ürkütücüdür, 1964 Erenköy, 1967 Geçitkale ve 1974 15 Temmuz öncesi durumu hatırlattığı gerçeğiyle “ürkütücü”dür!
-*-*-
Ama öte yandan, “tüm faşistler ötmeye başladıysa, çözüm olasılığı veya çabaları artacaktır” saptamasını da unutmamak lazım!
-*-*-
Endişeli olsak da umutluyuz anlayacağınız!

Dün hem Noel günüydü hem de İslam’da üç ayların ilk günü olan Regap Kandili… Hayırlı üç aylar, mutlu Noeller… Bu da mı işaret değil? Yeni yılda kesin Kıbrıs sorunu çözülecek!







